EVRENİN YARATILIŞ SEBEBİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

EVRENİN YARATILIŞ SEBEBİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

Pozitif ilimlerle uğraşan insanların büyük bir kısmı, felsefecilerin çoğuna göre farklı fikirlere sahiptirler. Çünkü bilim insanları, buldukları verilerle göre karar verirler. Felsefeciler içerisinden bu verileri değerlendirerek fikir yürütenler vardır. Fakat genel olarak varsayımlar üzerinden yürürler. Zaten iyi bir bilim insanı, kötü bir felsefeci olur.

Bilim insanları,, kâinatın işleyişindeki düzeni, uyumu, derin matematiği anladıkça, evrenin oluşumunun tesadüf olamayacağını, bir üst zekâ tarafından organize edilmiş olması gerektiğini düşünürler.

Felsefecilerin bir kısmı ise, tek bir evren olmadığı, paralel evrenler olabileceği, her bir evrenin kendi içerisinde farklı kurallarının olmasının muhtemel olduğunu savunurlar. Bu iddialarının bilimsel açıdan mümkün olup olmadığı onlar için önemli değildir. Onların amacı, tek bir üst zekânın olmadığını, evrenlerin kendi iç dinamiklerinin olduğunu varsayarak, Tanrı fikrine karşı çıkmaktır. Onların bu düşüncelerine verilecek cevaplar, yazımızın konusu olmadığından, başka bir makalede ele alınmaya çalışılacaktır. Fakat burada, deist ve ateistler arasındaki tartışmalara kısaca değinmemiz, yazımızın başlığını neden bu şekilde belirlediğimizin anlaşılması açısından gereklidir.

Öncelikle, evren sayısının tek veya daha fazla olması, Tanrı fikrine karşı çıkan felsefecileri doğrulamaz. Bu durum, ilâhi bir üst zekâ olup olmadığı tartışmasını ortadan kaldırmaz.

Bu tartışmalarla ilgili olarak, deistlerin ateistlere karşı verdikleri meşhur bir örneği ele alırsak, daha belirgin bir anlayışa ulaşabiliriz. Tanrı fikrini savunan Hıristiyan din insanları, ateistlere şöyle derler: “Eğer bir maymun, önüne konulan daktilonun tuşlarına vurmaya başladıktan sonra Shakespeare’in bir eserini yazabiliyorlarsa, evrendeki oluşum ve gelişimin kendiliğinden var olduğunu kabul edeceğiz.”

Uzun yıllardır verilen bu örnekle ilgili olarak, gerçek bir uygulama yapılmış. Yirminci yüz yılın en ciddi ateist felsefecilerinden olan, fakat sonradan fikir değiştiren Antony Flew, bir kitabında bu konuyla ilgili bir bilgi verir. Flew’nun “Yanılmışım Tanrı Varmış” adlı eserinde verdiği ve İngiliz Ulusal Sanat Konseyi tarafından yapılan araştırma ve sonuçları şöyle:

Altı maymunun olduğu bir kafese, bir bilgisayar klavyesi koyarlar. Bir ay beklerler. Bir ay sonra elli tane yazılı kâğıt elde ederler. (Bu arada maymunlar, bilgisayar klavyesini tuvalet olarak kullanırlar.) Kâğıtlara baktıklarında, tek bir harften oluşan bir kelimenin bile olmadığını görürler. Bilindiği gibi İngilizcede “ben” kelimesi tek harfli “I” şeklindedir. Takdir edileceği gibi, bu harfin bir kelime olarak kabul edilmesi için, iki tarafında da boşluk olması şarttır. Elli sayfa içerisinde bu şekilde yazılmış ne bir “I” ne de “bir” anlamına gelen “A” kelimesi bulamazlar.

Sonra ihtimal hesapları yapmaya başlarlar. Hamlet eserinin bir yerinde geçen ve sadece 488 harften oluşan bir dörtlüğün, maymunlar tarafından yazılabilmesinin ihtimallerini hesaplarlar. Klavyede 26 harf olduğundan hareket ederek, böyle bir ihtimalin, 26’nın kendisiyle 488 defa çarpılması, yani 26 üzeri 488’de bir ihtimal olduğunu tespit ederler. Bunu 10’lu sisteme çevirdiklerinde, 10 üzeri 690 da bir ihtimal olduğunu ifade ederler. Demek ki maymunların, bilgisayar klavyesinin tuşlarına basarak bir cümle yazmaları ihtimali bile yok. Dolayısıyla evrenin kendiliğinden tesadüfen oluşmuş olması ve doğal seleksiyon ile kendini geliştirmesi ihtimali de yok.

Evrenin oluşumuyla ilgili tartışmaları bir başka zamana bırakarak, biz, Tanrı tarafından meydana getirilen kâinatın, nasıl oluştuğunu değil, niçin oluşturulduğu üzerinde düşünmeye devam edelim. Bazı bilim insanlarının sorduğu şekliyle, “Bing-Bang’den önce neler olduğu” konusunda fikir yürütmeye çalışalım. Bing-Bang, geçerliliği veya geçersizliği henüz ispatlanmamış bir teoridir. Fakat evrenin bir başlangıcının olduğunu göstermesi açısından, çok önemlidir.

Bizim de, yazımızın başlığıyla ilgili olarak serdedeceğimiz düşüncelerimiz de, geçerliliği veya geçersizliği -Yüce Yaradan açıkça bildirmedikçe- hiçbir zaman ispatlanamayacak fikirlerdir. Dolayısıyla sadece kendi fikir yürütmemizdir. Biz, bu düşüncelerimizdeki yanılgı payını, insan aklının verilerine göre azaltmak için, değişmeyen tek kutsal kaynak olan Kur’an’dan faydalanmaya çalışacağız.

İslâm Mutasavvıfları, kâinatın yaratılmasının sebebini “Allah’ın bilinmek istemesi” olarak görürler. Bu, gerçekten de makul bir nedendir. Fakat muhtemelen, tek sebep değildir. Çünkü eğer, sadece bilinmek isteseydi, melekleri yaratmakla yetinirdi. Kur’an’dan anladığımıza göre, melekler insanlardan önce yaratılmıştır. Yine Kur’an’a göre melekler, Yüce Yaradan’ın her emrini harfiyen yerine getirmektedirler. Melekler, hem Allah’ın her emrini yerine getiren, hem de Allah’ı bilen mahlûklar olduğuna göre, eğer başka sebep olmasaydı, Yüce Yaradan, melekleri yaratmakla iktifa ederdi.

Allah’ın, cinleri de insanlardan önce yarattığını Kur’an’dan anlıyoruz. Yine Kur’an’a göre cinlerin yaratılmasının amacı, Allah’a kulluk etmeleridir. Bu durumda kâinatın yaratılmasındaki ikinci bir sebep olarak, Allah’ın, Kendisine “kulluk” edilmesini arzulaması olabilir. Bu sebep de makuldür. Fakat buradaki soru, Yüce Yaradan’a “kulluk” edecek melekler ve farklı yapıdaki cinler mevcut iken, niçin insanları da yaratmayı düşündüğü olmalıdır. Eğer sebepler sadece yukarıdaki ikisi olsaydı, insanların yaratılmasına gerek olmadığı aşikârdır. Diğer taraftan, doğadaki bütün varlıklar Yüce Yaradan’ı tespih etmekte, yani Allah’a kulluk etmekte iken, niçin, meleklerin bozgunculuk yapacak dedikleri insanı yaratmış olabilir?

Günümüzdeki bilimsel bulguların sonuçlarına göre, evrenin bizce bilinen bölümündeki düzen, yer kürenin yaşamını sürdürebilmesi için organize edilmiştir. Antony Flew’nun aktardığına göre, Martin Rees, John Barrow ve John Leslie şu tespiti yapmışlardır: “En temel sabitlerden -örneğin ışık hızı veya bir elektron kütlesinde- birinin değerinde en ufak bir değişiklik gerçekleşmiş olsaydı, insan yaşamının gelişimine izin verebilecek hiçbir gezegenin oluşamayacağı hesaplanmaktadır.” (Flew’nun kitabında bu düşünceyi destekleyen bilimsel bulgular yeterince verilmiştir. İsteyenler faydalanabilir.)

Nitekim Fussilet Suresi 10, 11, 12, Bakara Suresi 29 ile Nahl Suresi 12inci ayetlere göre, Allah, yakın göğü ve diğer yedi göğü, dünyadaki düzen için kurguladığını anlatır.

Allah’a göre yaratmada zorluk yoktur. Ama buradan da anlaşıldığına göre, sadece melekleri ve cinleri yaratmış olmaya nispetle, insanları ve onların yaşamını sürdürebilmeleri adına gerekli olan sistemi yaratmak için, Allah, ek bir plan yapmıştır. Nitekim Kur’an, insanların kıyamet günü diriltilmelerinin, ilk yaratılmalarına göre daha kolay olduğundan bahseder. Bu durumda, insanları yaratmak için, Yüce Yaradan’ın başka bir sebebi daha olması ihtimali kuvvetlidir. İnsanlara verdiği özellikler (akıl, vicdan, irade, duygular, duyular gibi) dikkate alındığında, ortada daha etkili bir sebebin olması beklenilir.

Allah, muhtemelen, yarattığı muhteşem sistemin, yarattıklarına da faydalı olacak bir şekilde hizmet etmesini istemiş olabilir. Bu sebeple, insanları yaratmış ve insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli sistemi kurmuş olabilir. Allah’ın, insanlara, Kendisinden bazı özellikler yansıtması, bu yaratılışları daha anlamlı kılmıştır. Kur’an anlatımına göre, insanları, yeryüzünde Kendisinin vekil yöneticisi olacak şekilde kurgulamıştır.

Bu durumda, kâinatın yaratılışındaki bir başka önemli sebep, muhtemelen, Kendisinden özellikler yansıttığı, vekil yöneticisi yaptığı insanları yaratma arzusudur.

Böylece Yüce Yaradan, ilk iki arzusunun da gerçekleştiği bir ortam oluşturmuştur. Nitekim insanlar da, hem Allah’ı bilmektedirler, hem de Ona “kulluk” etmektedirler. İnsanlar, Allah’ı bilirken ve Ona kulluk yaparlarken, zorla veya öyle kurgulanmaları sebebiyle değil, kendi özgür iradeleriyle karar vermektedirler. Bu özgür karar verme durumu, yaratılış için düşündüğümüz muhtemel sebeplerin değerini de artırmaktadır. Allah’ın kâinatta kurduğu düzenin insana hizmet ediyor olması, sistemi daha bir anlamlı hale getirmektedir. İnsanların, özgür iradeleriyle, Allah’ı bile inkâr etme imkânlarının olması, evrenin yaratılışının anlamını daha da değerli kılmaktadır. İnsanların büyük çoğunluğunun –yaşadıkları zorluklara rağmen- bu dünyada daha fazla yaşamak istemeleri, bu dünya hayatının güzelliğini gösterir. Daha çok yaşamak için gayret sarfedilen bir dünya oluşturmak, yaratılışın anlamına anlam katar. Bu dünyadan sonra -insanlara göre ebedi nitelikte olan- cennet hayatıyla mükâfatlandırılacak olmak da, yaratılışın anlamına ayrı bir değer katıyor.

Allah’ın, insanlara verdiği –ama insanların çoğunun dikkate almadığı- değeri, Kur’an daha iyi aktarıyor. Bakara 34’te Yüce Yaradan, meleklerden, Hz. Âdem önünde saygı ile eğilmelerini istiyor. Enam Suresi 12’de, insanlara rahmetini kendi üzerine farz kıldığını ifade ediyor. Bu beyanının doğrultusunda da, insanlara sürekli yol gösteriyor. İnsanların, özgür iradeleriyle verecekleri kararlarında, Yüce Yaradan nezdindeki sahip oldukları değerli konumlarını idrak edebilmeleri için, çaba gösteriyor. İnsanlara, hem uyarıcı olarak peygamberler gönderiyor, hem de her bir insanı -insanların çoğu anlamamakta ısrar etseler de- çeşitli yöntemlerle uyarıyor. Böylece Allah, yaptığı yaratmaları daha anlamlı hale getirmeye çalışıyor.

Kâinatın yaratılış sebepleri üzerine yaptığımız bu fikri irdelemeler, sadece, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl ve kutsal kitabı Kur’an’dan anladıklarımız üzerinden oluşturduğumuz akıl yürütmeleridir. Gerçeği, sadece ve sadece Allah bilir.

Allah’ım, Senin, biz insanlara verdiğin değere layık olabilmemiz için, bizlere gösterdiğin yolları ve yaptığın uyarıları anlayacak anlayış ihsan eyle.

Senin her şeye gücün yeter.

Bu yazı Genel, YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.