BUDİZM VE TEK TANRILI DİNLER 1
Budizm’in bir din mi, doktrin mi, yoksa bir öğreti mi olduğu hep tartışılmıştır. Budizm’in din olmadığını savunanlar, “bir Tanrısı, dünyayı, yaşamı yaratan ve yarattıklarının hayatına müdahale eden bir Yüce varlığı” bulunmadığı için din olarak kabul etmemektedirler.
Budizm 101 kitabının yazarı Arnie Kozak’ın aktardığına göre, Budist bilgin Damien Keown’un anlatımıyla Budizm, din hususunda ortak olan Yedi Ölçüt bağlamında değerlendirildiğinde, Tanrısı olmayan bir din olarak düşünülebilir. Keown konuya bir başka açıdan yaklaşarak şöyle fikir yürütür. “Eğer ‘doktrin’ derken, dini öğretilerin, akılla tutarlı sistematik bir formülasyonunu anlıyorsak, Budizm, bu bağlamda kendi içinde bir doktrine sahip olarak nitelendirilebilir.”
Takdir edileceği gibi, akılla tutarlı sistematik bir formülasyon yapabilmek için, insanda mevcut olan akıl, vicdan ve irade gibi vasıfları birlikte kullanmak gerekir. Bu özelliklere sahip olmak da yetmez. Güçlü bir iradeye sahip olunmalıdır. Güçlü bir irade de yetmez. Hem “ilham” olarak ifade edilen dış bir destek, hem de gösterdiği iradenin ödülü olarak yardımcı olup sonuca ulaşmasını sağlayacak bir dış yardım gerekir. Bu dış yardımın kaynağı, sadece, Yüce bir Yaratıcı olabilir.
Ancak Buda, Tanrı’dan bahsetmediği için, Budizm’in, bir doktrin olarak nitelenmesi mantıken yanlış değildir. Ama sosyalizm vb doktrinlerden de ileridir. Ortaya koyduğu fikirlerdeki tutarlı sistematiğe bakıldığında, Tanrı’dan bahsedilmeyen dini bir öğreti olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü Buda’nın kurduğu sistemin, “çok ahlâklı bir anlayış” olduğu hususunda fikir birliği vardır.
“Budizm ve Tek Tanrılı Dinler” başlığıyla yayınlayacağımız makalelerimizde, Buda’nın aktardığı fikirler ile semavi dinlerinki karşılaştırılmaya çalışılacaktır. Böylece aradaki benzerlikler ve varsa farklılıklar okuyucunun irdelemesine sunulacaktır.
Buda’nın ne zaman yaşadığı hususunda tarihçiler arasında fikir birliği yoktur. Ancak tarihi bir şahsiyet olduğu, yani yaşadığı hususunda tarihçiler hemfikirdir. Buda ile ilgili olarak diğer bir ortak kanaat, varlıklı bir hayatı varken, saraydan dışarı çıkarak yoksul yaşamayı tercih ettiğidir.
Buda’nın, hayatını, inanç yoluyla değil, bizzat deneyimsel uygulamalarıyla dönüştürdüğü söylenir. Bu açıdan bakılınca, Budist olmanın özünün, inanmaktan ziyade deneyim olduğu düşünülmektedir.
Peki, gerek Buda, gerekse herhangi bir insan, bu deneyimlerini yaparken ne kullanmaktadır. Eğer insanda akıl dediğimiz bir vasıf olmasaydı, sorgulamayı ve deneyimlemeyi nasıl yapabilirdi? Eğer, insanda vicdan denilen bir özellik olmasaydı, başta Buda’nın kendisi olmak üzere diğer insanlar, yaptıklarının yanlış olduğunun kararını nasıl verebilirlerdi? Eğer, insanda irade denilen bir yapı olmasaydı, vicdanları sayesinde hatalarını anladıktan sonra, kendi menfaatlerine olan davranıştan vazgeçip, kendi zararına olsa da, başkalarına faydalı olacak işleri yapmayı nasıl başarabilirdi?
Bilindiği gibi, tarih boyunca yaşamış hemen her insanda, akıl, vicdan ve irade gibi vasıflar var olmuştur. Hattâ son yıllarda yapılan belgeseller de gösterdi ki, hayvanlarda da akıl, vicdan ve irade vardır. İnsanlarda, hayvanlara göre daha güçlü ve yoğun olan bu vasıflar, fiziksel özellikler değildir. Bunlar bedenle ilgili değil, ruhla ilgilidir. Dolayısıyla, onbinlerce yıldır yaşamış her insanda ve hayvanlarda böylesine madde ötesi özelliğin var olmuş olması, bütün bunları insanlara ve hayvanlara veren bir kaynağın olması gerektiğini düşündürtüyor.
Konuyu akıl, vicdan ve irade açısından irdelediğimizde, Buda ile bir Budist veya Budist Keşiş arasındaki tek fark, Budanın, sahip olduğu özellikleri diğerlerine göre çok daha yoğun kullanmasıdır. Buda ile Neron veya Hitler arasındaki tek fark, Neron veya Hitler’in, vicdanlarının sesini değil, akıllarını dinleyecek irade göstermeleridir.
Demek ki, insanların davranışlarındaki farklar, sahip oldukları özellikleri kullanma şekillerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla insanlarda, Buda olabilecek maya olduğu gibi, Hitler olabilecek maya da vardır.
Ancak, Buda konumuna yükselmiş bir insanın, Hitler haline dönüşmesi ihtimali çok düşüktür. Çünkü muhtemelen, aldığı dış desteğin farkına varacağı için, çok daha dikkatli davranacaktır. (Buda için böyle bir destek almış olabileceğini düşünmemizin sebebi, sadece zenginliği bırakarak fakir bir hayatı yaşaması değildir. Hattâ, Mara’nın her türlü hilesine ve yoldan çıkarma gayretlerine karşı direnç göstermesi de değildir. (Mara, Buda’ya karşı, semavi dinlerdeki şeytanın yaptığına benzer bir mücadeleyi göstermiştir.) Buda, kendi döneminde ve öncesinde yapılan bütün meditasyonların ötesine geçerek, keşişlerden ve diğer düşünürlerden farklı olarak, sistematik bir dini öğreti geliştirebilmiş olmasıdır. Biz sonuçlar üzerinden fikir yürütüyoruz. Ancak gerçeği, sadece kendisi ve Yüce Yaradan bileceğinden kesin bir şey söylenemez.)
Diğer taraftan Hitler konumunda olan bir insanın, belki Buda değil ama düzgün bir Budist rahip haline dönüşmesi için vicdanının sesini dinleyecek güçlü bir irade göstermesi yeterlidir.
Bütün bu karşılaştırmaların bizi götürdüğü yer, bu vasıfları bizlere ve hayvanlara veren bir Yaratıcının var olduğu hususudur.
Bu karşılaştırmaların bize gösterdiği ikinci bir husus, insanlarda, kendi arzuları doğrultusunda hareket etme isteğinin var olduğudur. İnsanların bu yapıları, bütün dinleri, dini öğretileri ve doktrinleri etkilemiştir.
Takdir edileceği gibi, Budizm’in yayılması sırasında da mitler ve efsaneler oluşmuştur. Bu mit ve efsaneler aynı kalmamıştır. Her dönemde yeni ve farklı bir şeyler eklenmiştir. Bu eklemelerin sonucunda Budizm, Buda’nın ilk anlatımlarından farklı bir yapıya bürünmüştür.
Budizm’deki bu farklılaşma, tek Tanrılı dinlerde de meydana gelmiştir. Hattâ semavi dinlerdeki bu farklılaştırma, Budizm’den çok daha fazla olmuştur. Çünkü insanları, Buda ile korkutmak pek bir işe yaramaz, ama Tanrı ile korkutmak, bazı insanlara çok fazla menfaat sağlayabilir. Buda’nın kendisi de, Yüce Yaradan’ın bir kuludur. Ama herhangi bir kulu değil, önemli bir rol modeldir. Dolayısıyla, sadece, yüzünü güzelliklere döndürmek isteyenlere öncülük yapabilir. Ötesine gücü yetmez.
Gerek Budizm’deki, gerekse tek Tanrılı dinlerdeki bu farklılaştırma, günümüzde de sürmektedir. Günümüzde de, Buda’nın tavsiyelerinin tersini yapan bazı rahipler olduğu gibi, tek Tanrı’ya inanan insanların dini önderleri arasında da, Tanrı’nın öğütlerinin tam tersini yapanlar, hem de azımsanmayacak kadar, vardır.
Dolayısıyla Budizm’i ve tek Tanrılı dinleri karşılaştırırken, ilk kaynaklarına sadık kalmak gerekir. Dinlerini uyguladıklarını söyleyen Budist keşişlerin veya semavi dinlerdeki hahamların, rahiplerin ve hocaların davranışlarına göre karşılaştırma yaparsak çok yanılırız.
Buda’nın öğretilerinin ilk yazılımına ulaşmamız mümkün değil. Zaten yazıya dökülmeleri, Buda’dan çok sonraları olmuş. Bu nedenle, Arnie Kozak’ın yaptığı gibi mit ve efsanelerden arınmış olarak anlatan yayınlardan faydalanmaya çalıştık. Yine de arada mantık bağı kuramadıklarımızı karşılaştırma listesine almadık.
Tek Tanrılı dinlerle ilgili bilgileri de, kutsal kitapların içerisinde değişmeden kalmış tek kitap olan Kur’an’dan aldık. Kur’an’ı değiştiremeyen bazı menfaatperestlerin, Hz. Muhammed adına kendilerinin söyledikleri hadislerle bozdukları Kur’an yorumlarına bulaşmamaya çalıştık. Çünkü düşünen her insan açısından, tek olan Tanrı’nın, insanlığa gönderdiği dininin de, tek olacağı açıktır. Dolayısıyla, öğütleri de aynı olacağından, son gönderdiği Kitabının, insanlığın başından beri gelen vahiylerin hepsini kapsayacağı, bir gerçektir.