BÜTÜN SEMAVİ DİNLER İSLÂMİYET’TİR
İslâm, Allah’a teslim olmaktır. Müslüman, Allah’a teslim olan kişi demektir. Bütün peygamberler, benzer şeyleri bahsetmişlerdir. Yüce Yaradan Kur’an’ında Nisa Suresinde, gönderdiği peygamberlerinin konumunu şöyle anlatır:
150. ayet: “O kimseler ki ne Allah’ı tanırlar, ne peygamberlerini ve o kimseler ki Allah’ı tanımak lakin peygamberlerini tanımayıp ayırmak isterler ve o kimseler ki “Peygamberlerin arasında bazısına inanırız, bazısını tanımayız“ derler ve böylece küfür ile iman arası bir yol tutmak isterler.”
151. ayet: “İşte bunlar gerçekten kâfirdirler. Biz de kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır.”
152. ayet: “Allah’a ve peygamberlerine iman eden ve peygamberlerinden hiçbirinin arasında ayırmayan kimselere gelince işte bunların yarın kendilerine mükâfatlarını vereceğiz. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.”
Kur’an’dan anladığımıza göre iman; Allah’ın tekliğine, kutsal kitaplara, bütün peygamberlerine, meleklere, ahirete birlikte inanmaktır. Yüce Yaradan bunlardan bir kısmına iman edip diğerlerine iman etmeyi, kabul etmediğini beyan ediyor. Demek ki, iman bir bütündür.
Bütün peygamberler, her insanın “peygamber efendileridir”. Bütün peygamberlerin getirdiği şeriat iman açısından aynıdır. Herhangi bir peygamberin getirdiği ve sonradan değiştirilmemiş şeriata uyan kişi, Kur’an’da Müslüman kabul edilmektedir.
Zaten Allah’ın tekliğine inanan kişi, O’nun yarattığı diğer şeylere de inanır. Bu sebeple Müslüman olmanın tek şartı kelime-i tevhittir. Bir kimse kendi iradesiyle ve diliyle “LÂİLAHEİLLAALLAH” yani “ALLAH’TAN BAŞKA İLÂH YOKTUR, YALNIZ ALLAH VARDIR” derse, o kişi Müslüman kabul edilmektedir.
Bu anlayış Kur’an’da ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) veda hutbesinde aynen bu şekildedir. Bundan sonrası için o kişinin, Cennet veya Cehenneme gideceği konusu bizim değil, Yüce Yaradan’ın kararına bağlıdır. Hattâ peygamberlerinin de karışamayacakları bir durumdur.
Unutulmamalı ki, gerçekleri sadece Allah ölçer. Biz insanlara verilen ilim ve bilgi Yüce Yaradan’ın verdiğiyle sınırlıdır. Asıl ilim O’nun yanındadır. Dolayısıyla hüküm ve hikmet sahibi yalnız O dur.
Namaz, oruç, zekât bütün semavi dinlerde vardır. Hz. Zekeriya’nın ve Hz. Meryem’in kıldığı namaz şekli ana hatlarıyla Hz. Muhammed’in kıldığı ile aynıdır. (Ali İmran 39 ve 43. ayetler)
Namaz, oruç, zekât ve hac her dinde olmasına rağmen, bunları İslâm’ın şartları arasında saymak yanlış olur. İslâm’ın tek şartı “LÂİLAHEİLLAALLAH” demektir. Yani Yüce Yaradan’ın emrine bağlanmaktır. Diğerleri, kulların kazançlarına ve olgunlaşmalarına sebep olur. Bunlar; zina, yetim malı gibi bazı konularda Allah’ın yapmamızı istediği emirlerindendir.
Bunlar ve diğer emirler iyi bir Müslüman olmak için ilave yapılması gerekenlerdir. Zaten namaz, oruç ve hac şahsın kendisi ile Yüce Yaradan arasındadır. Kişinin iman ettiği halde, tembelliği veya başka bir sebeple bu ibadetleri yapamaması veya eksik yapması onu dinden çıkarmaz.
Yüce Yaradan her insanı İslâm fıtratı üzerine dünyaya getirmektedir. Ancak kişi bu gerçeği bilemez. Fakat insan, Allah’ın verdiği akıl sayesinde hep bir yaratıcı arar. Eğer yukarıda saydığımız namaz, oruç, zekât ve hac İslâm’ın şartı olsaydı, bunları eksik yapan veya hiç yapamayan insanlar, gayrimüslim olurlardı. Hâlbuki insan, ancak Allah’ın tek yaratıcı olduğunu kendi iradesiyle ret ederse, o zaman dinden çıkar.
Aslında iman ettikten sonra iyi bir Müslüman (yani mümin) olabilmek için Kur’an’a göre geçerli şart, iyi işler yapmaktır. Yani, Allah’ın yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini yapmamaktır.