DİNLER ARASI…

DİNLER ARASI ÇATIŞMALARIN SEBEPLERİ VE GERÇEK ARAYIŞI

Hem tek Tanrı inancındaki dinler, hem tek Tanrı inancı olmayan Budizm, Konfüçyüsizm gibi öğretiler, insanların huzurunu sağlama amacını güderler. Bu sebeple hepsinin de insanlardan istedikleri şeyler, birbirine benzer.

Bu kadar çok benzerliğe rağmen dini guruplar ve öğretiler arasında yoğun çatışmalar yaşanmasının bir sebebi grupçuluk anlayışıdır.

Guruplar, diğer gurupları anlamaya çalışmayıp, kendi anlayışlarının zenginliğini ve doğruluğunu savunmaya çalıştıkça, guruplar arası çatışmalar bitmemektedir.

Hâlbuki hiçbir dini gurup, ilk kuruluş saflığı ve anlayışında kalmamıştır. Değişmiştir. Bu değişikliği anlamayan gurup elemanları, tek doğru olanın kendileri olduğunu düşündükleri için, kendileriyle aynı sayılabilecek inanışa sahip diğer insanları bile dinden çıkmakla suçlayabilmektedir.

Tek Tanrılı dinlerdeki çatışmaların sebeplerinin başında, her gurubun kendi peygamberini dünyanın yaratılma sebebi gibi görmesidir. Bilhassa Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta bu algılama belirgin bir şekilde görülür.

Hıristiyan anlayışında Aziz Pavlus’un Kolosilere mektuplarında 1. Bölüm 15-16 da “Mesih İsa görünmez Allah’ın sureti, bütün hilkatin (yaratıkların) ilk doğanıdır. Göklerde ve yeryüzünde her şey O’nun vasıtasıyla yaratılmıştır” inancı oluşturulmuştur.

Müslüman anlayışta ise Kur’an’da olmadığı halde, sonradan yapılan yorumlarla bazı anlayış değişiklikleri yapılmıştır. İlk yaratılan ruhun Hz. Muhammed’in ruhu olduğu ve kâinatın O’nun yüzsuyu hürmetine yaratıldığı inancı oluşturulmuştur. Hz. Muhammed “kâinatın efendisi” olarak algılanmaktadır.

Hâlbuki daha önceki bir yazımızda Kur’an ayetlerini yazarak kâinattaki tek şuurlu varlığın insan olmadığını vurgulamıştık. Hattâ Kur’an’ı Kerim’de, Allah’ın “insanı yarattıklarımızdan bazılarına üstün kıldık” diyerek, kâinatta insanlardan üstün varlıklar olduğunu bizlere bildirdiğini belirtmiştik.

Dolayısıyla bütün kâinatta ilk doğan veya yaratılanın bir insan veya bir insanın ruhu olması ihtimal olsa bile, kimse kesin bir iddiada bulunamaz.

Zaten Kur’an, Hz. İsa için sürekli olarak “Meryem oğlu“ diye bahseder. Hz. Muhammed için Duha Suresinde 3,7,8,9 ve10. ayetlerde “Rabbin sana veda etmedi ve darılmadı. O seni yetim iken barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken seçip yola koymadı mı? Ve seni bir yoksul iken seçip zengin etmedi mi? O halde sakın yetimi hakir görme. El açıp isteyeni azarlama” denilir.

Hıristiyanların Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu gibi görmelerinin sebeplerinden birisi, o dönemde Yahudilerdeki Mesih beklentisidir. Bilhassa Aziz Pavlus bu beklentiye karşılık vermek için, yaptığı bir Şam seyahati sırasında, Hz. İsa’nın dirilerek kendine göründüğünü, yani yaşadığını ve Tanrı’nın oğlu olduğunu iddia etmiştir.

Bilindiği gibi Aziz Pavlus, başlangıçta koyu bir Yahudi tarikatı üyesidir ve en azılı Hıristiyan düşmanıdır. Hz. İsa ile doğrudan karşılaşmamıştır ve 12 Havari arasında değildir. Fakat Pavlus az sayıda olan Roma vatandaşı haklarına sahip olduğu için çok dolaşmıştır. Aynı zamanda çok yazmıştır. Bu sebeple Hıristiyanlık anlayışının ve Hıristiyanlığı temsil eden Kilise’nin oluşumunda çok etkili olmuştur.

Hz. İsa için Yuhanna İncili 1. Kitapta 2. Bölüm 2 de “Kendisi günahlarımıza ve yalnız bizim günahlarımıza değil, fakat bütün dünyaya kefarettir” diye yazılarak Hz. İsa’nın Allah’ın kararlarını yönlendirdiği imajı oluşturulmuştur.

Hz. Muhammed için de Müslümanlar benzer şekilde “Hz. Muhammed ahirette şefaat edecek ve kalbinde hardal tanesi kadar iyilik olanlar cennete girecek” denilerek Allah’ın kararlarını yönlendirdiği algısı oluşturulmuştur.

Bu ve benzeri anlayışlar, tek olan ve her şeye gücü yeten Tanrı inancının insanlar arasında layıkıyla ve yalın gerçekliğiyle algılanmasını önlemektedir.

Hâlbuki bütün peygamberler, aynı Allah’ın bizlere yol göstermek için seçtiği elçilerdir. Hepsinin hayatı, insanlara örnek olacak olaylarla doludur.

Hz. Musa, hemşerisine bilinçsizce yardım etmek isterken katil olmuştur. Ama sonrasında Allah’ın lütfuyla kendini düzeltmiştir. Mucizesi, Allah ile konuşmasıdır.

Hz. İsa’nın doğumu, Allah’ın bizlere Hz. Âdem’in yaratılışını anlamamız için oluşturduğunu Kur’an’da söylediği bir vakadır. Diğer öğretilerde de benzer şekilde bir algılama vardır. İmparatorları için Japonlarda güneşin oğlu ve Çin’de göğün oğlu olarak bahsedilir. Hz. İsa’nın mucizesi, doğumu ve sonrasında Allah’ın verdiği lütufla hastaları iyileştirmesi, ölü kuşları diriltmesidir.

Hz. Muhammed, yetim büyümüş ve okuma yazma bilmeyen bir kişi olmasına rağmen uyguladığı strateji ve insan ilişkileriyle sağlığında dini yerleştirdi, devletini kurdu. Mucizesi, kendisine iletilen bizatihi Kur’an’ın kendisidir.

Yüce Yaradan’ın “kendisinde bir sebat bulamadık” dediği Hz. Âdem dâhil bütün peygamberler, Allah’ın seçtiği ve sevdiği kullarıdır. Kur’an’da en çok övülen ise Hz. İbrahim’dir. Kur’an Nisa Suresi 125. ayette “……Allah onu dost edindi” der.

Hz. Muhammed son peygamber olduğu için, Kur’an’da her ümmet ve o ümmetin peygamberleri çağrıldığında hepsine şahit olarak Hz. Muhammed’in çağrılacağı anlatılır.

Demek oluyor ki, bizler peygamberlerin birbirlerine üstünlüğünü tartışırsak birbirimizle anlaşamayız. Ama Allah’ın dini üzerinde istişare edersek kolayca birleşebiliriz.

Eski Yunanlı 7 bilgeden Sokrates’e, Konfüçyüs’ten Buda’ya kadar bütün bilgeler insanların huzuru için fikir geliştirmişlerdir. İnsanları erdemli olmaya, düşünmeye davet eden yapılardan dolayı bu insanların bazılarının peygamber olabileceğini düşünenler vardır.

Diğer taraftan Allah Kur’an’da Bakara 251 de “…..Allah’ın insanların bazılarını bazılarıyla defetmesi olmasaydı, dünyada düzen bozulurdu” dediğine göre, dünyada insanların huzurunu sağlamakla görevlendirilip desteklenenler sadece peygamberler değil. Çevremizdeki herhangi bir güzel insan da, Allah tarafından böyle ulvi bir amaçla destekleniyor olabilir.

İnsanlar arasında gerçek bir istişarenin olabilmesi ve birbirlerini etkileyebilmeleri için öncelikle kendilerinin inandıklarını yaşayabilmeleri şarttır.

İnandığını yaşayanlar çoğaldıkça Dünya daha da güzelleşecektir. Çünkü Fransız Theilhard de Chardin’in (1881-1955) dediği gibi, “tapmak” anlayışı zamanla şöyle değişmiştir: “Bir zamanlar tapmak, yaratıkları Tanrı’ya bağlayarak ve kurban ederek O’nu her şeye tercih etmekti. Çağımızda ise tapmak, kendisini tamamıyla yaratma eylemine sunmak ve dünyayı mükemmelleştirmek çaba ve keşiflerinde Tanrı’yla ortak olmaktır.”

Sonuç olarak Yüce Yaradan’ın bizlere verdiği akıl ve irade sayesinde insanlık, tarih boyunca erdemi, huzuru ve insanlığı aramış ve tanımlamaya çalışmıştır. Bütün tek Tanrılı dinlerin ve öğretilerin amacı aynı olmuştur. Farklılıklar, bencil insanlardan kaynaklanan yanlış uygulamalardır.

Bütün bunları toparlayarak hak ve adaleti tesis edecek olanlar, söylemlerini mümkün olduğunca yaşayan ve (en azından bugünden sonra yaşayacak) önderlerdir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.