EĞİTİMİN MERKEZİNE “İNSANLIĞI” KOYMAK
Önceki yazımızda, dünyada barışı ve huzuru tesis edebilmemiz için ekonominin merkezine “insanlığı” koymamız gerektiğini belirtmiştik. Bunu başarabilmemiz için aynı şeyi eğitimde de yapmamızın şart olduğunu öne sürmüştük.
Kapitalizmin yanlışlığını bütün dünya yaşayarak görüyor. Kapitalizme karşı yeni bir sistem iddiasıyla ortaya çıkan ve geniş alanda uygulanan sistem, sosyalizm oldu. Yöneticiler yeni kurdukları sistemlerine uygun insan yapısını oluşturabilmek için, eğitim anlayışlarında değişiklik yaptılar. Okumamış insanların sosyalizmi anlamayacaklarını düşünerek, eğitim seferberliği başlattılar.
Okuma-yazma oranını hızla yükselttiler. Fakat yine de, bir süre sonra kurdukları sistem çöktü. Çöküşle birlikte ülkeleri, derhal kapitalizmin etkisine girdi. Reddettikleri özel mülkiyete sahip olabilmek için yarış başladı. Eğitimlerinde dini dışlamışlardı. Sistem çökünce, insanlar dine eskisinden daha çok yöneldiler. Dolayısıyla insanlarına eğitim ile vermeye çalıştıkları yeni anlayışların, toplumun hiçbir kesiminde etkisinin olmadığı, örnekleriyle görüldü.
Yaşanan bu olaylar bize, eğitim konusundaki eksiklerimizi gösterdi. Öncelikle insanın yapısına ters gelen bir olguyu eğitim ile değiştirmenin mümkün olmadığı, özel mülkiyeti reddetmenin yanlışlığı anlaşıldı. İnsanların başarılı olmaktan amaçlarının ve beklentilerinin, sadece dünyevi anlamda teşekkür belgeleri veya aferin tebriklerinin olmadığı görüldü.
Bu açıdan bakılınca, eğitim yöntemindeki diğer bir önemli eksiklik, din anlayışının dışlanması olmuştur. Eğer eğitimlerde din dışlanmasaydı, insanların bazısı dünyevi teşekkür belgeleri yerine, Yüce Yaradan’dan almayı umut ettikleri takdirleri önemserler ve dolayısıyla davranışları farklı olabilirdi.
O halde eğitimin merkezine dünya ve ahireti birlikte koymalıyız. Merkezde, hem birey olarak insan olmalı hem de insanlık olmalı. Günümüzde dünyada uygulanan farklı eğitim yöntemleri bunlardan yalnız birini merkeze koymaktadır. Dünyanın çok geniş bir bölümü, merkeze birey olarak insanı koymaktadır. Böylece eğitim kurumları kapitalizmin harp akademilerine dönüşmektedir. Dünyadaki bazı küçük guruplar da, merkeze ahireti almaktadır. İnsanlardan -tabiri caizse- bu dünyadan “elini, ayağını çekmesi” istenmektedir.
Eğitimin gayesi, gençlerimizi, maddi başarının peşinde koşarken helâk etmek olmamalıdır. Eğitimin gayesi, insanları ezberle elde edilen bilgi yüklü varlıklar yapmak değildir. Eğitimin gayesi, gençlerimizi, birlikte okuduğu arkadaşlarıyla acımasız rekabete sokarak dostsuz bırakmaktır diyebilir miyiz?
Eğitime başlarken soracağımız ilk soru: “nasıl bir insan tipi yetiştireceğiz?” olmalıdır. İşte eğitimin merkezine “insanlığı” koymak anlayışı, bu sorunun cevabından doğmaktadır. Yetiştirmek istediğimiz insan, öncelikle şahsiyetli olmalıdır.
Bir insanın şahsiyetli olabilmesi, kendisine sahip çıkmasıyla başlar. Hayatla ilişkilerinde dürüst ve hareketli olmasıyla devam eder. Böyle olabilmesi için, kişinin bilgili olması gerekir. Ama bilgili olmak yetmez. Bu bilgisini kullanmasını bilmesi gerekir. Bilgiyi kullanmasını bilmesi, ezbere dayanmayıp kavramaya dayanan bilgi toplamayla başlar.
İşte eğitim yöntemlerimizde bilgiyi ezberle değil, araştırma ve kavramaya yönelik uygulamalarla vermeliyiz. Dünya çapında yapılan Pisa testleriyle ölçülmek istenenler, bize bu konuda yol gösterebilir.
Bilgiyi kullanmak için, sadece Pisa testlerinde başarılı olmak yetmez. Bilgiyi kullanmak için irade gücü gerekir. İnsanların iradelerini güçlendirmek için iki yöntem vardır. Biri, dünyevi bilgiler, diğeri uhrevi düşüncelerdir. Yani akli ilimler ve nakli ilimlerdir. Sadece akli ilimlerle iradeyi güçlendirmek, bir süre işe yarayabilir. Ancak, insanın iradesini kullanarak oluşturacağı davranışlarının merkezine “insanlığı” koyabilmesi, kişiyi dini bilgilerle desteklemekle olur.
İnsanların yapılarında var olan “toplumun zararına olan egolarını” törpülemek için, kanuni yasaklar yeterli olmaz. “İyi insan, topluma yaralı insan” olmanın erdemlerinden bahsetmenin de bir yere kadar faydası olur. Asıl olan insanların toplum içerisindeki davranışları değildir. İnsanları eğitirken, onların kimsenin görmediği ve bilmediği ortamlarda düzgün şeyler yapmasını sağlamayı hedeflemek gerekir.
Bu hedefe ulaşmak için dini bilgiler verilirken, insanın iç huzura erişmesi de hedeflenmelidir. Bu hedeflere ancak, Yüce Yaradan’ın değişmeyen Kitabı Kur’an’ın bizlere gösterdiği yolu takip ederek varabiliriz.
Allah, kâinatı dünya için, dünyayı da insan için kurgulamıştır. Bize verdiği nimetleri, bütün insanlar faydalansın diye yaratmıştır. Dolayısıyla bilim, teknik, din, doğa ve sanat insana hizmet etmelidir. İnsan da, diğer insanların ve canlı-cansız varlıkların haklarını vermekle yükümlü olduğunun şuuruna ermelidir. Yani, insanlığa hizmet etmekle sorumlu olduğunu bilmelidir.
Bu bilinç, şahsiyetli insan olabilmenin son merhalesidir. Çünkü insanın bilgiyi kullanabilmesi için, irade göstermesi de çoğu zaman yetmez. Ayrıca çaba sarf etmesi gerekir. Çaba için de, “istek” gerekir. İşte, istekli hale gelebilmek için, “insanlara hizmet etmekle, onlara haklarını vermekle yükümlü olduğunun” şuurunda olmak gerekir.
Eğitime başlarken soracağımız ikinci soru, “bu insan tipini ilköğretimde mi, yoksa üniversitede mi şekillendireceğiz?” olacaktır. Bunun cevabı gayet nettir. İnsanlar, ilköğretimden başlayarak en son eğitim aldığı kuruma kadar süreklilik oluşturacak şekilde, bütün kademelerde şekillendirilmelidir. Bunu yapmak da yetmez. Aile içerisinde, toplumda, basında, işyerinde yani hayatın her alanında aynı şekillendirme için gayret sarf edilmelidir.
Eğitime başlarken sorulması gereken başka sorular da vardır. Fakat diğer sorular ve hattâ ikinci sorunun ayrıntıları, ayrı birer yazı konusudur.
Allah’ım, bu dünyaya güzel eserler bırakabilmemiz için; bizlere yol göster, irade gücü ver, ilim ve hikmet ver.