ALLAH’IN EMİR VE YASAKLARININ, SEBEBİ VE HİKMETİ VAR MIDIR?
Bu konu üzerinde Eşariler ve Cehmiler ile Mutezile, Maturidi ve Selefiler farklı düşüncelere sahiptirler. Birinci gurup yoktur derken, ikinci gurup vardır demektedir. Bu tasnifimize rağmen iki gurup içerisinde de ayrıntıda farklı fikirler mevcuttur.
Eşarilere göre, Allah’ın iradesi en üstün iradedir. Allah’ın iradesi mutlak hürdür ve sorumsuzdur. Dolayısıyla bazı sebep ve maslahatlarla (fayda) sınırlamak, Allah’ın şanına yakışmaz. Bu fikirde olunca Eşariler, ilâhi fiillerde hikmet ve fayda olduğunu reddederler. Onlara göre, ilâhi fiiller hikmet ve fayda icabı olması, Allah’ın bu hikmet ve maslahata muhtaç olması anlamına gelir. Dışarıdan gelecek bazı şeylere ihtiyacının olması, Allah’ın eksiklikten münezzeh olmasıyla bağdaşmaz.
Eşariler konuya bir başka açıdan bakarak şöyle derler: “Allah, Mevla ve maliktir, insan ise, O’nun kulu ve kölesidir. Dolayısıyla, Allah’ın emir ve yasaklarında sebep ve hikmet yoktur. Var olduğu ileri sürülen sebep ve hikmetler, dolaylıdır ve bizlere göre mevcuttur.”
Eşarilerin etkisi arttıkça, Mutezile zayıfladı. Sonunda ortadan kalktı. Eşariliğin kurucusu olmayan fakat onu sistemleştiren İmam Gazali’nin yayınlarıyla, felsefeciler de tutunamaz hale geldiler. Maturidiliğin kimi fikirlerini de, sultanlar, iktidarları için tehlike gördüklerinden benimsemediler. Böylece Eşariler, Müslüman dünyasında rakipsiz kaldı. Bu durum insanlar arasında sebep ve hikmet anlayışının iyice zayıflamasına yol açtı. Sebep ve hikmet, Allah’a mahsus olmayınca, insanlara ait olarak görüldü. Mutasavvıfların bir kısmı, bu anlayıştan kendi nam ve hesaplarına faydalandılar. Keramet hikâyeleri anlatmaya başladılar. Halk okumamış olduğundan ve mutasavvıflara inandığından, keramet sahiplerinin mucize olaylarıyla dolu hikâyelerinden geçilmez oldu.
Çünkü artık, hikmet, Allah’ın olmadığına göre, ermiş insanların malı haline gelmişti. Hikmet sahibi ermişlerin iradeleri, tabiat kanunlarından üstün görülmeye başlandı. Ermişlerin iradeleri sayesinde, Kur’an’da anlatılan (Sebe) Melikesinin tahtının göz açıp kapayana kadar getirilmesi olayı gibi, çabuk ve kolay sonuç alınacağına inanılır oldu. Müslümanlık anlayışı rayından çıktı.
İşin ilginç tarafı, Gazali’nin bir başka konuyu açıklarken kullandığı ifadesi, Eşarilerin yukarıdaki anlayışıyla tam anlamıyla çelişmektedir. Salah-aslah yani, iyi-daha iyi gibi kâinatın yaratılışındaki var olan kötülükler hususunda, İmam Gazali şu ifadeyle savunma yapmıştı: “Dünyada mevcut olandan daha iyi, daha tam ve daha mükemmel olanı imkân dâhilinde değildir.” Gazali bu fikri ile Allah’ın kâinatı yaratırken, maslahat (fayda) ve hikmet üzerine yarattığını kabul etmektedir. Bu kabul, fakat Mutezile ile aynıdır. Fakat bu çelişki, halk tarafından fark edilmemiştir.
Maturidi ve Mutezile, Allah’ın fiil ve emirlerinin, maslahat ve sebeplerin tezahürü olduğunu düşünür. Bu fikri savunanlara göre, Allah, evreni yaratmadan ve bir emri vermeden önce, bunun sonuçlarını bildiğinden, hikmet ve iradesini güzel şeylerin olması için kullanır. Bu durum, O’nun bir kusuru olarak değerlendirilemez. Benzer şekilde, Allah’ın dışarıdan bir mecburiyet altına alındığını da göstermez. Allah, kendi iradesini, yine kendi hikmetiyle sınırlamış olur.
Allah’ın emrinin sonucunda, bir takım faydalar ve menfaatlerin olması, bu fayda ve menfaatlerin, Allah’ın zatı için olduğunu göstermez. Bütün bu faydalar, menfaatler ve zararlar, insanlar içindir. İnsanların, hem birbirleriyle hem de eşyalarla olan ilişkileri için geçerlidir.
Allah’ın emirleriyle ilgili sebepler ve hikmetler, kendisini en çok farz kılınan konularda gösterir. Bilindiği gibi, önce Allah’ın birliğine iman, sonra namaz, sonra oruç, sonra zekât ve en sonunda hac farz kılınmıştır. Bu sıralamadaki sebep ve hikmetler gayet açıktır. Dolayısıyla, neticeleri sebeplere bağlayan bizatihi Kur’an’ın kendisidir.
Maturidi ile Mutezlilenin ayrıldığı husus, Allah’ın hikmet sıfatının algılanışındadır. Maturidi, fiillerin hikmetli olmasının sebebini, Allah’ın lütfu ve rahmeti olarak görür. Allah’ın böyle davranmasını gerektiren bir zaruret olmadığını düşünür. Mutezile ise, fiillerin hikmetli olmasının sebebini, yaratıcı olmanın bir mecburiyeti olarak görür ve yukarıda belirttiğimiz gibi, şöyle ifade eder: “İnsanın menfaati ve maslahatına (faydasına) en uygun olan neyse, Allah’ın onu yaratması lâzım gelir.”
Geçmişteki âlimlerin fikirlerini, kısaca vermeye çalıştık. Bu konuyla ilgili kitapların, ağdalı ve anlaşılması zor ifadeler kullanmalarından dolayı, basitleştirmeye gayret ettik. Dolayısıyla, bizim bazı farklı anlatımlarımızın ve okuyucunun farklı anlamalarının olması mümkündür. Ayrıca aynı ekol içerisinde fikirleri birbirinden farklı âlimler vardır. Bu sebeplerle, konuyu daha derinlemesine anlamak isteyenler, başka kaynaklardan araştırırlarsa bu anlamda aksaklılar daha az olur.
Biz şimdi, yazının başlığıyla ilgili olarak, kendi fikrimizi aktarmaya çalışacağız. Her zaman olduğu gibi, konuyla ilgili düşüncelerimizi, Kur’an’dan anladıklarımızla oluşturmaya gayret edeceğiz.
Kur’an’ın birçok ayetinde, Yüce Yaradan, dünyayı insanlar için, yakın gök olarak nitelenen evreni de, dünyadaki düzenin sürekliliği için yarattığını beyan eder. Bu ifadelerden bizim anladığımız, Allah, sonsuz olan ilmi ile dünyayı ve evreni yaratırken bir sebep ve maslahat etrafında kurgulamış.
Yeryüzündeki insanları yaratmasının sebeplerini de Kur’an’ı Keriminde açıklamış. (Bu husustaki fikirlerimi, “Evrenin Yaratılış Sebebi Üzerine Düşünceler” başlıklı makalemde ifade etmiştim) Demek ki, insanların yaratılışı da, bazı sebeplere dayanıyor.
Maturidi’nin ifade ettiği gibi, neticeleri sebeplere bağlayan, bizatihi Kur’an’dır. Dolayısıyla Allah’ın yaratmasında sebep ve hikmet olduğunu söylersek, Kur’an’a uygun fikir beyan etmiş oluruz.
Peki, Yüce Yaradan’ın emir ve yasaklarında, maslahatın (fayda) düşünülüp düşünülmediğine nasıl karar vereceğiz? Tabii ki, bu konuda da Kur’an’a bakacağız.
Enam Suresi 6/12: “…Allah, rahmet etmeyi üzerine yazmıştır…”
Leyl Suresi 92/12: “Doğru yolu göstermek muhakkak bize aittir.”
Yine Kur’an ayetlerinde, insanlara yapılan tavsiyelerin devamında, Yüce Yaradan, “bilesiniz ki, bu sizin için daha hayırlıdır” der. Aslında başka ayetlere bile gerek kalmadan, yukarıdaki ikisinden, bir fikre varmak mümkün. Ayetlerden bizim anladığımız kadarıyla, Yüce Yaradan, yaptığının insanların faydasına olmasını arzu ediyor. Bu arzusunu, dışarıdan bir zorunluluk olarak değil, Kendisinin içinden gelerek yapıyor.
Bu açıdan bakılınca, Maturidi’nin “Allah’ın fiillerinin hikmetli olması, yine Allah’ın lütfu ve rahmetindendir” ifadesi büyük ölçüde doğru. Allah bu hikmetli fiilleri yapmazsa yapmaz. Hiçbir güç de, O’na dışarıdan zorlayamaz. Fakat Enam 12’deki ifadesine bakıldığında, Yüce Yaradan, insanlara lütfetme ve rahmet etmeyi, Kendi Kendisine görev addetmiş. Eğer, görev addetmeseydi, o zaman tam anlamıyla “Allah’ın lütfu ve rahmeti” olurdu.
Yukarıdaki iki ayete göre, Mutezilenin, “İnsanın menfaati ve maslahatına (faydasına) en uygun olan neyse, Allah’ın onu yaratması lâzım gelir” ifadesiyle, hikmetin sebebinin, Tanrılığın bir gereği olduğunu vurgulaması da, hem doğrudur hem yanlıştır. Doğru olması hali, Yaratıcının, yarattığı kullarını doğru yola iletmek için, Kendi Kendisini görevli addetmesinden de anlaşılmaktadır. Yanlışlığı ise, Yaratıcının, yaratılışta insanları eşit tuttuğu, onlara yol gösterdiği, bu amaçla ayrıca peygamberler gönderdiği halde, Allah’ı dinlemeyen, başkalarının kötülüğüne çalışan bazı insanların faydasına olacak işler yapmayı sürdürmesinin, Yaratıcılığın “adillik” vasıflarına uymamasındandır. Zaten, Yüce Yaradan da, kötülük yapan bozguncuları hem bu dünyada hem de ahirette cezalandırdığını beyan etmektedir.
Diğer taraftan, bir dönem yaptığı yanlışları anlayıp kendiliğinden düzelerek, salih amel işlemeye başlayan insanları affetmesi, Allah’ın, gerçek anlamda, lütfunun ve rahmetinin göstergesidir. Çünkü Yüce Yaradan’ın, Kendi üzerine görev addettiği husus, başlangıç içindir. Sonrasındaki rahmeti, “lüzum” veya “zaruret” sebebiyle değildir. Ayrıca, Kendisinin gösterdiği yolda yürüyen ve bozgunculara karşı mücadele eden insanları destekleyerek, onları muvaffak etmesi de, lüzum veya zaruret nedeniyle değildir. Tamamen, Kendisinin lütfu ve rahmeti sebebiyledir. Bakara 251 deki “bazılarını bazılarıyla defetmeseydik, dünyada huzur bozulurdu” beyanıyla bağlantılı olan bu destek, Kendi üzerine rahmeti yazması veya insanlara doğru yolu göstermesi göreviyle doğrudan ilgili değildir.
Yazımızın konusuyla ilgili olarak serdettiğimiz fikirlerimiz, Kur’an ayetlerinden, Allah’ın bize verdiği akıl, vicdan ve irade sayesinde anladıklarımızdır. Gerçeği, sadece ve sadece Yüce Yaradan bilir.