BİLİM VE DİN KARŞILAŞTIRMASI
Bilim “nasıl” sorusuna cevap arar, din “niçin” sorusuna cevap verir. (Bilim, kâinattaki işleyişin nasıl olduğunu araştırır. Din ise insanların-hayvanların-bitkilerin, güneşin vb niçin var olduğunu anlatır.)
Bilim, bir şeyin doğru olduğunu kanıtlamaz (bu fikir Karl Popper’e aittir), din de bir şeyin doğru olduğunu kanıtlamaz. (Bilimin deneylerle bulduğu bilgilerin doğru olup olmadığı, bir başka deneyin sonuçlarının farklı olmasına kadar geçerlidir. Din, insanların huzuru için onlara yol gösterir. Ama seçimi insanlara bırakır. Seçtiğin yola göre karşılık alırsın. Ama bu karşılıkların yani cennet-cehennem gibi, Nuh Tufanı gibi konuların doğruluğunu din kanıtlamaz.)
Bilim, gerçek olduğunu savunduğu düşünce sistemini yanlışlayabildiği ölçüde ilerler, din ise, Yüce Yaradan’ın adaletine ve ödül-ceza sistemine güven arttıkça ilerler.
Bilim ile sözde bilim olarak nitelenen (teoloji dâhil) sosyal disiplinler arasındaki fark, yanlışlanabilirliktir. (Karl Popper)
Bir hipotezin bilimsel olup olmadığı, yanlışlığının kanıtlanabilmesiyle anlaşılır. Sosyal disiplinlerin ve psikanalizin hipotezlerinin yanlışlığı kanıtlanamaz. (Karl Popper)
Bilim insanları, dönemlerinin bilim insanlarının paylaştığı bir çerçeve içerisinde çalışırlar. Bu çerçeveyi aşan fikirleri önce reddederler. Dolayısıyla yeni bulguları kabul etmeleri uzun süre alır. (Bu fikir Thomas Kuhn’a aittir.) Din insanları da, benzer şekilde zamanlarının din insanlarının paylaştığı bir çerçevede kalırlar. Bunun dışına çıkan yorumları reddetmekle kalmaz, yorum sahiplerini dinden çıkmakla suçlarlar.
Bilim insanları, üniversite tahsili yapmamış insanların çalışmalarını, daha baştan ve incelemeden reddederler. Din insanları da, meslekten olmayan insanların yorumlarını, aynı mantıkla reddederler.
Bilim, gerçek deneyleri kullanır. Felsefe, iddiasını makul kılabilmek için, en uç sayılabilecek düşünce deneylerini kullanır. Din ise, kâinattaki mükemmel işleyişi ve bu husustaki bilimsel bulguları kullanır.
Bilimsel bulgular yanlış insanların elinde olursa, insanlığın aleyhine işler. Hattâ dünyayı yokoluşa götürür. (Bu konuda “Bilim Ahlakı ve Ticaret Ahlakı” başlıklı yazımızdaki Albert Einstein ve Blaise Pascal’ın sözlerine bakabiliriz.) Dini söylemler de yanlış insanların elinde olursa, aynı şekilde insanlığın ve insanların aleyhine işler. Kişileri yokoluşa götürür.
Bilim olmadan da hayat anlamlı olabilir. (Günümüzdeki Avusturalya yerlileri Aborjinler veya Büyük Okyanus’taki bazı adalarda yaşayanlar da olduğu gibi) Ama Tanrı olmadan, iyi-kötü, haklı-haksız, suç-ceza gibi hususlar anlamsızlaşır. Dolayısıyla hayat anlamsızlaşır. (Bu sitede yayınladığımız “Tito’dan Tarihi İtiraflar” başlıklı yazımızda Mareşal Tito’nun söyledikleri güzel bir örnektir: ”Ben öldükten sonra toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükâfat yoksa benim yaptığım mücadelenin değeri nedir söyleyin bana? Ha, yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya alkışlanacakmışım neye yarar?”, “Mazlumca gidenlerle, zalimce gidenlerin hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını alamadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Düşünün, şu kâinatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koruyucusu olmalıdır…”)
Bilim, insanın iç dünyasındaki anlayışı tam zıddı bir anlayışla değiştiremez. Ama din, insanın iç dünyasını ve dolayısıyla kişinin anlayışını değiştirebilir. (Kaptan Cousteau’daki değişim, bilimsel bulgusunun Kur’an’da yazılmış olduğunu görmesidir. Yani onun iç dünyasını yaptığı keşif değil, din değiştirmiştir. Ama Hz. Ömer’i, Hz. Ebu Zer’i doğrudan din değiştirmiştir.)
Bilim yapabilmek ve bazı somut sonuçlara ulaşabilmek için, bıkmadan deney yapma heyecanına, sorgulama yeteneğine sahip olmak yeterlidir. Fakat “Tanrı’nın varlığı” hakkındaki tartışmaları deneysel bulgularla sonuçlandıracak hiçbir insan yoktur. (Charles Darwin’in deyimiyle “bu konunun bütünü, insan zihni için fazla derin, dolayısıyla böyle bir tartışma, bir köpeğin, Newton’un zihni hakkında yorum yapmasına benzer”. Veya Peyami Sefa’nın anlatımıyla; “daktilo başına oturmuş bir maymunun tuşlara rastgele dokunması sonucu, William Shakespeare’in Hamlet adlı eserinin yazılmış olmasına benzer”).
Sonuç olarak, bilim ve din insanlığa hizmet ettikçe anlamlanır. Bu sebeple birbirleriyle çelişmezler. Eğer bilim ve din söylemleri arasında çelişki varsa, mutlaka bir yerlerde bağnazlık veya yanlış algılama vardır.