HZ. ÂDEM PEYGAMBER KONUSU 1
Hz. Âdem hakkında, bilimsel verilerle elde edilmiş bilgilere sahip olmamız mümkün görünmüyor. Bu konudaki bilgilerimiz, kutsal kitaplarda anlatıldığı kadardır. Bilindiği gibi, kutsal kitapların içerisinde değişmeden kalan tek kitap, Kur’an’dır. Bilinen bu gerçeğe rağmen, Hz. Âdem ve iki oğluyla ilgili hikâyelerin hemen hepsi, Tevrat’tan alıntıdır. İlginç olan, Hıristiyanların da Müslümanların da büyük çoğunluğunun, elimizde orijinal nüshası bulunmayan ve sonradan yazıldığı kesin olarak bilinen insani bir eser olan Tevrat’tan yapılan alıntılara inanmalarıdır.
Hz. Âdem konusunu irdeleyebilmemiz için, bu hususta halk arasında anlatılan hikâyeleri çok kısa olarak aktaralım.
Anlatılan hikâyelere göre, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın, her defasında biri erkek biri kız olmak üzere ikiz evlatları olmaktadır. Aynı yumurtanın ikizi olan çocukların birbirleriyle evlenmeleri yasaktır. Dolayısıyla çocuklar, diğer yumurtanın ikizi ile evlenirler. Çünkü aynı yumurta ikiziyle evlenirlerse, kardeşiyle evlenmiş duruma düşmektedirler. Fakat bir sonra doğan ikizlerden karşı cins ile evlenirlerse, (güya) kardeşiyle evlenmemiş olmaktadırlar.
Yine hikâyecilere göre; yukarıda söylenen kurallar uyarınca Habil’in evlenmesi gereken kız, Âdem ve eşinin en güzel kızları olduğu için, onunla Kabil evlenmek ister. İki kardeş arasındaki bu kapışmada, Hz. Âdem, arabuluculuk yapar. Çözüm olarak, Allah’a kurban sunmalarını ister. “Yüce Yaradan kimden kurban kabul ederse, kız onunla evlensin” der ve fikri kabul görür. Tek olan Tanrı, Habil’in kurbanını kabul eder.
Hikâyecilere göre, Habil çobandır ve deve sürüsü vardır. İçlerinden en güzelini kurban olarak getirmiştir. Kabil ise, çiftçidir. O da bir demet sarı başak getirmiştir. Allah, Habil’in devesini kabul edince, Kabil sinirlenir, kardeşini çöle sürükler ve orada öldürür. Hıristiyan kaynaklara göre, Habil öldürüldüğünde 22 yaşındadır.
Bu hikâye, ilâhi kaynaklı dinlere inanan insanlar arasındaki hemen her kesimde kabul görmüştür. Bizim garipsediğimiz husus, Ali Şeriati gibi sorgulayan insanların bile, yukarıdaki hikâyeyi inanarak anlatması ve inanması yetmiyormuş gibi, üzerine aşağıdaki irdelemeleri yapmasıdır.
Ali Şeriati, sosyolog ve dinler tarihçisi olduğundan, anlatılan bu hikâyeyi daha derin incelemiştir. Kendinden önceki bazı sosyologların bu hikâyeyle ilgili olarak yaptıkları bilimsel analize göre, cinsel arzu ve güdü, cinayet ve günahın temel nedenidir. Şeriati, sosyologların bu yargısını doğru bulmakla birlikte, yetersiz görür. Kendisine şu soruyu sorar: “Kabil niçin şehvetin avı olmuştur?”. Yazar, yaptığı uzun tahlillerle, aynı anne ve babanın evlatlarının, aynı ortamda yetişmelerine rağmen, farklı davranmalarının nedenlerini inceler.
Biz, burada, onun uzun irdelemelerini değil, ulaştığı sebep-sonuç ilişkilerini çok kısaltılmış olarak vermekle yetineceğiz. Şeriati’ye göre, Habil, çoban olduğu için, henüz mülkiyet kavramı yoktur. Yani, sınıfsız, ilk “ortaklık toplumuna” bağlı insandır. Bu nedenle mal biriktirme gibi hırsları oluşmamıştır. Kabil ise, çiftçi olduğundan, toprak sahibidir. Dolayısıyla, iskân ve toprağa bağımlılık aşamasının ve sınıflı toplumun insanı -yazara göre- bireyin bireyi sömürmesi, bireysel mülkiyet ve insanın insana hükmetme döneminin insanıdır. İşte, sosyoloğumuza göre kardeşlerin aralarındaki tek fark, mülk sahibi olmanın oluşturduğu despotluk anlayışından gelmektedir.
Asırlardır insanlara ezberlettirilen hikâyeyi ve son dönem sosyologlarının analizlerini kısaca aktardık. Şimdi, anlatılanları, önce sorularımızla irdeleyelim, sonra Kur’an’ın anlatımına bakalım.
Sorulacak bir soru şudur. Aynı anne ve babadan dünyaya gelmelerine rağmen, farklı zamanda doğan ikizler, birbirleriyle çaprazlama evlendiklerinde, kardeşleriyle evlenmiş olmuyorlar mı?
Hikâyeye göre, Yüce Yaradan, Hz. Âdem ve Hz. Havva çiftine her defasında biri erkek biri kız olmak üzere ikiz çocuk veriyor. Burada akla şu soru geliyor. Kâinatı sıfırdan yaratmaya ve topraktan insan yaratmaya, Âdem ve eşine, her defasında biri kız biri erkek olacak şekilde ikiz çocuk vermeye gücü yeten Allah, niye başka bir çözüm üretmesin?
Akla gelen bir diğer sual de şu olabilir. Bütün kutsal kitaplarında, aile içi ilişkileri yasaklayan Yüce Yaradan, her şeye gücü yeter iken, insanlığın başlangıcında böyle bir uygulama yaparsa, inandırıcılığının kalmayacağını bilmez mi?
Şu anda insanlık tarihinin süresi hakkında net bir bilgi sahibi değiliz. Bilim insanlarının bize anlattıkları bilimsel bulgulara göre, insanlık tarihi, en az 70.000 yıllık geçmişe sahiptir. Buğday üretmeye başlanıldığı söylenen en eski tarih ise, 13.000 yıl öncesidir. Bilimin bize aktardıklarında sonradan elde edilecek bulgulara göre, elbette, süreler konusunda bazı değişiklikler olabilir. Ama ilk insanların buğday ürettiğini bilimsel olarak iddia etmek bilim tanımına ters düştüğü gibi, ispat edilmesi de mümkün değildir.
Bu gerçeğe rağmen, bir taraftan Hz. Âdem ve eşi ilk insandır, Habil ve Kabil, onların ilk çocuklarıdır diyeceğiz, diğer yandan, insanlığın daha birinci neslinde, çiftçiliğin ve toprak sahipliğinin başladığını iddia edeceğiz. Eğer Kabil, hikâyedeki gibi başak getirmişse, onun başak getirmesinin tek bir açıklaması olabilir. O da, ilâhi kaynaklı düşünüşle açıklanabilir ki, İslâm müfessirlerinin bazıları da bu şekilde izah ediyorlar. Yüce Yaradan’ın, Âdem’e başak gönderdiğini ve melekleri aracılığıyla, ona buğday yetiştirmesini öğrettirdiğini ifade ediyorlar. Her şeye gücü yeten Allah için, bunu yapmak, bizce, en basit işlerdendir. Ancak, böyle ilâhi bir olay gerçekleşmiş olsa bile, henüz, Âdem ve eşinin yeryüzüne indirilişlerinin başlangıcında, toprak sahipliğinden kaynaklanan mülkiyet hırsının oluşacağını, nasıl söyleyebiliriz? Sosyologların, Kabil’in kıza sahiplenmek isteğinin temelinde yatan sebebin, çiftçiliğinin, tarla sahipliğinin ve mülkiyet bilincinin olduğu yönünde savunmalarla açıklamalarının bir anlamı olabilir mi?
Diğer yandan, henüz hiçbir hayvan gurubu evcilleştirilememiş iken, hem de 22 yaşında öldürüldüğü söylenen ve insanlığın ilk dört kişisinden biri olduğu iddia edilen bir insanın, birkaç deveye değil de, deve sürüsüne sahip olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Deve sürüsüne sahip olma ihtiyacını hissetmesi için, yeryüzünde, kendilerinden başka, çok fazla sayıda insanların da var olması ve develeri ticaret amacıyla kullanmaları gerekmiyor mu?
Ayrıca, aynı anda yaşayan ve yeryüzündeki ilk dört kişiden ikisi oldukları iddia edilen iki kardeşten birinin deve sürüsü sahibi ama mülkiyet anlayışı olmayan, diğerinin çiftçi fakat mülkiyet kavramı gelişmiş olduğunu iddia etmenin, savunulabilecek bir yönü var mıdır?
Anlatılan ve ispatlanması mümkün olmayan bu hikâyeyi esas alarak, uzun uzun ve derin! yorumlar yaparak; hükmetme hırsının tarihi gelişimi, ekonomik yapının insanlar üzerindeki etkileri, mülkiyet kavramı, sınıf anlayışı ve tarih üzerine teoriler üreten sosyologlara, bundan sonra nasıl inanabiliriz?
Bu gibi sorulara, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl ile cevap aramaya çalışalım. Bu arayışımız sırasında, Allah’ın -sadece dünyayı ve insanları değil- bütün evreni hiç yoktan oluşturmaya gücü yeten bir yaratıcı olduğunu unutmadan düşünelim.
Bir taraftan bu sorulara cevaplar ararken, diğer yandan, Kur’an’daki, Hz. Âdemin iki oğlunun hikâyesinin anlatımına kulak verelim. Bu husus, Maide Suresinin 27-31inci ayetlerinde anlatılır. Ayetlere dikkat edersek, Habil ve Kabil isimlerinden bahsedilmez. Ayrıca aralarındaki tartışmanın sebebi olarak, Allah’a sundukları kurbanlardan sadece birinin kabul edilmesi gösterilir. Demek ki, anlatılan diğer bütün hikâyeler, bazı müfessirlerin, muhtemelen, kendilerinden önceki meşhur müfessirlerin düşüncelerini taklit ettikleri anlatımlardır. Veya kendi anlattıkları hikâyelerini, Kur’an aracılığıyla ispat edebilmek için, ya da başka saiklerle oluşturdukları uydurma olaylardır. Hikâyelerdeki amacın, Hz. Âdem’in ilk insan olduğunu ispat etme çabası olması ihtimali çok kuvvetlidir.
Acaba Hz. Âdem’in ilk olduğu şeklindeki bu düşünceleri, Kur’an ile örtüşüyor mu? İrdelemeye devam edelim.
Maide Suresi 27inci ayet: Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
28: “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
29: “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.”
30: “Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.”
31: Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.
Konuyla ilgili ayetlerde anlatılanlara bakıldığında, Kabil ve Habil ismi geçmemekte, sadece Âdem’in iki oğlu denilmektedir. Ayrıca kurbanı kabul edilmeyenin, kurbanı kabul edileni öldürmesinin sebebi olarak anlatılan evlenme ile ilgili hikâyelerin ve bir batında biri kız diğeri erkek olan ikiz kardeş doğduğu gibi olayların, Kur’an’da olmadığı anlaşılmaktadır. Hangi kardeşin, kurban olarak ne sunduğu belirtilmemiştir. Dolayısıyla, birinin deve sürüsü sahibi, diğerinin ziraatçilik yapan çiftçi olduğu şeklinde bir açıklama, Kur’an’da mevcut değildir.