AHLÂK ANLAYIŞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

AHLÂK ANLAYIŞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

Takdir edileceği gibi, ahlâklı davranmak, insanın şahsi menfaatine zıttır. Bir kişiye ahlâklı bir insan denilebilmesi için, o şahsın kendi çıkarını reddederek, karşısındakilere hizmet etmesi gerekir.

Eğer, hayat sadece bu dünyadan ibaret ise, ahlâklı olmak, en hafif tabiriyle, akılsızlıktır. Diyelim, bir ev yanmaktadır. İçeride de bir insan kalmıştır. Siz ise, o ev ile bir bağınız olmadan, o civardan geçmekte olan birisisiniz. Fakat durumu anlayınca, yanan evin içerisine girerek içerideki insanı kurtarmaya kalkıştınız. Bu yaptığınız hareket, sadece dünya hayatının varlığına inanan birilerine göre, şuursuzluktur. Çünkü içeri girmeniz halinde belki de öleceksiniz. Ölmeseniz bile, içerideki insanı kurtarma ihtimaliniz zayıf. Kurtarsanız bile, yanıp kül olacak bir evde yaşayan insan kuvvetle muhtemel fakir olduğundan, size bir maddi karşılık veremeyecektir.

Dolayısıyla, eğer başka yaşam yoksa ahlâklı davranış beyhude bir çabadan ibarettir. Bu gerçekliğe rağmen, bilinen tarih boyunca, neredeyse her insan ahlâk üzerinde söylemler yapmıştır. Günümüzde; siyasetçilerin, iş adamlarının, yöneticilerin hemen hepsi de ahlâklı olmaktan bahsederler. Hâlbuki yaşayarak öğrendiğimiz şekliyle, bu gurupların çoğu, söylemlerinde samimi değildirler. Söyledikleri ile uyguladıkları neredeyse birbirine zıttır. Yani ikiyüzlüdürler.

Samimiyetsiz ve ikiyüzlü olan böyle insanların bile, ahlâktan bahsetmek mecburiyetinde kalmaları, ahlâkın, insan hayatında çok önemli yerinin olduğunu gösterir.

Maddeci yani menfaatçi bakış açısının da, kendine göre ahlâk anlayışı vardır. Bu konuda verilebilecek güzel bir örnek, Mekke’de varılan “Erdemliler Paktı” yani “Hilful Fudul” anlaşmasıdır. Hz. Muhammed’in de genç bir insan iken katılımıyla yapılan bu anlaşma, Mekkeli kabilelerin ortak menfaatlerini korumayı hedeflemiştir. Bilindiği gibi, Mekke’de bulunan Kâbe o dönemde putlarla dolu idi. Kâbe’yi ziyaret için belli sürelerde çok sayıda insan geliyor ve panayır kuruluyordu. Mekke’nin en önemli geliri, bu ziyaretler ve ticaret idi. Başlayan anarşi, bu gelirin azalmasına yol açıyordu. Fakat bilindiği üzere, bu anlaşma ile sadece menfaatler korunmamıştır. Hem başlayan anarşi önlenmiş, hem de güçsüzler korunmuştur. Anlaşmaya uyulduğu için bütün Mekke kazanmıştır.

İşte, ortak menfaate dayalı bu anlaşmaya uyanlar, ahlâklı insanlar olarak değerlendirilmiştir.

Günümüzdeki bazı siyasetçiler veya iş adamları arasında da, benzer menfaat anlaşmaları yapılmaktadır. Fakat bu anlaşmalardaki ahlâka bakış, Hilful Fudul anlaşmasına göre çok sığdır. Bir örnek verelim. Bir devlet kurumu, bir işi ihale yoluyla yaptırmayı düşünerek ihale açar. İhaleye katılan firmalar, ihale öncesinde kendi aralarında anlaşırlar. İşi bir kişi alabileceğinden, işi alacak firma diğerlerine ihaleye katılma payı olarak bir bedel öder. Ödediği bedeli kendi bütçesinden vermez. İşin teklif fiyatına ekler.  Böylece devlet, yani vatandaş zararlı çıkarken, ihaleye katılma evraklarını hazır etmekten başka bir şey yapmayan bazı şirketler, hiçbir şey yapmadan para kazanır.

İşte, ihaleye katılan firmaların, aralarında yaptıkları anlaşmaya uyarak, vatandaşı zarar ettirip kendilerinin kazanmasını sağlamaları, ahlâklı davranış olarak görülür. Anlaşmaya uymayarak, ihale fiyatını kırıp, devletin kazanmasını sağlamaya kalkışan şirket, ahlâksız olarak görülür.

Veya bu durumun farklı bir tezahürü olarak, devlet içerisinde bazı insanlar gurup oluşturarak, ihaleleri istediklerine ve istedikleri fiyatlara verirler. İhaleleri istediklerine veren bu gurubun mensupları, aralarındaki sözlü anlaşmaya uyarak devleti zarara sokmaya devam ederlerse, o insanlar ahlâklı davranmış olurlar. İçlerinden birisi, aralarındaki anlaşmayı bozarak, devletin çıkarını korumak isterse, ahlâksızlıkla suçlanır.

Dolayısıyla, günümüzdeki menfaat birlikteliklerinin, “Erdemliler Paktı” ile karşılaştırılması durumunda, şimdikilerin güçsüzleri koruma gibi bir amaçları da yoktur.

Demek ki, maddeci düşünce temeliyle hareket eden materyalizmin ahlâkı, halkın anladığı ahlâktan çok farklıdır. Halk, yanan eve girerek, içerideki insanı kurtarmaya çalışanı, akılsız olarak değil, kahraman gibi görür. Materyalizmin ahlâkı ise, halk nezdinde ahlâksızlıktır. Çünkü halkın anlayışına göre, her şeyi yaratan bir Tanrı vardır. Yüce Yaradan, bu dünyanın dışında bir başka hayat daha planlamıştır. Bu dünyada, menfaatleri için değil, ahlâklı olmak için davrananlara, mükâfatlarını, diğer yaşam olan ahirette verecektir.

Halkın bu duygularını bilen insanların bazısı, onları kandırabilmek için, davranışlarının ahlâklı olduğunu vurgular. Ama halka farkettirmeden yaptıkları ise, belki de tam tersidir. Bu açıdan bakılınca, her insan ahlâklı olduğunu vurgulamak için yarışmaktadır. Ancak kimisi gerçekten ahlâklıdır, çoğu ise göstermelik ahlâklıdır.

Bazı insanlardaki -göstermelik de olsa- ahlâk üzerine yapılan bu kelime yarışı, Yüce Yaradan’ın bize anlattığı ahlâk anlayışının gerçekliğini tasdik etmektedir. Tarihe baktığımızda; Firavun, Karun, Nemrut, Neron gibi şahsiyetler, hemen bütün insanlar tarafından dışlanmıştır. Hâlbuki Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan azizler, gözünü kırpmadan ölüme atlayan kahramanlar ise, hayırla anılmaktadır. Tarih boyunca hep aynı kalan bu bakış, Allah’ın bize öğütlediği ahlâkın ve ikinci bir hayatın varlığının gerçekliğinin bir başka göstergesidir.

Başta, siyasiler, iş adamları ve yöneticiler olmak üzere hepimiz, Yüce Yaradan’ın oluşturduğu ahlâk mahkemesinden kaçış olmadığını anladıkça, mahkemeden önce Onun rahmetine sığınmaya çalıştıkça, hayatımızın daha anlamlı ve huzurlu olduğunu göreceğiz.

Allah’ım, Senin peygamberlerinin, azizlerin, kahramanların ahlâklarıyla ahlâklanabilmemiz için, bizlere zihin açıklığı ver, irade gücü ver, mücadele azmi ver.

Senin her şeye gücün yeter.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.