BUDİZM VE TEK TANRILI DİNLER 2

BUDİZM VE TEK TANRILI DİNLER 2

 

Birinci yazımızda Budizm’in din olmadığı, ancak doktrinden de ileri olduğunu ifade ederek, Tanrısı olmayan bir dini öğreti olarak tanımlamıştık. Bazı yazarlara göre Budizm, en ahlâki dini öğretidir. Onlara göre Budizm’in ahlâkının özü, “zarar vermeyeceksin” düsturudur.

Gerçekten de bu düstur çok güzeldir. Bir dini öğreti için gereklidir. Bu düsturu, “kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, başkasına yapma” şeklinde ifade edersek, hata yapmış olmayız. Çünkü makul düşünen hiç bir insan, kendisine zarar vermek istemez. Kimse, bir kesici aleti, bir sebep yokken ve isteyerek kendisine batırıp yaralamak veya mecbur kalmadıkça baştan zarar edeceği işe bilerek girmez. Dolayısıyla, “kendisine zarar verilmesini istemeyen bir insan, başkasına zarar vermemeye çalışmalıdır” anlamına gelen bu düstur, hemen bütün semavi dinlerde tavsiye edilmiştir.

M.S. birinci yüz yılda yaşamış Yahudi bilgelerinden Hilel, ahlâk konusunda şöyle söylemiştir: “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, başkasına yapma. Bütün Tevrat’ın özü budur. Diğer her şey, açıklamalardan ibarettir.”

Hz. İsa’nın bu konuda kullandığı ifadeyi, Matta ve Luka İncilleri aynı şekilde kayda geçmişlerdir: “İnsanların size nasıl davranmalarını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın.”

Hz. Muhammed’in, bu hususla ilgili olarak üzerinde mutabakata varılan sözü şöyledir: “Başkasının ayıp ve kusurlarını söyleyeceğin zaman, derhal kendi kusurunu hatırla.”

Görüldüğü gibi, ilâhi dinlerin peygamberlerinin ifadeleri aynı temele dayanıyor. Yüce Yaradan da, kutsal kitaplarında benzer öğütleri veriyor.

Nisa Suresi 4/58: “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”

4/135: “Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın.”

Maide Suresi 5/8: “Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin.”

Nahl Suresi 16/90: “Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.”

Başkasına zarar vermeyeceksin diyen Budizm’deki bir başka kural, cömertliktir (dana, yani bağış). Bilhassa keşişlere cömert davranarak yemek verilmesi öğütlenir. Buda’ya göre cömertliğin amacı, insanın kendi egosuna (nefsine) bağlanmasının üstesinden gelmektir. Çünkü verici olmak, fedakârlık hissi oluşturur ve açgözlülüğü önler. Bir diğer maksadı ise, keşişlere yardımcı olunarak, aidiyet hissinin yeşermesini sağlamaktır.

Budizm’deki cömertlik ilkesine sadece halkın değil, bazı tüccarların ve kralların da uyması, Budizm’in günümüze kadar gelmesinde etkili olmuştur.

Arnie Kozak’ın kitabında Profesör Trainor’dan aktardığına göre, cömertlik anlayışını çok ileriye taşıyan insanlar da olmuştur. Trainor, Kral Sirisanghabodhi’nin yüce gönüllülüğün timsali olduğunu şu örnekle anlatır: Dördüncü yüz yılda yaşamış bu Sri Lanka kralı, hazinedarının planladığı bir darbeyle tahtından oldu. Sidarta Guatoma nasıl sarayı terk ederek yollara düştüyse, o da öyle gezgin bir keşiş oldu. Paranoyaya kapılan yeni kral, Sirisanghabodhi’ye gösterilen sevgiden endişe duydu ve keşişin başına ödül koydu. Bir gün, yoksul bir adam yemeğini Sirisanghabodhi ile paylaştı ve ona üzerine konulan ödülden bahsetti. Kral bu haberi duyduğuna ve hem bu cömertliğin karşılığı olarak hem de kendi cömertliğinde de mükemmelliğe ulaşmak için, yoksul adama kellesini almasını söyledi. Fakir adam duraksadığı anda da, Sirisanghabodhi, kendi kafasını kendi kesti.”

Yukarıda aktarılan bu hikâyenin doğruluğunu kabul etsek bile, cömertlik hususunda en uç örnek olacağı açıktır. Ancak, diğer taraftan da, Budizm’deki, kendine doğru yaptığı öz cömertlik anlayışına da bir örnektir. Takdir edileceği gibi, dışarıya karşı cömertlik yapmak, kendi özüne karşı cömertlik yapmaktan çok daha kolaydır.

Budizm’deki bu ortamı, Yüce Yaradan’ın öğütleriyle karşılaştıralım. Tek olan Tanrı, kendi özümüze olan cömertliğimizin göstergesinin, nefsimizin bütün isteklerine karşı çıkmak olmadığını ifade etmektedir. Nefsimize karşı tavırlarımıza bir sınır koymaktadır. Bizlerden, nefsimizi öldürmememizi istemektedir.

Nisa Suresi 4/29. ayet: “Ey inanalar, mallarınızı aranızda batılla yemeyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret olursa başka. Nefislerinizi de öldürmeyin. Doğrusu Allah size karşı çok merhametlidir.”

Nefsinizi öldürmeyin demekten maksat, nefsimize zulmetmeyip, Yüce Yaradan’ın verdiği nimetlerden imkânlarımız ölçüsünde ve helâlinden yararlanmaktır.

Maide Suresi 5/87. ayet: “Ey inananlar, Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin. Çünkü Allah sınırı aşanları sevmez.”

Araf Suresi 7/32: De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, bu dünya hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur”. İşte böylece biz ayetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz.

Ayetlere bakıldığında, Yüce Yaradan, bizlerden, başkalarının haklarına tecavüz etmememizi istediği gibi, kendi vücudumuza da gereksiz yere zarar vermememizi öğütlüyor.  Tanrı’nın helâl kıldığı şeyleri haram gibi görerek haddi aşmamamızı istiyor.

Budizm’deki, başkalarına karşı yapılan cömertlik hususunda da, Yüce Yaradan, bizlere benzer yolları göstermektedir. Bilhassa infak, yani paylaşma hususundaki ayetler, dışarıya karşı cömertliğin de sınırını çizmektedir. Tek olan Tanrı’ya göre cömertlik bir mecburiyettir. Çünkü varlıklı olanların mallarında başka bazılarının hakkı vardır.

Mearic Suresi 70/24: “Onların mallarında belli bir hak vardır,

25: “Hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul için.”

Bakara Suresi 2/215: “Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.”

Cömertliğe de bir sınır koymaktadır: İsra Suresi 17/26: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma.”

27: “Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”

29: “Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.”

Yüce Yaradan’ın yaptığı bu tavsiyeler, bizim hayatımızı zorlaştırmamızı önlemeye yöneliktir. Hayatımızı zorlaştırmadığımız ve dengeli yaşadığımız sürece, nefsimize yenilme ihtimalimiz azalmaktadır.

Nefsimize zulmedilmemesi gerektiği gerçeğinin, bizzat en uç noktada yaşayarak farkına varan Buda da, kendimize eziyet edecek kadar nimetlerden uzak kalmayıp, orta yolu tutmamızı istemiştir. Buda’nın bu öğüdüne rağmen, Budizm’de sonradan kendiliğinden oluşan bazı kurallar vardır. Bunlardan birisi keşişlerle ilgilidir. Bu kurala göre keşişler, öğle yemeğinden sonra limon ve su hariç yemek yememeli, müzik dinlememeli, müzik aleti çalmamalı, şarkı söylememeli veya dans etmemeli, bedenini güzel kokularla veya çiçekli askılarla süslememeli, konforlu yataklarda yatmamalıdır. Özel durumlarda, keşiş olmayan üyelerden de bu kurallara uymaları istenir.

Yukarıda Araf Suresi 32inci ayette de örneğini verdiğimiz üzere, Yüce Yaradan, insanlara böyle bir sınırlama koymaz. Tek olan Tanrı, insanlardan, her zaman dengeli davranmalarını, başkalarına zarar vermeden, aşırıya kaçmadan helâl yollardan yürümelerini ister.

Görüldüğü üzere, Buda’nın deneyimleyerek ulaştığı sonuçlar, Yüce Yaradan’ın insanlara yaptığı öğütleriyle çok yakın bir benzerlik arz etmektedir. Buda’nın gösterdiği gayretlerin bize anlattığı şey, insanlar, Yüce Yaradan’ın kendilerine verdiği akıl, vicdan ve iradeyi bilgece bir üslupla düzgün yönde kullanırlarsa, güzel sonuçlara ulaşabilirler.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.