AYDIN VE ENTELEKTÜEL KAVRAMI ÜZERİNE
Tarihin Aydınlattığı Gelecek isimli kitabımın sunuş yazısında, aydın ile cahil kavramlarına kısaca değinmiş ve şöyle demiştim.
“Cahil, kendisinde bilgi eksikliği olmadığını zanneden insandır. Dolayısıyla öğrenme ihtiyacı duymaz ve kendisini geliştiremez.”
Aydın için en kısa ve öz olan tanım, ‘aydın, dönüştüren insandır’ şeklinde idi. Diğer bir tanımı da, ‘aydın, yaşadığı toplumdan etkilenen ve sonrasında toplumları etkileyip yönlendiren insandır’ şeklinde vermiştim.
Bu yazımızda, entelektüel ile aydın kavramlarını biraz daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Aralarındaki farklar konusunda, Ali Şeriati’nin verdiği örneklerden yararlanarak, kendi fikirlerimizi ifade edeceğiz.
Entelektüel kavramının yaygın tanımı, öğrenim görmüş kişi olarak yapılmaktadır. Bir insan, öğrenim görerek; doktor, mühendis, bilim insanı, filozof, sosyolog olabilir. Ayrıca mesleki konularının dışında da, çok sayıda kitap okuyabilir. Fakat entelektüelin, bu vasıflara sahip olmasına ve ayrıca meşhur bilginleri, filozofları tanımasına veya takip etmesine rağmen, içinde yaşadığı topluma ve bilhassa halka yabancı olması ihtimali kuvvetlidir. Bu durumda, entelektüelin, içinde yaşadığı topluma faydasının olması bir yana, belki zararı bile olabilir.
Bu yapıdaki entelektüellerin durumu, Kur’an’da şöyle bahsedilir: Cuma Suresi 62/5 ”Kendilerine Tevrat yükletilip de (Tevrat’ı okuyup da) sonra onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir…”
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, filozoflar, sosyologlar ve tarihçiler, öğrenim görmüş entelektüellerdir. Bunların ortak özellikleri, düşüncelerini, bilim ve akıl temeline oturtmalarıdır. Dolayısıyla bu entelektüellerin; kendilerine de, topluma da, tarihe de bakışları aynı temele dayanır. Entelektüeller, çok kitap okuyan insan olduklarından, toplumun yapısıyla ilgili çok sayıda teori geliştirebilirler. Toplumları ve insanları, anlamaya çalışmak yerine, onları kendilerince tanımlayarak yeni kuramlar oluşturmaya uğraşırlar. Yaptıkları şey, kısmen başkalarının kuramlarına benzer de olsa, yeni bir teori geliştiren entelektüellerin çoğunluğu, kendisini diğerlerinden üstün görmeye başlar. Bunlar konuşmalarında, kendi kendilerini aydın olarak tanıtırlar. Onların kuramlarını okuyan ve kendilerini dinleyen insanlar da, entelektüelleri, aydın olarak görmeye başlar.
Hâlbuki entelektüellerin, söylemlerine bakılınca, büyük çoğunluğunun yaptıkları şeyin, hayatın gidişatına uymak olduğu anlaşılır. Bunlar, öncelikle kendilerinin zenginliğini artırmaya çalışırlar, sonrasında toplumun refah seviyesini artırmak için fikir beyan ederler. Hemen hiçbir entelektüel, insanlara, kanaatkârlık, sadece ihtiyacı kadar tüketme, ailelerin büyükleriyle birlikte yaşaması gibi hususları tavsiye etmez. Fakat hemen hepsi, konuşmalarında, insanları, bilime biat etmeye çağırırlar. İnsanlara, akli olmayan bir şeyi kabul etmemelerini öğütlerler. Böyle yaparken de, insanları, onlara iyilik yaptıklarına inandırmaya çalışırlar. Kendilerine iyilik yapıldığına inanan insanların çoğunluğu da, entelektüellerin, aydın olduklarını kabul ederler.
Entelektüelin asıl göstergesi, öğrenim görmek iken, aydın olmanın emaresi, bilimsel ve teknik bilgilere sahip olmaktır denilemez. Aydın olmanın tek göstergesi, yükseköğrenim görmek de değildir. Aydın olmanın yolu, bazı meşhur entelektüellerin teorilerini onaylamaktan veya aynı temele dayanan, ama farklı imiş gibi izlenim veren teoriler oluşturmaktan da geçmez.
Aydın olmanın göstergeleri, entelektüellerinkinden farklıdır. Aydın, manevi değerleri kavrayarak, içselleştirmeye çalışan bilge bir insandır. Aydın, içinde yaşadığı toplumdan kendini soyutlamadığı gibi, üyesi olduğu cemiyetteki farklı gurupların vasıfları hakkında doğru bilgi sahibi olmaya gayret edendir. Aydın, hakikate ulaşmak için yol arayandır. Aydının peşine düştüğü bilgi, hakikattir. Ulaştığı bu hakikatin doğruluğuna, önce kendisinin inanması gerektiğini düşündüğünden sorgulamasını sürdürür. Aydının gayesi, hayatın yaşanmakta olan gerçeklerinin sohbetini yapmak değildir. Aydın, insanın, manevi ve ilâhi yönünün olduğunu kabul edendir. Aydın, Yüce Yaradan’ın, insanların huzurlu bir ömür sürmeleri için gösterdiği yol üzerinde olmaya gayret edendir.
Aydın, ulaştığı bilgileri ve kavradığı hakikati, toplum ile paylaşmaktan çekinmeyendir. Aydın, bu paylaşımı yaparken, söyledikleri anlaşılır olandır. Aydın, vaziyeti idare etmeye değil, hayatı organize etmeye çalışandır. Aydın, toplumun olgunlaşması için, “en iyi nasihat, örnek olmaktır” şiarıyla hareket edip, örnek olmaya çabalayandır. Aydın; heyecanından, coşkusundan, üretkenliğinden hiçbir şey kaybetmeden, mücadelesini mümkün olduğunca sürdürendir.
Entelektüel, genel tanımla, çağdaştır (modernisttir). Hâlbuki aydın, çağdaş olarak nitelenemeyeceği gibi, gelenekçi olarak da yaftalanamaz. Çünkü aydın, kalıpların insanı değildir. Entelektüel ise, eleştirirken de, teori oluştururken de, yenilikçiliğin kalıplarının içerisinden çıkmaya muvaffak olamaz. Aksine, çoğunlukla onları taklit etmeye çalışır. Oysaki aydın, kalıplara sığmaz. Aydın, mümkün olduğunca kendi yolunda yürür. Bu yürüyüş sırasında aydın, uygun gördüğünde çağdaş, uygun bulduğunda gelenekçi yöntemlere uyar. Bunu yaparken, her iki tarafın da makul yönlerini, şuurlu olarak seçer.
Entelektüele göre tarih, ekonominin ve kahramanların oluşturduğu olaylar zinciridir. Aydına göre tarih, yaşamını geçmişten geleceğe sürdüren canlı bir varlık gibidir. Tarih; dünü anlatır, bugünü açıklar, yarını aydınlatır. Tarih, hem kişilerin hem de toplumun ruhunun derinliklerinde yaşamakta olan duygular, düşünceler ve geleneklerdir.
Entelektüelin bir başka özelliği, bir konuda görüş açıklarken “bilmiyorum” kelimesini kullanmamasıdır. Bu sebeple, ifadeleri nettir. Onun lügatinde “kuvvetle ihtimal veya zayıf ihtimal, belki, muhtemelen, çoğunlukla” gibi sözcükler yoktur. Bu açıdan bakılınca, Kilise papazı, Cami imamı, Havra hahamı ile benzeşir. Bilindiği gibi bunlar da, halkın sorduğu bütün sorulara, net cevaplar verirler. Aydın ile entelektüelin veya cahilin farkını ortaya koymak açısından Ali Şeriati’nin verdiği bir örnek, konuyu daha anlaşılır hale getirecektir. İmamı Azam olarak bilinen Ebu Hanife’ye, bir gün yaşlı bir kadın gelir ve beş tane soru sorar. Ebu Hanife, bunlardan üçüne “bilmiyorum” diye cevap verir. Hâlbuki bu kadın, aynı soruları mahalle camisinin hocasına, bölge müftüsüne veya o dönemin entelektüeline sorsaydı, sorularının hepsine de net cevaplar alma ihtimali çok fazla olurdu.
Yukarıda sıraladığımız aydının vasıfları açısından bakılınca, peygamberlerin hepsi için, aydın niteliğine sahip kişilerdir denilebilir. Ama aydınlar, sadece peygamberler değildir. Peygamberlerin gelmedikleri ara dönemlerde de, son Peygamber Hz. Muhammed’den sonrasında da, aydınlar hep var olmuştur. Yukarıda bahsettiğimiz Ebu Hanife, bunlardan birisidir.
Yüce Yaradan’ın yeryüzündeki vekil yöneticiliği görevini layıkıyla yapmaya çalışan kâmil insanlar, aydın adaylarıdır. Bunlar, aydın olmaya, bir entelektüelden daha yakındır. Bir entelektüelin, aydın olma yoluna girebilmesi için, hatasını görerek “sil baştan” anlayışıyla hakikate ulaşmaya çalışması gerekir. Tolstoy, böyle yapacaklar için bir örnektir.
Allah’ım, Senin gösterdiğin yolda yürürken, insanlığa daha faydalı olabilmemiz için, ilim ve hikmetimizi artır.