DİNİ SİYASETE ALET ETMEK

İSLÂM’A GÖRE, DİN VE SİYASET BİRBİRİNE ALET EDİLEMEZ

 

Bu sitedeki önceki bir yazımızda halifelik makamının dinen değil, devlet işleri açısından olduğunu belirtmiştik. Yani din işleri ayrı devlet işleri ayrıdır. Yine bir önceki yazımızda Kur’an’da anlatılan ve siyaset insanlarının uyması gereken 5 önemli hususu aktarmıştık.

Peki, din ve siyaset başarı için birbirini kullanabilir mi? Bu konuda en güzel uygulamaları, son peygamber ve Allah’ın sevdiği kulu Hz. Muhammed (s.a.v.) yapmıştır. Peygamberlerin içerisinde hayatı hakkında en çok şey bilinen nebinin Hz. Muhammed olması dolayısıyla, verilen örnekler daha güvenilirdir.

İlk örnek Bedir Savaşıyla ilgili. Hz. Peygamber kuyuların bulunduğu Bedir bölgesine varınca, karşısına çıkan ilk kuyularda konaklanması emrini vermişti. Bunu gören sahabeden El Hubab bin el Münzir Hz. Muhammed’in yanına gelerek ”burada konaklamayı Allah mı istedi? Yoksa senin stratejin mi?” diye sordu.

Son peygamber, kendi fikri olduğunu söyledi. Bunun üzerine Münzir, düşmanın geleceği yolun en yakınındaki kuyuda konaklanmasını teklif etti. Hz. Muhammed El Hubab’ın bu açıklamasını uygun buldu. Derhal ordunun yerini değiştirdi.

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, “ben hem peygamberim, hem de ordu komutanıyım. Benim dediğim olsun” demedi. Dini siyasete yani yönetim işlerine alet etmedi.

Nitekim sonraki Uhud ve Hendek Savaşları öncesinde de sahabeleriyle yaptığı istişareden çıkan sonuca uydu. Uhud Savaşı öncesinde İslâm’a yeni katılanlar ve gençler, düşmanı dışarda karşılamak gerektiğini savundular. Hz. Peygamber, Medine’de kalmak taraftarı oldu. Sonunda çoğunluğun fikri çıkmak olunca, Medine’den çıkıldı.

Hattâ yolda gidilirken Abdullah bin Üvey, Hz. Peygamberi gençleri dinlemekle suçladı. Kendisine bağlı 300 askeriyle geri Medine’ye döndü. Kalan sahabeler 700 kişi idi. Düşman 3000 kişiyle geliyordu. Hz. Muhammed bu çok sıkıntılı duruma rağmen, dini, yönetim işlerine karıştırmadı. Kalanlarla yola devam etti. Hâlbuki kendisi de Abdullah bin Üvey ile aynı fikri savunmuştu.

Benzer durum Hendek Savaşı öncesinde de vuku buldu. Sahabeden Selman-ı Farisi şehrin etrafına hendek kazılmasını teklif etti. Hz. Peygamber ise, düşmanları Medine dışında karşılamak gerektiğini savundu. Fakat sahabenin çoğu, hendek kazılması fikrine destek verdi. Hz. Muhammed de, çoğunluğun düşüncesini kabul etti.

Hendek kazılması çalışmaları bir hafta sürdü. Bu esnada Hz. Peygamber, yine bizlere örnek olacak davranışlarda bulundu. Dini konumu ile devlet işlerini birbirinden ayırdı. Kendisi de elinde kürekle, kazı işlerinde çalıştı. Kazı yaparken kimi zaman Allah’a dua etti, yalvardı. Kimi zaman türkü söyleyerek sahabelerini neşelendirdi ve morallerini yükseltti. Hz. Muhammed’in sadece bu davranışı bile, din ile devlet işlerini nasıl ayırdığını ve sıradan bir insan gibi davranmak gerektiğini gösteren şaheser örnektir.

Hz. Muhammed’in hayatına ve sahabelere davranışlarına baktığımızda, her zaman din ile yönetim işlerini ayırdığını görürüz. Bahsettiğimiz üç savaşta da din ile devlet işlerini karıştırıp kararlarını ona göre verseydi, ihtimal ki sonuçlar çok farklı olurdu. Zaten eğer din ile devlet işlerinde ayrım yapmasaydı, muhakkak ki Allah tarafından uyarılırdı.

Nitekim Kur’an’da Hz. Peygamber’e “Allah seni affetsin, neden onlara izin verdin?” şeklinde uyarılar yapılmıştır. Benzer şekilde “iyi ki sen onlara nobran (kırıcı) davranmadın, yoksa dağılır giderlerdi” gibi ayetlerle Hz. Muhammed’in uygulamaları Yüce Yaradan tarafından takdir edilmiştir.

Siyasetin yani devlet yönetiminin dine alet edilmesinin Kur’an’daki en belirgin örneği, Firavundur. Firavun devleti yönetmekten gelen gücünü, dine alet ederek kendisini tanrı yerine koymak istemiştir.

Diğer taraftan Müslümanların Hz. Peygamber komutasında yaptıkları Huneyn Savaşı da, yöneticiliğin dine alet edilmesine örnek olarak görülebilir. Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn Savaşı öncesinde Müslümanlar, o güne kadar topladıkları en büyük orduyu kurmuşlardır.

Müslümanlar daha önceleri azınlıkta iken, Allah’ın yardımı ile birçok savaş kazanmışlardı. Şimdi ise, düşmandan çok idiler. Nasıl olsa Allah da kendilerine yardım ediyordu. Dolayısıyla bu savaşı Allah’ın yardımıyla kesin olarak kazanacaklarını düşünüyorlardı. Yani yöneticiliği, dine alet ettiler. İşlerini daha çok Allah’a havale ettiler. Bu sebeple ciddi bir tedbir almadan, Huneyn Vadisinin geçidine girdiler. Geçidin ortasında baskına uğradılar ve bozgun şeklinde kaçmaya başladılar.

Yüce Yaradan, Müslümanlara gerekli dersi verdikten sonra, yardım elini uzattı. Müslümanlar galip geldiler. Kur’an bu durumu şöyle anlatır:

Tövbe Suresi 25: “İnkâr kabul etmez bir durumdur ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Özellikle Huneyn Günü ki, o gün kendi çokluğunuz size güven vermişti de o gün size onun bir faydası olmamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak gerisin geri dönüp kaçmaya başlamıştınız.”

26: “Sonra Allah, Resulünün üzerine ve müminlerin üzerine sekinetini (kalplere huzur veren rahmetini) indirdi ve gözle görmediğiniz ordular indirdi de kendisini tanımayan kâfirleri azaba uğrattı. Ve o kâfirlerin cezası işte budur.”

Kur’an’a göre konu bu kadar net iken maalesef her dönemde dini siyasete alet ve siyaseti dine alet edenler çıkmıştır. Ancak yakından incelendiğinde hiçbiri uzun vadede başarılı olmamıştır. Ayrıca böyle yapanların iç dünyaları, hep fırtınalı olmuştur. Dıştan görkemli görülen hayatları, içten zehir olmuştur. Çünkü bütün söylemleri yalan üzerine kurulmuştur. Yalana da bir bulaşıldı mı, çıkmak çok zordur.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.