HZ. MUHAMMED’İN PEYGAMBERLİĞİNE İTİRAZLAR ÜZERİNE
Son peygamber olan Hz. Muhammed’in peygamberliğine itirazlar, daha çok, Yahudiler ve Hıristiyanlardan gelmiştir. Onların itirazlarının temelinde, kendi peygamberlerinden başkasını tanımama anlayışının olduğu şüphesini taşıyoruz. Nasıl, Yahudiler, Hz. İsa’yı -kendisi de bir İsrailoğlu olmasına rağmen- kabul etmeyerek itiraz ettilerse, Hıristiyanlar da Hz. İsa’dan başkasına itiraz etmişlerdir. Ancak, her iki taraf da, Hz. Muhammed’in peygamberliğine karşı çıkarlarken, doğrudan ret eden durumuna düşmemek için, bazı sebepler ileri sürmüşlerdir. Bu yazımızda, itiraz edilirken gösterilen sebeplerin içerisinden daha yaygın olanlarını, ele almaya çalışacağız.
İtirazlardan birisi, Hz. Muhammed’in, anlattıklarının bilgilerini, kervan ticareti sırasında tanıştığı bir papazdan öğrendiği şeklindedir. Bu söylemi, genellikle Hıristiyanlar yapmaktadır. Fakat bazen Yahudiler de, aynı şeyi iddia etmektedirler. Benzer iddiayı dile getiren Yahudiler, kendi fikirlerinin güçlü olduğunu vurgulamak için, Hıristiyanların söylemlerine ilave olarak, bahsedilen papazın da, bu bilgileri bir hahamdan aldığını savunmaktadırlar.
Bilindiği gibi, Hz. Muhammed peygamber olarak ortaya çıkışından önce, okuma yazma bilmemektedir. Dolayısıyla papazın söylediklerini bir yerlere kaydedemeyeceğinden, yıllarca aklında tutması gerekir. Papazdan, bir görüşmede öğrendiklerini, yıllarca aklında tutan bir insan, 6236 ayeti nasıl bir araya getirebilir? Hem de birbiriyle çelişki olmamasını nasıl sağlayabilir? Hz. Muhammed, papaz ile bir görüşmesinden bu kadar bilgi ortaya koyabiliyorsa, papazın çok daha fazla bilmesi gerekir. Bu durumda papazın kendisi neden peygamberlik iddia etmemiştir? Diyelim ki, peygamberlik iddia ederse, Hz. İsa’ya karşı yanlış yapmış olacağını düşünmüştür. Peki, böylesine bilgili bir papazı, tarih, niye tanımıyor?
Hz. Muhammed’in peygamberliğine bu şekilde yapılan itiraz, 1400 yıl öncesindeki cahil toplumda belki biraz taraftar bulabilirdi. Fakat günümüzde taraftar bulması mümkün değildir. Günümüz biliminin tespit ettiği bilgilerle, yaklaşık 1400 yıl önce söylenenler karşılaştırıldığında, tıpatıp aynı olduğu anlaşılmıştır. Bilhassa, insanın bir damla sudan başlayan oluşumunun evrelerinin anlatımı, günümüz bilgileriyle örtüşmektedir. Uzay ile ilgili bazı bilgiler, uzayın genişlemesi gibi hususlar, günümüzde kabul görmektedir. Acı sulu deniz ile tatlı sulu deniz arasına perde konulduğu ve bu nedenle birbirlerine karışmadığını anlatan ayetler, bugün ispatlanmıştır.
Hz. Muhammed’e yapılan bir diğer itiraz, onun çok zeki insan olduğu, toplumlarda peygamber gelecek beklentisinin varlığını gördüğü ve cemiyeti istediği gibi yönlendirdiği şeklindedir.
Bir insan çok zeki ise ve kervan ticareti ile meşgul ise, ilk yapacağı iş, bu zekâsını zengin olmak için kullanmaktır. Hâlbuki Hz. Muhammed, peygamber olduğunu söylemeye başladıktan sonra, eşi Hz. Hatice’den kaynaklanan zenginliğini de harcamış ve fakir olarak vefat etmiştir.
Hangi zeki insan, zekâsına ilaveten bu kadar muhteşem bilgilere de sahip iken, servetine servet katmak yerine, niye servetini harcar?
Hangi zeki insan, kendisine iddiasından vazgeçmesi karşılığında teklif edilen yüksek servetleri reddeder?
Hangi zeki insan, kendi uydurduğu bir kitapta, kendisini eleştiren, yanlışlarını yüzüne vuran sözleri söyler? Bilhassa, azat ederek evlatlık olarak kabul ettiği, eski kölesi Zeyd’in boşandığı eşi ile evlenmesi hususundaki Ahzab Suresi 37inci ayeti kitabına hangi zeki insan alır?
Ayet: “Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah’ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: ‘Hanımını kendine sıkı tut ve Allah’tan kork’ diyordun da nefsinde Allah’ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Hâlbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah’ın emri de yerine getirilmiştir.”
Tek başına bu ayet bile; “Kur’an, Muhammed’in uydurmasıdır” diyenlere, Hz. Muhammed’in, Zeyd’in hanımına olan ilgisini, insanlar bilmiyorken ortaya çıkarması açısından tokat gibi bir cevaptır. Hiç kimse, insanların bilmediği bir kusurunu kendiliğinden ortaya çıkarmaz. Bilhassa zeki bir insan, hiç yapmaz. O hanımla yine evlenir belki, ama bu durumu kimseye fark ettirmez.
Hz. Muhammed ile ilgili bir başka itiraz, menfaat sağlamak için peygamber olduğunu iddia ettiği şeklindedir. Bir önceki iddiaya cevap verirken, maddi menfaat konusunu işlemiştik. Menfaat peşinde koşan bir insan, kendisine teklif edilen maddi menfaatleri kabul etmeyip, niye onlarla savaşa kalkışır?
Bir insan, kendisini karşısındakilerden daha güçlü görürse, savaş kararı alır. Hâlbuki biliyoruz ki, Hz. Muhammed, ilk ortaya çıkıp söylemlerine başladığında, kendisi korunma arayan bir durumdaydı. Amcası Ebu Talip’in koruyuculuğuna sığınmıştı. İlk İslâm şehitleri olan Sümeyye ve Yesir, gözlerinin önünde, toprağa yarı gömülü olarak günlerce işkence gördüler. Onları kurtarmak için hiçbir şey yapamadı. Hâlbuki sahte bir peygamber olsa bile, kendisini dinleyecek insanların devamının gelmesi için, onları kurtarması şarttı. Aksi takdirde, diğer insanlar, korkar ve peşinden gelmezlerdi.
Diğer taraftan, Hz. Muhammed’in yaptığı ilk üç önemli savaş olan Bedir, Uhud ve Hendek muharebelerinde, karşı tarafın askeri gücü, Hz. Muhammed’in topladığının hep üç katı kadar fazla idi. Menfaatini düşünen bir kişi, niye bu kadar güçsüz durumda iken, kendisine yapılan zenginlik tekliflerini kabul etmesin?
Yapılan tekliflerin içerisinde sadece para yoktu. Makam teklifi de vardı. Menfaati peşinde koşan bir insan, niye makam tekliflerini de kabul etmezken, her an ölümle burun buruna yaşasın?
Menfaatini düşünen bir insan, doğduğu yerden kaçabilmek için, neden, yatağına çok sevdiği yeğenini bırakmak durumuna düşsün? Neden, zengin olarak ve hükmeden bir mevkide oturarak rahat yaşamak varken, her türlü tehlikelere göğüs gersin?
Kur’an’ın indiği dönemde, Hz. Muhammed’in peygamberliğine itiraz edecek zemin bulamayan müşrikler, onun akıl hastası olduğunu ve kendince bir hayal dünyası oluşturduğunu söylemişlerdir. Belki de bu tezlerini ortaya atmalarının sebebi, kendisine teklif edilen bütün nimetlere, makamlara sırtını dönmesidir. Eğer daha öncesinde iddia ettikleri gibi zeki ve menfaatini düşünen bir kişi olsaydı, teklifleri hemen kabul etmesi gerekirdi. Böylesine mantıklı teklifleri ret ettiğine göre, akıl hastası olmalıydı.
Şimdi kendimize soralım. Akıl hastası olan bir insan, ilk defa geldiği ve çok az taraftarının olduğu Medine’de (o andaki adı Yesrib), Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanları birleştirerek, tarihteki ilk devlet Anayasası denilebilecek, Medine Sözleşmesini nasıl yaptırabilir?
Akıl hastası olan bir insan, hayati tehlikesi olduğu için doğduğu yerden kaçarak geldiği ve tanımadığı bir şehirde, sıfırdan devlet teşkilatını nasıl kurabilir?
O dönemde akıl hastası diye suçlamalarının sebeplerinin bir kısmı, miraca çıktığından bahsetmesi, Cennet tasvirleri yapması gibi konular olabilir. Anlattığı bu gibi olaylara bakılınca, müşriklerin hayal görüyor şeklinde tanımladıkları bu hastalık, günümüzdeki tarifiyle, epilepsi veya şizofrenidir. Bu isimdeki hastalıkların bilinmediği, dolayısıyla ilacının da olmadığı bir dönemde, epilepsi veya şizofreni olan hasta bir insan, 6236 ayeti nasıl oluşturabilir? Diyelim ki, kafasından uydurdu.
Akıl hastası bir insan, binlerce ayeti, çelişkisiz bir şekilde nasıl uydurabilir? Bu kadar çok ayeti, şiirsel bir yapıda nasıl ifade edebilir?
Hz. Muhammed ile ilgili olarak ortaya atılan bu iddiayı temellendirdikleri diğer bazı konulara bakalım. Bunlardan birkaçını yukarıda ifade etmiştik. Bir tanesi, acı suyu olan deniz ile tatlı suyu olan deniz arasında perde olduğu, birbirine karışmadığı hususudur. Bir diğeri, insanın bir damla sudan başlayan serüveninin cenin haline gelişine kadarki safhasının anlatılmasıdır. Bir başkası, gökyüzüne doğru çıktıkça, göğsün daralması anlatımıdır. Bütün bunlar, 1400 yıl öncesi için, çok saçma sapan addedilecek konular olabilir. Bu sebeple, bunları söyleyen Hz. Muhammed’i, akıl hastası olarak nitelemenin, o devirde kısmen de olsa bir mantığı vardır denilebilir.
Fakat günümüzde, bilimin de onayladığı bu hususlar net olarak bilinirken, Hz. Muhammed’in epilepsi veya şizofreni hastası olduğunu iddia etmenin bir mantığı olabilir mi?
İtirazların anlamsızlığını görünce, Yahudi ve Hıristiyanların, kendi peygamberlerinden başkasını kabul etmemek için bu yola başvurdukları net olarak anlaşılıyor. Mekke’deki müşriklerin itirazlarının ise, kendi düzenlerinin bozulmasından korktukları için olduğu görülüyor. Mantıklı olmayan itirazların anlamsızlığı, net bir şekilde kendini gösteriyor.