TÜRKLERİN KÜLTÜRÜNÜN BUGÜNKÜ DURUMU
(Bu yazı 2002 de yayınlanan “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” adlı kitabımdan aynen alıntıdır.)
Türklerin son dönemlerdeki anlayışları, ekonomik açıdan dünyaya açılmaya başladıkları Turgut Özal döneminde olumsuz yönde etkilenmiştir. Toplumun önderlerinin ticarete bakışı, ahlâk anlayışı, duyarlılıkları Özal dönemiyle birlikte hızla değişime uğramaya başladı. Bu değişimde, Özal yönetiminin uygulamalarının yanında, ekonomide dünyaya açılmanın da etkisi vardı.
Özal öncesi Türk toplumunun anlayışı ile tarih içerisinde görülen ve kitapta özelliklerini saydığımız Türklerin duyguları ve duyarlılıkları benzeşiyordu. Türkler ekonomik açıdan bakılınca fakir veya orta halli ama kanaatkâr, insanlık açısından ise yardımlaşmacıydılar. Kendi kültürlerine uygun ve çok zengin yemek çeşitleri vardı. Kendi duygularını ifade eden çok çeşitli müzikleri vardı. Manevi alanda güçlüydüler. Çekirdek aile düzenine henüz tam geçilmediğinden sülâle içerisindeki dayanışmalar devam ediyordu. Hemen herkesin, derdini anlatabileceği, sırlarını paylaşabileceği ve hattâ maddi ve manevi destek alabileceği dostları vardı.
Amerika’da sürekli gittiği psikoloğu olmayan veya hayatında hiç olmazsa birkaç defa gitmeyen yok gibidir. Çünkü Batıda insanların dertlerini kimse bedava dinlemek istemez. Ama Türklerde ve diğer Doğulu milletlerde böyle değildir.
Özal dönemindeki dünyaya açılma hareketiyle birlikte Türkiye, Batının ilim, teknoloji ve iş disiplini anlayışının değil, kâr hırsı anlayışının ve sokağının sanki istilâsına uğradı. Türklerin özelliklerindeki kırılma noktaları konusunda bahsedilen ortamların varlığı ile çarpık şehirleşme, bu etkileşmeyi hızlandırıyor. Bazı dini gurup önderleri Müslümanların ticari anlayışlarına yeni yorumlar getirdiler. Bu anlayış farklılıkları da, etkilenmenin halka yansımasına vesile oluyor. Batının kâr hırsı anlayışlarının, dışa açılan bütün Üçüncü Dünya ülkelerini etkilediği görülmektedir. Bugün Japonlar bile, kâr hırsının tesirinde kalarak paraya daha fazla önem verir hale gelmek üzeredir. Batının kâr anlayışı insanın nefsine ve arzularına hitap ettiğinden, duyguları ve duyarlılığı yok eden bu tavrın diğer ülkelerce benimsenmesi kolay olmaktadır. Sömürülen Üçüncü Dünyanın sermayesiz oluşu, telekomünikasyon alanındaki gelişmeler, tüketimi cezbeden büyük mağazalar zincirinin çoğalması, nefisler üzerinde etkili olmaktadır. Eğer hız kesmeden bu durum 40-50 yıl sürerse, Batının maddeci anlayışının bütün dünyada egemen olması ihtimali kuvvetlidir. İşte o gün, Baudrillard’ın dediği gibi, dünya artık gerçek bir ticari hapishaneye, insanlar ise gösteri toplumunun tiyatro oyuncularına dönecektir.
Üçüncü Dünya ülkeleri gibi Türklerde de, şehirleşmeler çok hızlı oluyor. Fransız Devrimi öncesindeki Paris’te olduğu gibi hızlı ve çarpık şehirleşmeleri de, nefislerdeki olumsuz etkilenmeyi artırıyor. Aslında normal seyrindeki bir şehirleşme, değişik kültürlerin bütünleşmesini, farklı soylardan gelen insanların kaynaşmalarını sağlar. Ama dünyaya açılma çabalarıyla birlikte, Türkiye’de beklenilmeyen bir oluşum başladı. Kâr hırsına kapılan insanların bazıları egemenliklerini sürekli kılabilmek için, farklı soylardan gelen vatandaşları kullanmaya çalışıyorlar. Osmanlı Devletinin ilk devşirme yöneticilerinin çoğu, Osmanlıcılık anlayışıyla devletlerine hizmeti esas almışlardı. Osmanlı Devleti zayıfladıkça, kendi menfaatlerini düşünür olmuşlardı. Ama günümüzde Türkiye’de azınlıkları istismar ederek yükselenlerin bir bölümü, Türkiye Devletinin geleceğini gözetmez oldular. Bütün bunlara rağmen yozlaşma, şu anda genel anlamda aydınlarda ve halkın ileri gelenlerinde daha belirgindir. Henüz halka tam yayılmadı. Eğer dini guruplar İslâmiyet’in gerçek öğretilerine yönelirlerse, yozlaşmanın halka yayılmasının azalacağı aşikârdır. Eğer dini gurupların kendilerinde yozlaşma olursa, halktaki yozlaşma hızlanır.
Türk halkındaki hoşgörü anlayışı, toplumda başlayan bu değişime başkaldırmalarını, şimdilik engellemektedir. Ayrıca halktaki eritilmeye karşı direnme duygusu, henüz içten içe faaliyettedir. Yabancılarla evlilik halen düşük seviyelerdedir. Türk halkı için söylenen “cahil ama arif” ya da “çarıklı erkânı harp” deyimleri yine de geçerlidir. Halk halen Türkçe kelimeleri kullanmaktadır. Geçmişte halk bu ve benzeri özellikleri sayesinde, yabancı kültürlerden az etkilenmiş ve özünü korumayı başarmıştır. Bu özellikler kaybolmadıkça ve yabancılar Türklere karşı hatalı davrandıkça yine de özlerini korumaları beklenir.
Türklerin eritilmeye karşı direnme özellikleri savaşçılık anlayışlarını geliştirdi. Türklerin savaşçı millet olduğuna dünya hemfikirdir. Bu nedenle eğer gelecekle ilgili bir ülküleri olmazsa, kendi aralarında mücadele etmeleri mümkündür. Ancak Türklerin kendi nefislerine karşı savaşları ise başlı başına bir mücadeledir. Onların hoşgörülü davranmaları, savaşçılıklarını etkilemez. Eğer Türk halkı gelecek günlerde, Batı anlayışını ciddi bir düşman olarak görürse, mücadelenin hem yönü hem de şekli değişebilir. Batılıların, ekonomik üstünlüklerini Türkler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmayı sürdürmeleri halinde, bu mücadele kaçınılmaz hale gelebilir. Çünkü bağımsızlık ve özgürlük, Türk’ün karakteridir.
Fahri Küpçü ‘ye göre (s.102), bir milletin değer kazanabilmesi için önce aydınların ve halkın ileri gelenlerinin hünerlerini göstermeleri ve o pırlantaya, yani millete, değer kazandırmaları gerekir. Günümüzde Türkiye’de bu çalışma yeterince yapılmadığı gibi, halk ile aydınların anlayışlarının arası da açılmaktadır. Aydınları ve ileri gelenleri seyreden halk, genelde, henüz dinin yasaklarına uymaktadır. Nefsine yenilenler bile Allah’ın yapma dediğini yapanlarla ilgili ayetleri unutmamışlardır. Rad Suresi 34. ayet: “Dünya üzerinde onlar (Allah’ın yapma dediğini yapanlar) için bir azap vardır, ahret azabı ise daha zordur. Onları Allah’tan koruyacak kimse de yoktur.” der. Tövbe Suresi 74. ayet de benzer mesaj verir: “… (İnandık dedikten sonra hatalı davrananlar) eğer tövbe ederlerse haklarında hayırlı olur. Yok yanaşmazlarsa Allah onları dünyada da, ahrette de acıklı bir azaba uğratır…” Bu ayetleri kendince yorumlayan Türk halkı, inancından farklı davranırsa bu dünyada da cezalandırılacağını düşünür. Ahrette ise kesin olarak cezasını çekeceğine inanır. Aslında bu bilgileri aydınlar ve halkın ileri gelenleri de bilirler. Ama insanlar için en zor savaş, kendi nefislerine karşı verdikleridir. Bu savaşta insanların direnme sınırları çok farklıdır. Bazen durum, sigaranın uzun dönemde sağlığına verdiği zararı bildiği halde bırakamayan insanlarınkine benzer.
Türk halkının anlayışına göre kusursuz insan olmaz. Önemli olan bilerek ve isteyerek kul hakkını yememektir. Halk, ibadetle ilgili günahların Allah tarafından af edilebileceğini, ama kul borcunun ancak o kul tarafından bağışlanabileceğini, Allah’ın bu borcu affetmeyeceğini düşünür. Müslüman inanışa göre insan dünyada başıboş bırakılmamıştır. Halkın önemli bir bölümü halen bu inanışın etkisi altındadır. Bir kısım halkın bazen kul hakkı ve kamu hakkı yemesi, günah olduğunu bilmediğini göstermez.
Zaten bu şekilde hatalı davrananların bir kısmı yaşlandıklarında yanlışlarını ikrar ederler. Çünkü onlar, yaptıklarının cezasının bu dünyadaki bölümünü çekmekte olduklarını hissetmektedirler. Ahrette de çekmemek için tövbe etmek isterler. Ama gençlerin bir kısmı bu tövbe edenleri değil de, yolsuzluk yaparak gösterişli bir hayat sürenleri kendilerine örnek alırlar. Nefisleri ve delikanlılıkları onları bu yöne iter. “Onlar yapıyor, ben niye yapmayayım” diyerek kendisi de, gücü oranında yolsuzluk yapmaya çalışır. Para ve makamı yeterince güçlü olmadığı için ezildiğini zanneder.
Hâlbuki bilerek ve isteyerek hak yiyenleri çok yakından inceleseler, bu insanların dışarıdan imrenilen hayatlarının, içeriden huzursuz ve sağlıksız olduğunu görebilirler. Gerçek hayattaki durum bir Türk atasözü ile özetlenebilir: “Davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir.”
Hayatın gerçeklerini dikkatlice irdeleyenler, bu dünyada çekilen sıkıntıların en hafifinin maddi sıkıntı olduğunu görürler. Bazıları ise bu durumu ancak, kendi başlarına sağlık ve huzur konusunda çözmekte zorlandıkları bir sıkıntı tebelleş olduğunda anlarlar.