HÜKÜMET HARCAMALARI, AİLE HARCAMASINA BENZER

HÜKÜMETLERİN SARFETTİĞİ HER KURUŞ, SONUNDA VATANDAŞLARDAN ÇIKAR

Hükümetler halkın oylarıyla seçildikleri için, oy aldıklarının hoşuna gidecek işler yapmaya çalışırlar. Hükümet bütçelerini oluştururken ve harcama kalemlerini belirlerken, hep insanların gözünü boyayacak konuları belirlemeye çalışırlar.

İnsanların çoğunluğu bencildir. Kendini düşünür. Dolayısıyla, yaptıklarının ileride çocuklarına, torunlarına yansımasının nasıl olacağını düşünmez. Düşünenlerin bir çoğu da, gelecek için “Allah Kerim” diyerek kendi gününü kurtarmaya çalışır. Tıpkı Kur’an’da Yüce Yaradan’ın bizler için “siz peşini seviyorsunuz, bu dünyayı istiyorsunuz, hâlbuki asıl hayat ahiret hayatıdır” dediği gibi davranır.

İnsanların bu yapılarını bilen hükümetlerin çoğu, maliye politikalarını para-kredi sistemi üzerine kurarlar. Yaptıkları gereksiz harcamalardan ve yine yaptıkları yolsuzluklardan halkın hemen etkilenmemesi için, dışarıdan borç alırlar. Hükümetler dikkatlerini, halka yeni vergi çıkartmamaya verirler. Böylece, halkın tepkisini çekmezler.

Hâlbuki hükümetlerin harcadıkları her kuruş, eninde sonunda vatandaştan çıkar. Hükümetlerin harcamaları, elbette vatandaştan çıkacaktır. Fakat eğer bu harcamalar, öncelikli olmayan işler için yapıldıysa, kesinlikle vatandaşın aleyhine bir şekilde çıkar.  Ömrü ister kısa ister uzun olsun, hem kendinden hem de gelecek nesillerden çıkar.

Ancak vatandaş, bu durumu doğrudan algılayamaz. Aksine ülkenin geliştiğini düşünür. Ülkeler elbette gelişeceklerdir. Çünkü vatandaşlar boş durmuyorlar, birçoğu gece-gündüz demeden çalışıyorlar. Her çalışma bir katma değer üretir. Üretilen katma değerin kıymeti, ülkelere ve içeriğine göre değişir. Hammadde ağırlıklı, “yükte ağır, pahada hafif” üretimlerin katma değerleri düşük olur. Bilgi ağırlıklı, teknolojik üretimlerinki ise “yükte hafif, pahada ağır” olur. Sonuç olarak her çalışma, mutlaka mevcut duruma bir kıymet ekler.

Burada mesele, insanların ve ülkelerin, kendi çalışmalarının karşılığını alıp almadığı konusudur. Hükümetlerin yönetimlerdeki başarıları, burada ortaya çıkar. Bu sebeple hükümetlere, kendi vatandaşlarının çalışmalarını yerli yerinde değerlendirip değerlendirmediğine göre not verilmelidir. Yönetimler, öncelikli alanları daha iyi tespit eder ve daha verimli bir yöntemle değerlendirirse, vatandaşların refahlarındaki artış, mutlaka daha yüksek olacaktır.

Bir aile bütçesi veya bir şirket bütçesi yönetiminde nelerle karşılaşılırsa, hükümet idarelerinde de benzer olgularla karşılaşılır. Bir aile, sınırlı bütçesi ile yapacağı harcamalardaki öncelikleri iyi belirlemelidir. Diyelim ki bir aile, bütçesi ile ancak yiyecek, barınma ve giyinme masraflarını karşılayabilecek güçte. Ek bir gelir imkânı peşine düşmeden, mevcut bütçesinden lüks koltuk, TV vb harcamalar yaparsa, bütçesi açık verir.

Bütçelerindeki açıkları kapatmak için bazı yollar dener. Eğer atasından kalan bir miras varsa, onu yok pahasına da olsa satıp borcu kapatmaya çalışır. Bu şekilde borcunu kapatamazsa, başka kaynaklardan borç bulmaya uğraşır. Eğer aynı harcama mantığını sürdürür, kendini düzeltmezse, bu defa borcunu doğru dürüst ödeyemeyeceğinden, borcu bir diğer borçla kapatmaya çalışır. Bu süreç, bir süre sonra sadece faizleri bile ödeyemeyecek hale düşürür. Eğer bazı alacaklıları evdeki çocukların haline acırlar ve borcu silerlerse ne alâ. Değilse, ailenin sonu perişanlıktır. İşte benzer durum hükümet harcamaları için de geçerlidir. Ama ülkeler mücadelesinde borçları silen pek olmaz. Olanlar da aldatmacadır.

Sıkıntıya düşen aile, fazladan aldıklarını düşündükleri eşya, araba, ev gibi malları satarak borçlarını ödemek ister. Ama bu yöntem çoğu zaman işe yaramaz. Borçlar ve faizler artmış, aldıkları mallar ise, ikinci el durumuna düşmüş ve değer kaybetmiştir.

Bütçesi sarsılan aile, ek iş yapma peşine düşebilir. Fakat bu ek iş, sürekli olmaz. Geçici bir ferahlık getirir. Eğer aile, biraz ferahlamasını fırsat bilerek yeniden öncelikli olmayan alımlar için harcama yaparsa, artık onu geçici ek işler de kurtarmaz. Borç peşine düşer. Borç bulabilirse, sonunda yukarıda bahsedilen bataklığın içine düşer.

Hükümetlerin durumları da benzerdir. Öncelikleri tespit etmeden yapılan gereksiz harcamalar bütçeyi sarsar. Sarsılan bütçeyi denkleştirmek için, iki yöntem birden uygulanır. Birincisi, devletin daha önceden sahip olduğu varlıkları satmaktır. Fakat çoğunlukla bu varlıkların satışları yetmez. Çünkü bu varlıklar, aynı aile reisinin yaptığı gibi, mirasyedi şeklinde ucuza satılmıştır.

İkinci yöntem borç almaktır. Borçlar alınırken, aynı aile reisinin yaptığı gibi, aileye refah getirmekle övünülür. Borçlar ödenemeyince, tıpkı ailenin yaptığı gibi, bir taraftan bireylerden lüks harcamaların kısılması istenir, diğer yandan kimsenin haberi olmadan daha yüksek faizlerle borçlar uzatılır. Sürekli borç almak zorunda kalan, emir almaya da başlar. Borç verenlerin bazısı ailenin kızlarına göz koyar. Kız ailesini kurtarmak için mecburen onlarla evlenir. Hükümetlerden istenilenler ise bazen daha kötüdür. Ama vatandaş nelerin verildiğini bilmediğinden olay anlaşılmaz. Olayların birkaçı herhangi bir sebeple ortaya çıktığında, önce itiraz edilir, yalanlanır. Sonra çeşitli bahaneler üretilir. Bu arada da bir şekilde, ülke gündemini değiştirecek olaylar oluşturulur.

Aile ve hükümet karşılaştırması için eminim ki, okuyucular daha fazla örnekler vereceklerdir. Çünkü hemen her aile, bu durumu ya bizzat yaşamış, ya da çevresindeki bir ailenin yaşadığına tanık olmuştur. Bu sebeple bu konuyu, çözüm için bir cümle söyleyerek kapatmak isterim. Zaten ayrıntılı çözüm önerilerimi hem bu sitedeki bazı yazılarımda, hem de “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımda belirttim. Cümle şu:

Hükümetler cari masrafları azaltmaz, öncelikleri tespit etmez, bilimi ve sanayiyi geliştirmezse, vatandaşlar çalışmalarının karşılığı olan parayı alamazlar, borçtan kurtulamazlar, yeterince kalkınma olmaz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.