DİNDARLIK TESBİTİ

DİNDARLIK VE MODERNLİK

 

Din sosyologları yaptıkları dindarlık araştırmalarında, mabetlere gidiş oranları üzerinden yorum yaparlar. Böyle düşünmelerinin sebebi, dini, sadece bir sosyal kurum olarak görmeleridir.

Dinin sosyal kurum olma özelliği vardır. Ancak din daha çok bir anlam sistemidir. İdrak ve tefekkür temeline dayanarak hayatı anlamlandıran bir olgudur. Hattâ hayatın kendisidir denilebilir. Din, içinde yaşadığımız hayatı anlamlandırdığı oranda değer kazanır.

Aristo, insanın en değerli özelliğinin, konuşması ya da aklı (logos) değil, idrak ve tefekkür kabiliyeti (nous) olduğunu söyler. Tefekkür dünyasının da, sözlerle ifade edilemeyeceğinin altını çizer.

Dini, sosyal bir kurum olarak değerlendiren sosyologlar, genel anlamda Hıristiyan âleminde Kiliselere gidiş üzerinden değerlendirme yapmışlardır. Ama önceki yazımızda da belirtiğimiz gibi, yorumları yanlıştır. Çünkü bir olayın meydana gelmesi için birçok etken var olmasına rağmen, sosyologlar teorilerini ve yorumlarını tek bir etken üzerine kuruyorlar. Hattâ tek bir dönemi inceleyerek fikir yürütüyorlar. Bunlara ilaveten, bütün bir dönemi ve o dönemdeki bütün insanları kapsayan bir tanımlamanın gerçeği yansıtması beklenemez.

Bu araştırmayı, Müslümanlar arasındaki Camiye gidenler üzerinde yapsalardı, yine aynı hataya düşerlerdi. Camiye gitmenin şartları, Kiliseye gitmekten çok daha zordur. Camiye gitmek için abdest alacaksın, ayakkabılarını çıkaracaksın, yere diz çöküp oturacaksın. Bütün bunları gün içerisinde birkaç defa yapacaksın. Ama bunların hiçbiri Kilisede yok. Dolayısıyla Camiye gitmenin ön şartlarını yerine getirerek giden bir insanın, dindar olması ihtimali daha çoktur.

Ancak aynı düz mantığı Camiye gitmeyenler için kullanalım. Üretim ilişkilerinin değişmesi ve hayatın hızından dolayı, Camiye gidemeyen insanların dindar olmadıklarını kim iddia edebilir? Kiliselerin asırlardır halkta oluşan izlenimleri, binalarının içerisine insanların korkarak girmelerine vesile olan mimarileri, Tanrı’nın üçlü kişiliği (trinity) gibi konulardaki tutarsızlığının insanlar üzerindeki itici etkisi dikkate alındığında, Kiliseye gitmeyenlerin dindar olmadıkları da iddia edilemez.

O halde Aristo’nun dediği gibi, dinin öğretilerinin insanlar tarafından nasıl idrak edildiğinin araştırılması daha önemlidir. Kiliseye gitme oranı %2 civarında olan İzlanda’da bu açılardan inceleme yapılmış. Bulgular şöyle;

Dünya Değerler Araştırması (World Values Survey) raporuna göre; İzlandalıların %81’ri ölümden sonraki hayata, %88’i ruhun varlığına, %40’ı da reenkarnasyona inanıyor. Hıristiyanlık anlayışı dışındaki reenkarnasyon inancının çokluğu, Hıristiyanlığın sorulara cevaplarının yetersiz görüldüğünü ve bir arayışın olduğunu gösterir.

Tanrı’ya Kilise dışında hangi sıklıkla dua edersiniz sorusuna İzlandalıların %82’ si “bazen”, %25’i “oldukça sık” diye cevap vermiştir. Kendini ateist olarak niteleyenlerin oranı sadece %2,4 dür.

Demek ki, İzlandalıların dini konulardaki idrakleri iyi seviyededir. İzlanda’daki eğitim seviyesinin yüksek olması, sorularına daha mantıklı cevap bulacakları bir dini anlatım ve uygulamayla karşılaştıklarında, bu idrakin tefekküre dönüşebileceğini gösterir.

Bir asır önce bütün dünyadaki dindar insanlar, ağırlıklı olarak fakir halk idi. Ama günümüzde, eğitimli insanlar arasında dindarlık hızla artıyor. Bilim insanları arasındaki dindarlık anlayışında ise, bir asır öncesine göre pek bir değişiklik yok. Geçmişte de, pozitif bilim insanlarının yaklaşık %50’si Tanrı’ya inandığını belirtiyorlardı. Şimdi de benzer oran var. Sosyal bilimler içindeki dindar oranı, geçmişte de pozitif bilimlerinkinin yarısı civarında olmuştur. Şimdi de benzer orandadır.

Doğal bilimlerle uğraşanlar, her şeyin hesap üzerine yaratıldığını ve kendi sınırlarının olduğunu deneylerle görürler. Bu sebeple onlar sadece “nasıl” sorusuna cevap ararlar. Felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi sosyal bilimler ise, “niçin” sorusuna cevap arama iddiasındadırlar. Hâlbuki “niçin” sorusuna cevap vermek dinlerin ve Yüce Yaratıcının işidir. Nitekim felsefeyi en iyi tanımlayan söz “felsefe yapmak, yolda olmaktır” deyimidir. Dolayısıyla felsefe sürekli cevap alamaz. Cevabı bulduğunda felsefe biter.

Sosyologlar henüz, dini çeşitliliği açıklayacak, dindarlığın çeşitli yönlerinin ne zaman ve niçin yükselip düştüğünü veya sabit kaldığını açıklayacak bir teori geliştiremediler. Geliştirmeleri de pek mümkün görünmüyor.

Ancak bazı kabuller yapabileceğimiz veriler var. ABD; Avrupa, SSCB, İran ve Türkiye gibi ülkelerde, gerek sekülerizmin dini yok edeceğini düşünen aydınların halka tepeden bakan tavırlarının, gerekse yöneticilerin halkın dini duygularını yok sayacak nitelikteki davranışlarının ve baskılarının, dindarlığın artmasına sebep olduğu bir gerçektir.

Benzer şekilde, yöneticilerin din kurallarını uygulama konusunda halka baskı yaptığı ülkelerde, dinden kaçış görülmektedir. Nasıl ki insanların dışa dönük uzuvları dıştan gelecek darbelere karşı daha güçlü ise, insan da öyledir. Nasıl insanın karnı, boğazı, dirseğinin iç tarafı darbelere karşı zayıfsa, ruhu da öyledir. Demek ki, insanlar dıştan gelen baskılara karşı daha dirençliler. Dolayısıyla dıştan yapmak genelde ters sonuç doğuruyor.

Tarihte de böyle olmuştur. Roma Devleti’nin Hıristiyanlığı kabul eden insanlara, hem de ağır baskılar yapması işe yaramamıştır. Hıristiyanlığın etkili hale gelmesinden sonra, Kilise’nin insanlara baskı yapması da bir işe yaramamıştır. Dindarlık hızla yayılmamıştır. Avusturya, Almanya, İngiltere 9. yüz yılda, İsveç 12., Finlandiya 13. asırda Hıristiyanlaşmıştır.

Eski dönemlerde Kiliseye gitme oranı, şimdikinden fazla yüksek değildi. Aksine Kiliselerde yaşanan olaylara bakılırsa, günümüzde insanlar Kiliselerde daha saygılı davranıyorlar. Çünkü günümüzde Kilisenin baskısı, geçmişle kıyaslanamayacak kadar az. İnsanlar kendi istekleriyle gidiyorlar ve din eğitimli kişiler arasında yayıldı.

Eskiden cemaatler, kapalı bir yapı oluştururlar ve bozuk olduğunu düşündükleri toplumdaki kötülüklere birlikte direnirlerdi. Günümüzde hızlanan tabii değişime ve kitle iletişimine ilaveten modern şehir hayatının varlığı, eski anlayışta bir cemaatin oluşumunu zorlaştırmaktadır. Cemaat dayanışmaları artık, manevi dayanışmadan ziyade, maddi ortaklığa dönüşmektedir. ABD ve Avrupa’daki Kilise okullarının, İslâm ülkelerinin bazılarındaki cemaat ve tarikatların büyük çoğunluğunun amaçları, daha maddeten daha güçlü olmak haline gelmiştir.

Böyle kuruluşların içerisinde manevi dayanışmayı daha çok başarabilenler, debdebeden uzak ve çerçeveyi fazla geniş tutmayan faaliyetler yapanlardır.

Sorulacak asıl soru, günümüzde insanlığın huzuru için neler yapılabileceğidir. Bu sorunun tılsımlı bir cevabı yoktur. Ama yapılabilecek çok farklı alanlarda ve çok sayıda uygulamalar vardır. Yapılabileceklerin bazılarını, burada aktardıklarımızın ışığında, bir sonraki yazımızda işlemeye çalışacağız.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.