BIRAKILACAK MİRASIN ANLAMI ÜZERİNE

BIRAKILACAK MİRASIN ANLAMI ÜZERİNE

 

Miras, sözlük anlamıyla ölen kişinin yakınlarına bıraktığı para veya mülk olarak tanımlanmaktadır. Dini olarak miras hukuku, ölen kişinin mal varlığının akıbetini düzenleyen kuralların bütünü şeklinde ifade edilmektedir.

Vefat eden şahsın mallarının bölüşülmesi anlamına gelen mirasla ilgili hemen her dönemde hukuk kuralları oluşturulmuştur. Gerek devletler yaptığı kanunlarda, gerekse kutsal kitaplarda konuyu ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Bu ayrıntılı kurallara rağmen, çoğu zaman mal paylaşımında sorun çıkmaktadır. Sorunlar bazen açıktan kavgaya dönüşmekte, bazen gücü zayıf olanlar içlerine atarak ses çıkaramamaktalar. Mirasçıların çoğu, bedavadan kalan mirası bile azımsadıkları için, onlar için mal biriktirmesine rağmen vefat edenin arkasından aleyhine konuşmaktadırlar.

Mirasçıların azımsadıkları malı mülkü gece gündüz mücadele ederek, etrafını kırarak topladıktan sonra ölen kişi ise, bu malların hiçbirisini yanında götürememektedir. Öbür dünyaya yokluk içerisinde gitmektedir. Ama bu malları nasıl kazandığının ve insanlara yardım için dağıtıp dağıtmadığının sorgusu peşinden gelmektedir. Yani vefat eden şahıs, paylaşanların aralarında kavga ettikleri ve beğenmeyerek arkasından kötü konuştukları malların hesabını, kendisi vermek zorundadır.

Eğer miras bırakmak için çalışanlar, aşağıdaki ayetlere dikkat etselerdi belki de böyle bir sıkıntı yaşamazlardı.

Müminun Suresi 23/55-56: “Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile Kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz. Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.”

Diğer yandan, hesap verirken mal bıraktığı oğullarının beyanları da işe yaramayacaktır. Şura Suresi 26/88: “O gün ki, ne mal fayda verir ne oğullar!”

Biz bu makalemizde, miras kavgalarının görünür sebeplerinden bahsetmeyeceğiz. Çünkü bu gök kubbede miras tartışmalarında söylenmedik savunma olmadığını düşünüyoruz.

Biz, kavgaya sebep olmayacak, arkasından kötü konuşturmayacak, aksine iyi anılmasını sağlayacak miras bırakmanın yolları üzerine irdeleme yapacağız.

Kutadgu Bilig adlı eserinde Yusuf Has Hacib, miras konusunda şöyle demektedir: “Mirasların en iyisi, güzel söylenmiş bir sözdür, vasiyettir.” Bu ifade doğrudur. Ama yetersiz olduğunu, Malcom X’in şu sözünden anlıyoruz.

Malcom X der ki: “En iyi nasihat, örnek olmaktır.”

Bu ifadeden anlaşılan, güzel söylenmiş sözlerin ve tavsiyelerin işe yaraması, nasihat edenin örnekliğiyle bağlantılıdır. Bize göre, iyi örnek olmak çok arzu edilen ve güzel bir şeydir. Ancak her örnekliğimiz, karşımızdaki tarafından aynen kavranacak ve uygulanacak demek değildir. Mevlana Celâleddin Rumi’nin ”sen ne kadar bilirsen bil, anlattıkların, karşındakinin anlayabildiği kadardır” sözü bile, örneklik konusunun önemini tam açıklamaz. Örnekliğin karşımızdakilerce uygulanabilmesi için, kavramanın ve anlamanın dışında, karşımızdakinde sağlam irade ve destekleyici çevre gerekir. Eğer, birinci, ikinci ve üçüncü derece akrabalar her güzel örnek olan şahsı aynen takip etselerdi, peygamberleri, eşleri, çocukları, yakınları takip ederlerdi. Dolayısıyla bizim örnekliğimizin faydası, karşımızdakilerin algılayabildiği ve uygulayabildiği kadardır.

Örneklikteki bütün bu zorluklarına rağmen, yine de “en iyi nasihat, örnek olmaktır” sözü en geçerli tanımdır. Peki, iyi örneklik nedir ve nasıl oluşturulabilir? Bu hususta Kur’an’a bakalım.

Kehf Suresi18/46: “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevapça da hayırlıdır, ümit yönünden de daha hayırlıdır.”

Demek ki mal ve oğullar bu dünyanın süsüdür. (Bu konulardaki ayetlerde evlat denilmeyip, oğul denilmesinin sebebi, erkeklerdeki evlat anlayışını vurgulamaktır. Yoksa Yüce Yaradan’ın kız çocuklarına verdiği değer konusunu “İslâm’ın Kız Çocuklarına Bakışı” adlı makalemizde irdelemiştik.) Ayete göre, bizimle ahirete gidecek olanlar, yani baki kalacaklar, yaptığımız iyi işlerdir. Dolayısıyla bizler, ancak iyi işler yaparak çocuklarımıza örnek olabiliriz.

İyi olmanın ne demek olduğunu her insan kendisine göre tarif edebilir. Biz Kur’an’daki tanımı burada aktarmak istiyoruz.

Bakara Suresi 2/177: “İyilik, yüzlerinizi bazen doğu, bazen batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat iyiler o kimselerdir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler. Bir de anlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.”

Demek ki, bizi yaratan Tanrı nezdinde iyi kimse olabilmemiz için, öncelikle bu yaratılışı reddetmeyip, Yüce Yaradan’ın yarattığı ve kurduğu sisteme iman etmemiz gerekiyor. Eğer, sadece dilimizle değil de, içten gelen bir inanışla iman edersek, ahlâken de yükseleceğimiz açıktır.

Ayetin devamında ise, tek olan Tanrı bize ayrıca yol göstermektedir. Önce akrabalarımızdan başlayarak öksüzlere, fakirlere, yolda kalmışlara, ihtiyacı olduğu için dilenenlere ve esirleri kurtarmaya  (borcunu ödeyemeyecek durumda olanlara) yardım etmeliyiz. Ayete göre bu yardım için, gerektiğinde mallarımızı, kerhen değil, seve seve vermeliyiz.

 Yusuf Has Hacib’e göre iyiliğin özelliği, insanlara yararlı olmaktır, onların ihtiyacını görmektir. Ancak iyilik etmenin de şartları vardır. Bakara Suresi 2/263: “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır…” Yani yardımlar, kibirle ve insanın onurunu kırarak olmamalıdır.

Ayete göre, Yüce Yaradan nezdinde iyi kimse olabilmemiz için bu kadarı da yetmiyor. Anlaşma yaptığımız zaman, sözümüzde durmamız gerekiyor. Yani, sözümüzle yaptığımız birbiriyle örtüşmelidir. Özü sözü bir olunmalıdır. Kutadgu Bilig’e göre doğru insan, düşündüğü ile söylediği, söylediğiyle yaptığı bir olandır.

Ayetin sonunda, sıkıntılı anlarımızda, hastalık halinde sabretmemiz isteniyor. Tek olan Tanrı’nın yolunda mücadele ederken, en zorlu ortamlarda bile sabırla ve kararlılıkla çabalamamız bekleniyor.

Eğer biz, mümkün olduğu kadar böyle davranarak evlatlarımıza güzel örnek olmuşsak ve evlatlarımız bizim örnekliğimizi içselleştirebildiler ise, ne mutlu bize. Çocuklarımıza onların umduğu kadar bir mal bırakamamış bile olsak, evlatlarımız gönlü güzel olarak yetişmiş olacaklarından, Yüce Yaradan onların gönlüne göre güzellikler verecektir. Çocuklarımıza güzel örnek oluşturacak davranışları sergilememizin bir başka faydası da, Tanrı’mızın huzuruna gittiğimizde güzel muamele görme ihtimalimizin artacak olmasıdır.

Biz öldüğümüzde evlatlarımız küçük yaşta olsalar bile, Yüce Yaradan’ın, bizim güzel davranışlarımızdan dolayı onları akıl baliğ olana kadar koruyacağını Kur’an’dan anlıyoruz. Hz. Musa ile Allah tarafından ilim verilmiş kişi arasındaki olayları ve sebeplerini anlatan son ayet, Kehf Suresi 18/82.”Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.”

Takdir edileceği gibi, Yüce Yaradan’ın bu korumasının, sadece ayetteki gizli kalmış mal açısından değil, diğer konularda da olacağı aşikârdır.

Bu arada unutmamamız gereken bir şey var. Muhammed Suresi 47/36ıncı ayette “…Ve (Allah) sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez” denilmektedir. Yani iyilik ederken, kendimizin ve ailemizin ihtiyacını karşılayamaz duruma düşmemizi istememektedir.

Diğer taraftan, mirasçılarına mal toplayan için Kur’an’da Hümeze Suresinin ilk üç ayetinde şöyle denir:

1,2: “Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!”

3: “O, malının, kendisini ebedîleştirdiğini sanır.”

Bir taraftan mal toplayıp, diğer yandan insanları çekiştiren ve onlarla alay eden birisi isek, vay halimize demektir. Topladığımız malları, ölümden kurtulmak için fidye olarak veremediğimiz gibi, öbür âleme yokluk içerisinde gitmiş olmakla da kurtulamayacağız. Biz, mirasçılarımıza bıraktığımız malların hesabını veremeyip cezalandırılırken, mirasçılarımız da bizim arkamızdan malları sayıp, bizi çekiştirecekler demektir. Üçüncü ayete göre, zenginliğimizle ebedileşeceğimizi düşünmemiz boş bir hayaldir. Aksine, bir süre sonra unutulup gideceğiz anlamı çıkmaktadır.

Elbette çocuklarımıza miras olarak mal bırakmamız güzel bir şeydir. Yeter ki, bu malları helâlinden kazanmış olalım. Ama maddi miras bırakmaktan daha önemlisi, güzel manevi miras bırakmaktır. Bakara 177’de anlatılmak istenildiği gibi, dürüst olma, alçakgönüllü tavır sergileme, cömert davranma, dost kazanma ve çevresine faydalı olmayı başararak, çocuklarımızın iftihar edeceği itibarlı bir ebeveyn olmak, güzel bir manevi miras olur. Böylece evlatlarımıza, her işlerinde faydalarına olacak bir itibar bırakacağımız gibi, takip ederlerse her iki cihanda da yararını görecekleri güzel örnek de oluşturmuş oluruz.

Bazen, ömrümüzün büyük çoğunluğunu yanlışlar içerisinde geçirmiş olabiliriz. Ama sonradan hatamızı anlayarak pişmanlık duymuş olabiliriz. Bu durumda yapacağımız şey gayet basittir. Yaşadığımız pişmanlığı ve bu yanlış durumu düzeltmeye çalışmak için gösterdiğimiz üstün gayreti, evlatlarımızın görmelerini ve anlayabilmesini sağlamaya çalışmalıyız.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.