AMAÇSAL NEDENSELLİK
(Bu yazı son paragraf hariç www.mucizeler.com adresinden alıntıdır.)
(Yazı Ocak 2014 tarihinde bu sitede yayınlanmıştı. Silindiğinden aynen veriyoruz.)
Furkan Suresi 45. Ayet: “Görmedin mi Efendini (Rabbini), gölgeyi nasıl uzatmıştır. Eğer dileseydi onu hareketsiz kılardı. Nitekim Güneş’i ona delil kıldık.”
Allah ayette gölgeyi yarattığını söylemekte, sonra ise Güneş’in, gölgenin varlığı için bir neden kılındığına işaret etmektedir. Yani Allah gölgenin varlığının, Güneş’in var olmasının kaçınılmaz bir sonucu olmadığını, gölgenin varlığının tamamen Allah’ın tasarımının bir sonucu olduğunu söylemektedir. Ayette gölge ile Güneş’in varlık ilişkisi kabul edilmekte ve bu nedensel bağlantının yaratıldığına dikkat çekilmektedir. Yani Kuran’ın ortaya koyduğu model; Hume gibi nedensel bağlantıyı yok kabul eden septiklerden de, Evren’i tesadüfen var olan nedensel kuralların determinizmiyle açıklamaya çalışan görüşlerden de ayrılmaktadır.
Nedensellik, bilim adamlarının temel ilgi konularındandır. Nedensellik, algılanan Evren’i birbirine bağlayan unsurdur. Dünyamızı bir kaostan ibaret olmaktan kurtaran, Evren’in neden-sonuç ilişkileriyle işlemesidir. Neden-sonuç ilişkileri olmasa, hayatımız bir rüyadan daha karışık olurdu. Fizik, kimya gibi bilimler nedenselliği sorgusuz kabul eder. Bu bilimlerin kullanılmasıyla yapılan uçaklar, uydular, televizyonlar hep neden-sonuç ilişkisine güvenin sonucudur.
Kuran nedenselliği kabul eder. Birçok ayette “Sünnetullah” (Allah’ın âdeti) diye işaret edilen de neden-sonuç ilişkisine bağlı Evren’de işletilen kurallardır. Kitabımızın ilerleyen bölümlerinde de göreceğimiz gibi Kur’an, Evren’de var olan matematiksel düzene işaret eder; bu da neden-sonuç ilişkilerinin matematiksel bir düzenle işlemesi demektir.
Evren’de işleyen neden-sonuç yasalarını fiziksel, kimyasal formüllerle ifade eden bilim adamları ile Kuran’ın söyledikleri arasında bu noktada hiçbir zıtlık yoktur.
Fakat unutulmamalıdır ki Kuran nedenselliğe onay vermekle beraber, nedenselliği bir amaçlılık içinde tarif eder. Neden-sonuç ilişkisinde nedenler sonuçlardan önce geldikleri halde; sonuç önceden tasarlanmıştır. Yani amaç önceden bilindiği için Kuran, amaçsal nedenselliği savunmaktadır. Kuran’ın açıkladığı amaç-araç zincirinde amaç Allah’ın bilgisi dâhilinde oluşur, tesadüfler bu işe karışamaz, araç yaratıcı olamaz. Kuran nedenselliği kabul ederken, nedenselliğin tanrılaştırıldığı görüşlere onay vermez. Gölgenin varlığı Güneş’in var olmasının kaçınılmaz sonucu değildir; Güneş’i Yaratan, gölgenin Güneş’in yaratılması sonucu var olacağını tasarlamıştır. Kuran’ın sunduğu, yaratılan neden-sonuç ilişkileriyle işleyen Evren modelidir.
PROTEİNİN OLASILIĞI VE AMAÇSAL NEDENSELLİK
Nedensellik kanunlarını tanrılaştıran ateistlerin görüşleriyle, nedensellik kanunlarının Allah tarafından yaratıldığını söyleyen Kuran’ın görüşlerini, somut bir örnek çerçevesinde inceleyelim. Örnek olarak kanımızdaki oksijeni akciğerlerden hücreye taşıyan hemoglobin proteinini ele alalım. Dine inanan bir kişi de, inanmayan bir ateist de kana oksijeni bu maddenin taşıdığını kabul etmektedir.
Peki, her iki taraf da aynı nedenin aynı sonucu oluşturduğunu kabul ediyorsa aradaki fark nedir? Fark şudur: Ateist, var olan bu nedenin bir amaç gözetilerek yaratıldığını kabul etmediği için hemoglobinin yaratılışını tesadüflere, yani amaçsızlığa bağlamak zorundadır. Kuran’a inanan bir kişiyse (Allah’ın gönderdiği diğer dinler, Hıristiyanlık, Musevilik için de aynısı geçerlidir) amaçsal nedenselliğe inandığı için hemoglobinin varlığının amaç gözetilerek, bir kasıtla yaratıldığını, tesadüfen oluşmadığını savunur.
Peki, kimin haklı olduğunu nasıl çözeceğiz? Öyle bir hakem bulalım ki hem doğa bilimlerine, hem felsefeye karşı en üst derecede saygınlığa sahip olsun. Bu hakemin matematik olmasına herhalde kimsenin itirazı olmaz. Ne felsefe içinde matematiğe ciddi bir karşı koyma olabilir, ne de doğa bilimlerinde (doğa bilimleri zaten matematiğe dayanırlar).
Mademki tartışmamız tesadüfen oluşma veya amaçlı oluşmada düğümlendi; hemoglobin proteini örneğinde, bu proteinin tesadüfen oluşmasının olasılığını inceleyip bu sorunu çözmeye çalışalım. Proteinler bildiğiniz gibi amino asitlerin arka arkaya gelmeleri sonucunda oluşurlar. Amino asitlerin oluşturduğu bu sırada, bir tek amino asidin yer değiştirmesiyle protein, protein olmaktan çıkar ve görevini yapamaz. (Örneğin orak-hücre kansızlığı denen öldürücü hastalık, hemoglobinin tek bir amino asidinin değişikliğinden kaynaklanır.) İnsan vücudunda 20 amino asit vardır. Bir hemoglobin proteini ise 574 amino asidin belli bir sırayla arka arkaya gelmesiyle oluşur. İnsan vücudundaki amino asitlerin bu proteini oluşturmak için arka arkaya geldiğini düşünelim: Bu proteinin birinci sırasındaki amino asidin tesadüfen oluşma olasılığı 1/20’dir, ikinci sıradaki amino asidin oluşma olasılığı 1/20×1/20 dir. Proteinin bir bütün olarak oluşma olasılığı ise 1/20574’tür.
Matematikten anlayanlar bu sayının imkansız demek olduğunu hemen anlayacaklardır. Fakat biz yine de bu sayının neden imkansız olduğunu göstermeye çalışalım. Uzay’da tahmin edilen atom altı parçacık sayısı 1080’dir. Yani bu sayı Evren’de var olan en büyük sayıdır. Evren’in tahmin edilen ömrü ise 15 milyar yıldır. Evren 15 milyar yıl x 365 (gün) x 24 (saat) x 60 (dakika) x 60 (saniye) = 473,040,000,000,000,000 saniye ömründedir. Evrende var olan parçacık sayısını (1080) Evren’de var olan saniye (1018 civarı) ile çarparsak 1098 civarında bir sayıya ulaşırız. (10100’ün bile 1098’in 100 katı olduğunu unutmayın. 20574 ise telaffuz edilemeyecek kadar büyük bir sayıdır ve 1098’den kat, kat, kat… büyüktür.) Bu sayı şunu ifade etmektedir: Evren’de var olan tüm parçacıklar (elektron, proton gibi) eğer birer amino asit olsaydılar ve Evren’de var olan her saniye bir defa hemoglobin atomunu oluşturmaya kalksaydılar, yine de tek bir hemoglobin atomu bile oluşamazdı.
Sonuç olarak nedenlerin amaçsal olarak yaratıldığını inkâr edenler matematik karşısında mağlup olmuşlardır. Üstelik bu olasılık hesabı, amino asitlerin var olduğu, tüm amino asitlerin canlı bünyede kullanılan sol elli amino asitler olduğu, proteinin gerekli üç boyutlu katlanmasının gerçekleştiği, protein oluşunca işlemlerin dondurulmasının gerekliliği gibi etkenlerin hepsi yok kabul edilerek yapıldı. Tüm bu aşamalar olasılığa eklense, imkansız olan daha da imkansızlaşırdı. Fakat eldeki sayı öyle bir imkansızlığı ifade etmektedir ki matematikten anlayan bir kimse için bu yeterlidir. İşte tesadüfen oluşması imkansız bu hemoglobin proteinini, vücudumuz her saniye milyarlarca adet olarak üretmektedir. Evet, yanlış okumadınız. Her saniye ve milyarlarca!
Tesadüfcü, materyalist görüşe göre hemoglobin tesadüfen oluşan bir nedendir, bu neden sayesinde oksijen hücrelere gider. Kuran’ın verdiği zihniyetle bakan bir insana göre; hemoglobin bir amaca göre yaratılmış bir nedendir, bu neden sayesinde oksijen hücrelere gönderilmekte, böylece nedensellik Allah tarafından yaratılmaktadır.
Hemoglobin için verdiğimiz bu örneği vücudumuzdaki diğer işleyişlerden hayvanların ve bitkilerin dünyasına, oradan Dünya’mızın içindeki oluşlardan Uzay’a kadar genişletebiliriz. Tüm bu alanlarda nedensellik kuralları bir amaçsallık çerçevesinde işletilmektedir.
NEDENSELLİĞİN NEDENİ NE OLABİLİR?
Nedenselliğin neden var olduğunu “Nedensellik olmasaydı ne olurdu” sorusunu sorarak bulabiliriz. Nedensellik olmasaydı düşünmek de, yemek yemek de, yürümek de mümkün olmazdı. Evren’in nedensellik olmadan var olup olamayacağı bir yana, nedensellik olmadan bizim Evren’i anlayamayacağımız kesindir. Yemek yemek için karnımızın acıkması bir nedendir. Yemek yemek için buzdolabını açmamız ve yemeği almamız da bir nedendir. Yediğimiz yemeği önümüze koyduğumuzda yerçekimine bağlı bir şekilde önümüzde durması, yuttuğumuz lokmanın midemize gitmesi de nedenselliğe bağlıdır. Evren’de var olan yaratılışları da nedensellik kurallarına göre düşünür ve kavrarız. Böylece Allah’ın sanatının güzelliğini, Allah’ın bilgisinin sınırsızlığını kavramamıza yarayan Evren incelememiz de nedenselliğe dayanır.
Nedensellik kurallarının anlaşılabilirliği de Allah’ın zihnimize verdiği yetenekler ve bu kuralları anlaşılır kılması sayesindedir. Düşüncelerimiz nedensellik çerçevesinde oluşur. Zihnimizin akıl yürütme süreçleri nedenselliğe dayanır. Evren’de var olan nedensel bağlantılar çok basit olsaydı, birçok insan Evren’deki mükemmel yaratılışı takdir edemeyebilirdi. Eğer Evren’deki yaratılışlar var olandan çok karmaşık olsalardı ve nedensel bağlantıları çözemeseydik; Evren’i kavrayamayacağımız için Evren’in yaratıcısını da iyice tanıyamama tehlikemiz doğardı. Kısacası Evren’in var olan şekilde neden-sonuç ilişkileriyle bağlanması da Allah’ın mükemmel planı sonucudur.
Ateistlerin düştüğü en büyük yanılgı; nedensellik kurallarındaki nedenlerin tesadüfen oluştuğunu düşünmelerinden dolayı, sonucu da tesadüflere bağlamalarıdır. Nitekim hemoglobin proteini gibi çok basit bir örnek için bile tesadüfün nasıl imkânsız olduğunu ispatladık. Eğer neden-sonuç ilişkilerindeki nedenlerin, tesadüfen oluşmadığı anlaşılırsa, Evren’deki tüm sonuçların Allah’ın eseri olduğu iyice anlaşılır. Nedenselliği yaratılan bir süreç olarak değil bizzat kendisini bir yaratıcı olarak gören materyalist ateizm, maddeyi ve maddenin içindeki nedensellik kanunlarını tanrılaştırmıştır. Tesadüf düşüncesi elenince; Evren’deki tüm varlıklar otomatik olarak sonsuz bir ilmin, sonsuz bir kudretin sonucu olurlar. Yaratılış aşamalarının içinde oluştuğu zaman kavramında tesadüfi oluşumların hayal edilmesi, ateistlerin sonsuzdan beri var olan Yaratıcıyı kavramalarını engellemiştir. Tesadüf kavramı yok edilince görülen her bilgi sonsuzdan beri var olmaya terfi eder. Çünkü var olan bir nesnenin veya bilginin tesadüfen oluştuğunu iddia edenler, bu tesadüfleri zamanın içindeki bir sürece bağlarlar. Tesadüf yok olunca var olanlar, sonsuzdan beri var olanın bilgisiyle gerçekleşmiş demektir. Böylece Evren’in daima var olanın yarattığı bir süreç (nedensellik kanunları çerçevesinde) olduğu anlaşılır. Evren’in Allah’ın yarattığı bir süreç olduğu Kur’an’daki en temel mesajlardandır ve yüzlerce ayette bu tema işlenir.
Alfred WEBER, Felsefe Tarihi kitabında şöyle der: “Bir şey Tanrı onu yasak ettiği için kötü değildir, kötü olduğu için Tanrı onu yasak etmiştir.” Yani Yüce Yaradan, Evreni oluştururken de, insanların toplum düzenlerinde huzur bulmalarını sağlamak için de, ’amaçsal nedensellik’ yöntemini kullanmıştır. Tanrı her ‘neden’i ve her kuralı, bir amaç için oluşturmuştur.