AHLÂKİ OLGUNLUĞUN YOLU, UZLET VE ÇİLE DEĞİLDİR
Allah’ın, Kendi yarattığı insanlara zulmetmesi düşünülemez. Hem çeşitli rızıklar yaratıp hem de onları yasaklayarak insanlara acı çektirmez. Ancak tarih boyunca çok sayıda insan, nefislerine yenilme korkusuyla ve kendi iradeleriyle rızıklardan uzak durmuşlardır. Böylece ahlâki olgunluğa ulaşmayı umut etmişlerdir.
Hâlbuki İslâm âlimlerinden, Türk Farabi (871-950) ve İbni Sina (979-1037), İranlı İbni Miskeveyh (932-1030), Endülüslü İbni Rüşd (1126-1198) gibi nice ulema, insanın sosyal bir varlık olduğunu söylemişlerdir. Bilindiği gibi hayvanların da sosyal yönleri vardır, toplum halinde yaşarlar. Âlimlere göre, insanların farklı yönü, doğası gereği medeni varlık olmalarıdır. Sosyal hayattan ayrılmak, insanın tabiatına terstir.
Bir insan tek başına yaşayarak erdem sahibi olamaz. Fazilet sahibi olmak için diğer insanların yardımına ihtiyacı vardır. Temel erdemler, insanlar toplum içerisinde yaşarken ortaya çıkar. Bu sebeple insan, hayatı başkalarıyla paylaşmak zorundadır.
Zaten Kur’an da, bizleri toplum halinde yaşamaya yönlendirir. Cuma namazı, bizden birlik hareket etmemizin istenildiği bir ibadettir. Aynı şekilde Haccın, dünyanın her yerinden insanlarla birlikte yapılması istenir. Cemaatle kılınan namazlar tavsiye edilir.
Allah, verdiği rızkların kullanılması konusunda bizlere yol göstermektedir:
Nisa Suresi 29: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin (nefsinize zulmetmeyin). Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”
Maide 87: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.”
88: “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.”
Araf Suresi 31: “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.”
32: De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için ayetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.”
- De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
Yunus Suresi 59: De ki: “Allah’ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?” De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
Yukarıdaki ayetler, insanın kendi nefsine zulmetmesini yasaklıyor. Allah’ın bizlere rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yememizi istiyor. Fakat nimetlerden faydalanırken israf edilmesini de istemiyor Allah’ın, israf edenleri sevmediği vurgulanıyor.
Yüce Yaradan, bu yöntemleri uygulamamızı, ahlâken olgunlaşmamız için bizlere tavsiye ediyor. Çünkü insanlardaki yüksek ahlâkın oluşumunu, kişinin uç davranışlar olan ifrat ve tefrit arasında gidip gelmeleri engeller. İfrat, bir şeyin fazlalığıdır. Tefrit de bir şeyin eksikliğidir. Bu sitede daha önce yayınladığımız “İslâm Denge Dinidir” başlıklı yazımızda, ifrat ve tefrit arasında gidip gelinmemesinin, her konuda dengeli davranılmasının istenildiğini aktardık.
“İtidalli Davranış” yazımızda, Osmanlı Türklerindeki itidal anlayışının önemli sonuçlarını anlattık. Bilindiği gibi, dengeli olmak adaleti getirir. Adaletin fazileti ise, itidaldir. İtidal, kişilerin ve toplumların ulaşabileceği üst fazilettir.
Demek ki ahlâki olgunluğa ulaşmak için, toplum içerisinde aktif yaşamak gerekmektedir. Yoksa kendini toplumdan soyutlayarak ahlâki olgunluğa ulaşılamaz. Ulaşılabileceği iddiası, bir memurun hiç kimsenin rüşvet verme ihtiyacı duymayacağı bir iş alanında çalıştıktan sonra “ben memur iken hiç rüşvet almadım” diye övünmesine benzer.
Yüce Yaradan Kur’an’da “imtihan edilmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız?” diyor. Bu açıdan bakılınca, kendini nimetlerden mahrum edebilmek de bir imtihan olarak görülebilir.
Yusuf Has Hacib’in 1069 yılında yazdığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgiler) kitabında konuya bu açıdan bakarak şunları söyler: “İnsan, bir lokma bir hırka anlayışıyla yaşayarak ve bol ibadet ederek Cenneti kazanmaya çalışabilir. Ama asıl mutluluk odur ki, kişi bu dünyada mülk ve saltanat sahibi olur ama bu imkânlarını, hak ve adaletten ayrılmadan halka hizmet etmekte kullanır. İşte o iki dünya mutluluğunu da kazanmıştır.”
Yusuf Has Hacib’in tavsiyesi yerindedir. Nitekim tarih boyunca yaşamış söz ustaları “mutlu olmanın en kısa yolunun başkasını mutlu etmek olduğunu” söylemişlerdir. Mülk ve saltanat sahibi insan ise, adaletli hizmet anlayışı ile birkaç kişiyi değil, toplumun önemli bir kesimini mutlu edeceğine göre, kendisi de bu durumdan çok fazla mutluluk duyacaktır. Bu dünyada adaletli bir şekilde insanlara hizmet eden bir insanın Allah’ın rızasını kazanması ihtimali çok yüksektir.
Dolayısıyla ahlâki olgunluğa ulaşmanın ve Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, kendini toplumdan soyutlayıp çileli bir hayat sürmek değildir. Aksine mülk ve saltanat sahibi iken, israf etmeden yaşamak ve insanlara adaletle hizmet etmektir.