HZ ÂDEM PEYGAMBER KONUSU 3
Müfessirlerin yaptıkları tercüme hatalarını örneklerle düzelttikten sonra, konumuzla ilgili olan diğer bazı ayetleri irdelemeye devam edelim.
Araf Suresi 7/10. “Doğrusu Biz sizi yeryüzünde, yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
Araf Suresinin bu ayetinde, “Âdem” kelimesi geçmiyor. Dolayısıyla, “Biz, Âdem’i yarattık, yeryüzüne yerleştirdik, ondan da sizi yarattık, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz” demiyor. Ayette “Biz, sizi, yeryüzüne indirdik” de denilmiyor. “Biz, sizi yeryüzüne yerleştirdik” deniliyor. Demek ki, çok sayıda insan yaratılıp yeryüzüne yerleştirilmiş.
Konuyu daha iyi kavrayabilmek için, sonraki ayete bakalım.
11inci ayet: “Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: ‘Âdem’e secde edin (saygı gösterin)’ dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.”
Ayette önce “sizi (Arapçası, küm) yarattık; sonra size (leküm) biçim verdik” diyor. Devamında ise, meleklere “Âdem’e secde edin dedik” derken “Âdem” kelimesi geçiyor. Bu durumda, Yüce Yaradan’ın çok sayıda insan yaratarak biçim verdiği ve bir önceki ayetteki ifadede belirtildiği üzere, yeryüzüne yerleştirdiği anlaşılıyor. Ama onların başkanı yani yol gösterici Peygamberi olarak da Hz. Âdem’i tayin ettiği ve Âdem’e çok yeni şeyler öğrettiği için, meleklerden Âdem’e saygı göstermesini istediği şeklinde bir anlam çıkarmak, Bakara 31inci ayetle birlikte değerlendirince, mantıklı duruyor.
Nitekim Maide 27inci ayette de, Âdem’in iki oğlu derken, ayetin Arapçasında “Âdem” sözü geçiyor. Ama Bakara Suresi 30uncu ayette, yeryüzünde halife var eden olduğunu söylerken, “Âdem” kelimesi geçmiyor.
Hâlbuki Bakara Suresi 31’de ise, Âdem sözü geçiyor. Yüce Yaradan, Âdem’e esmayı öğrettiğini söylüyor. Bu ayette geçen “esma” kelimesi ile ilgili fikrimizi, bu sitede yayınladığımız “Allah’ın Âdem’e Öğrettiği Esma” başlıklı makalemizde ifade etmiştik. Yüce Yaradan, Hz. Âdem’e verdiği özelliklerin sonrasında, meleklerden ona saygı göstermelerini istiyor. Melekler, Âdem’deki bu irdeleme, öğrenme ve kendini geliştirme vasıflarını görünce, derhal saygı gösteriyorlar. Sadece iblis, itiraz ediyor.
Demek ki, Allah, Hz. Âdem’den bahsedeceği zaman, açıkça ifade ediyor. Âdem’den önce yarattığı diğer yarattığı insanlardan bahsedeceği zaman ise, “beşer” veya “kimse” ifadelerini tercih ediyor, hiçbir şekilde Âdem kelimesi kullanmıyor.
Bakara 30 ve 31inci ayetleri birlikte değerlendirdiğimizde, dikkatimizi çeken bir başka hususun daha var olduğunu görüyoruz. Eğer Yüce Yaradan, 30uncu ayette, meleklere “şüphesiz Ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” demek yerine, ayetin devamında, meleklerden, fesat çıkardıklarını bildikleri için halife yapılmalarına itiraz ettikleri kimselere saygı göstermelerini isteseydi, secde edilmesi istenilenin, yeryüzünde o anda mevcut bulunan insanlar olduğu izlenimi oluşurdu. Fakat ayette böyle bir emir verilmeyerek, “Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurulmuş ve 31-32-33üncü ayetlerde ilave açıklamalar verilmiş. Bu açıklamalardan sonra 34üncü ayette, meleklerden, Âdem’e secde etmeleri istenilmiş. Bu durumda, Yüce Yaradan’ın, meleklerden, secde etmelerini istediği, yeryüzündeki var olan insanlar değil, Hz. Âdem’dir. Çünkü Allah, Âdem’e özel eğitim vermiştir.
Cennete yerleştirilen Hz. Âdem ve eşinin yeryüzüne inişini, Bakara Suresi 36ıncı ayetten anlıyoruz. Ayet: “Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, ‘Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır’ dedik.”
Ayetin tercümesinde bahsedilen “birbirinize” kelimesi, bir tarafta şeytan, diğer yanda ise Âdem ve eşi (Havva) olarak algılanmaktadır. Hâlbuki ayetin Arapçasına bakıldığında bu algıyı oluşturacak bir ifade yoktur. Ayetin ilgili kısmının Arapçası “ba’duküm li ba’dın” şeklindedir. Bu kelimelerin anlamı ise, “kiminiz kiminize” veya “bazınız bazınıza” şeklindedir.
Bu durumda Bakara Suresi 36ıncı ayetin: “…Bazınız bazınıza düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır.” şeklinde tercüme edilmiş olması gerekmektedir.
Bir başka hatalı tercüme, Araf Suresi 7/24 için şöyle yapılmaktadır: (Allah) buyurdu: “Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir.”
Bu ayette geçen yanlış tercüme, “birbirinize” sözüdür. Çünkü Arapçasında, yine “ba’duküm li ba’dın” şeklinde iki kelime geçmektedir. Yani “bir kısmınız bir kısmınıza” veya “kiminiz kiminize” denilmektedir.
Demek ki, Bakara 35inci ayette, “Ey Âdem, sen ve eşin Cennete yerleşin” diyerek, Âdem ve eşinden bahsediliyor. Ama aşağıya inme cezasının uygulanışıyla ilgili ayetlerde, hem Bakara 36, hem de Araf 24’te “bazınız bazınıza” deniliyor.
Yapılan tercümelerdeki bir başka hata da, şeytanın cezalandırıldığı zaman ile Âdem ve eşinin Cennetten kovulduğu zaman konusunda yapılıyor. Şeytan’ın cezalandırılması hususu, Âdem ve eşinin Cennete yerleştirilmesinden önceki ayetlerde anlatılıyor. Araf Suresi 7/13: (Allah) buyurdu: “Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın.”
Bu ayette, sadece şeytana hitap ediliyor ve “öyleyse oradan in” deniliyor. Ayete göre, şeytana inmesinin söylenmesinin sebebi, büyüklük taslayarak Âdem’e secde etmemesidir. Şeytanın işlediği suç, Âdem ve eşini ağaca yaklaştırması değildir. Ayrıca, Araf 13üncü ayette şeytana, sadece, “oradan in” denilmektedir. Dolayısıyla, şeytanın yeryüzüne yerleştirildiğine dair bir ifade yoktur.
Şeytanın, Âdem ve eşinin yasak olan ağaca yaklaşmalarını fısıldaması ise, Yüce Yaradan’ın şeytanın büyüklük taslaması üzerine verdiği “inme” cezasından ve Allah’ın, şeytanın insanları kandırmak için istediği süreyi ona vermesinden sonradır. Şeytana izin veren Allah, olayların gelişimini bizlere şöyle aktarmaktadır.
Araf Suresi 18: (Allah) buyurdu: “Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Ant olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden cehennemi dolduracağım.”
19: (Sonra Allah, Âdem’e hitap etti): “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın, dilediğiniz yerden yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
20: Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, iblis onlara fısıldadı: “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.” dedi.
21: Ve onlara: “Elbette ben size öğüt verenlerdenim.” diye de yemin etti.
22: Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?”
23: Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!”
Araf Suresinin hem 13üncü hem de 18inci ayetlerinde, şeytana bulunduğu yerden inme cezasının verildiğinden bahsedilmektedir. Bu sırada, Âdem ve eşinin halen Cennette olduklarını, bir sonraki ayet olan 19uncu ayetten anlıyoruz. Fakat önceki yani 18inci ayette, şeytanın oradan indirilmesinden sonraki kısmı için dikkat edilmesi gereken ifadeler şöyle “Ant olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden cehennemi dolduracağım.”
Yani, Âdem ve eşi henüz Cennete iken, insanlardan kim şeytana uyarsa, şeytanın tayfasıyla birlikte, onlara uyan insanları da Cehenneme dolduracağını ifade ediyor. Eğer, şeytanın kovulduğu sırada, yeryüzünde, hem Bakara Suresi 30uncu, hem de Araf Suresi 10uncu ayette bahsedilen insanlar olmasaydı, ayette “onlardan sana kim uyarsa” şeklinde bir ifade yerine “Âdem ve neslinden kim sana uyarsa” sözünün olması beklenirdi. Ayetlerde anlatılan olayların gidişatından anlaşılan bir başka husus daha var. Yüce Yaradan’ın, ceza verdiği Âdem’i, af dilemesinden sonra yeryüzüne göndermesinin sebeplerinden birisi, yeryüzündeki beşer niteliğindeki kimseleri şeytana karşı uyararak, onların beşer seviyesinden, insan düzeyine yükselebilmeleri için yol göstertmektir.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Araf 18inci ayette bahsedilen şeytanın cezalandırılmasıyla sonuçlanan olaylar sırasında, Âdem ve eşinin Cennete yerleştirildiklerini 19uncu ayetten anlıyoruz. Orada, kendilerine çocuk sahibi olma izni verilip verilmeyeceğini bilemiyoruz. Kur’an’da bu konuda bir açıklama yok. Fakat Âdem ve eşinin yerleştirildiği Cennet, bir sonraki makalemizdeki irdelememizden de anlaşılacağı üzere, bütün insanların gideceği Cennet ile aynı yerdir. Kur’an’da Cennet ile ilgili verilen bilgilere göre, oradaki hayatta, yeryüzündeki duygular ve üreme olmayacaktır. Bu durumda, Cennette, Âdem ve eşine çocuk sahibi olma izninin verilmesi, tamamen Allah’ın takdirindedir. Henüz çocuklarının olup olmayacağı belli olmayan bir ortam mevcut iken, Araf Suresi 18inci ayette, “onlardan sana kim uyarsa, hepinizi Cehenneme dolduracağım” ifadesindeki “onlardan” ve “hepinizi” kelimelerinin muhatabının, şeytanla birlikte, Âdem ve eşi ile onlardan Cennette türeyecek olan nesillerin olması düşünülemez.
Araf Suresinin 20inci ayetinde anlatılan, şeytanın “Âdem ve eşine fısıldaması” işini nasıl yaptığını bilmiyoruz. Ama Kur’an’daki anlatımlardan bazı çıkarımlar yapabiliriz. Aşağıdaki ayete göre, Yüce Yaradan, şeytana, insanları kandırması için istediği izni verdiğini belirtiyor.
Araf Suresi 7/14.(İblis) dedi: (Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”
15: (Allah) buyurdu: “Haydi sen süre verilmişlerdensin.”
Bilindiği gibi, şeytan meleklerden idi. Dolayısıyla şeytanın, insanlardan çok farklı özelliklere sahip olduğunu, Kur’an’daki anlatımlardan anlıyoruz. Bakara Suresi 34üncü ayete göre, Âdem’e secde etmediği için kâfirlerden olan şeytana, Yüce Yaradan’ın, verdiği özellikleri geri aldığına dair Kur’an’da bir bahis de yok. Diğer taraftan Kur’an’ın bütününden anladığımız kadarıyla, Yüce Yaradan, şeytana izin verdiği için, şeytanın işini yapmasını engellemesi beklenmemelidir. Allah, şeytan ile insan arasındaki mücadelede, oyunun kurallarını koyar, mücadelenin kurallara uygun olması için hakemlik yapar. Şeytanın, insanlardan çok farklı olan, görünmezlik, hızlı hareket etme ve bizim bilmediğimiz başka özelliklerini kullanarak, insana karşı hile yapmasını engeller. Diğer taraftan, özgürlük verdiği, ama nefis vererek şeytana karşı zayıf yönlerini oluşturduğu insanları korumak için, onları da sıkça uyarmaktadır. Gerek gönderdiği peygamberleri aracılığıyla, gerekse Yüce Yaradan’ın sadece Kendisinin bildiği yollarla, yardım isteyen insanların iradelerini kullanabilmelerine imkân vermektedir. Böylece şeytanın avantajlarını dengelemeye çalışmaktadır.
Dolayısıyla, şeytan bize hileli oyun kuramayacağı için, bizim nefislerimizi okşayarak, bazı şeyleri süslü gösterebilir. Veya çevremizdeki dostlarımızla bizim aramızı bozmak için nefislerimizi kabartabilir. Şeytanın hareket hızı ve görünmezliği melekler gibi olduğundan, o bizi görürken biz onu görmüyoruz. Şeytan, belki de, aklımızdan geçenleri okuyabilme özelliğine sahip iken, biz onu görmediğimiz için, bize müdahale ederken onu fark etmiyor isek, Âdem ve eşine de, bizlere yaptığına benzer şekilde ve onlar fark etmeden müdahale etmiş olabilir. Bizler, nefsimizin isteklerine uyduğumuzda veya dostlarımıza karşı hatalı davrandığımızda, bu durumun şeytanın bir oyunu olup olmadığını nasıl bilmiyorsak, Âdem ve eşi de bilememiş olabilir. Şeytanın, Âdem ve eşine yaptığı bu müdahaleyi, Cennetin içerisine girmeden gerçekleştirme ihtimali yok değildir. Diğer taraftan, sırf Âdem ve eşini kandırmak için, Yüce Yaradan’dan, geçici olarak, Cennete giriş izni almış olabilir. Bütün bunlar, bizim mevcut aklımızla bilemeyeceğimiz hususlardır. Gerçeği, Allah bilir.