KUR’AN’I ANLAMA YÖNTEMİ VE BAZI YORUMLAR

KUR’AN’I ANLAMA YÖNTEMİ VE BAZI YORUMLAR

 

Bu sitede daha önce yayınladığımız “Kur’an Yorumları Üzerine” ve “Kur’an’ı Anlama Yöntemi” başlıklı makalelerimizde konuya bazı yönlerden yaklaşmaya çalıştık. Bu yazımızda hem biraz daha faklı açılardan ele almaya çalışacağız, hem de ayetlerin bazılarını kendimizce yorumlayarak örnekler vereceğiz.

Kur’an, bilinen kutsal kitapların içerisinde, indirilişi en uzun yıl sürendir. 23 sene içerisinde peyderpey inmiştir. Bu özelliğine rağmen, bilinen insanlık tarihinin süresiyle karşılaştırıldığında, çok kısa olduğu aşikârdır.

Diğer taraftan, Kur’an’ın indiği bölge, bilinen kutsal kitapların içerisinde en geniş coğrafi bölge niteliğindedir. Kur’an, hem Mekke şehrinde hem de Medine’de inmiştir. Bu geniş alana karşın, yeryüzünün büyüklüğü ile karşılaştırıldığında, küçük bir alan olarak kalır.

Takdir edileceği gibi, peygamberler aracılığıyla bölge halkına gönderilen bir kutsal kitabın, öncelikle, o halkın anlayacağı bir dilde olması gerekir. Ayrıca, kutsal kitapta yapılan benzetmeler, bölgenin tabii özelliklerine ve halkın yapısına uygun olmalıdır.

İşte, Kur’an’da da ayetler, hem bölge halkının dilinde, hem de çevrenin vasıflarına ve kültürüne uygun ifadeler şeklindedir. Yapılan tasvirler ve tarifler, tamamen bölgenin özellikleriyle özdeşleşmiştir. Birkaç örnekle, konuyu daha netleştirelim.

Kur’an’da en çok yapılan tasvirlerden birisi, Cennetle ilgilidir. Cennet, altından ırmaklar akan bir yer olarak anlatılmıştır. Bu tasvirin indirildiği bölgenin arazisinin büyük çoğunluğunun çöl olduğu yerler olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, altından ırmaklar akan bir yer, çevre halkının hayallerini süsleyen, ulaşmayı çok arzu edecekleri bir ortamdır. Eğer, Yüce Yaradan, Kur’an’ı bir başka bölgede, örneğin Urallar tarafında bir yerdeki halka gönderseydi, Cennet tasvirini daha farklı yapacağı muhakkak idi. Çünkü bölge, zaten akarsuların ve yeşilliklerin bol olduğu bir yerdir.

Kur’an’daki Cennet tasvirini okuyan Ural Dağlarındaki bir insan, ne düşüneceğini şaşırır. Kur’an’ın, dilbilgisi kuralları yöntemiyle yapılan tercümesindeki Cennet tasviri, onun hayallerini süslemez. Hâlbuki bütün evreni yaratan, tek olan Tanrı’nın, yeryüzünün farklı bölgeleri hakkında bilgi sahibi olmaması düşünülemez. Çünkü zaten her yeri yaratan O’dur. Demek ki, Kur’an’ın yorumunu, sadece kelimelerin anlamlarına sadık kalıp, Kur’an’ın özü ile karşılaştırmadan yaparsak, insanları yanlış yönlendirmiş olma ihtimalimiz artar.

Cennet tasvirindeki benzer durum, abdest konusunda da vardır. Maide Suresi 5/6ıncı ayette: “…Su bulamamışsanız, .temiz toprakla teyemmüm yapın. Yüzlerinizi ve ellerinizi toprakla meshedin…” Yüce Yaradan, su bulmanın zor olduğu çöl bölgesinde yaşayan insanlara, kolaylık için bir yol göstermiştir. Fakat toprak ile teyemmüm etme kolaylığı, Kuzey Kutbunda yaşayan Eskimolar için geçerli değildir. Çünkü Eskimoların, temiz ve kuru toprak bulmaları, su elde etmelerinden çok daha zordur. O halde, toprak ile teyemmüm yapılmasını tavsiye etmenin farklı bir maksadı olmalıdır. Amacın ne olduğunu, ayetin devamını okuyarak anlamaya çalışalım. Ayetin devamında şöyle denilmektedir: “…Allah’ın muradı, sizi sıkıntıya koşmak değildir. Ancak, O sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz”. Yüce Yaradan, bize kolaylık sağlamak istediğini başka ayetlerinde de ifade etmektedir. Bakara Suresi 185inci ayet: “…Allah size kolaylık diliyor, zorluk irade buyurmuyor…”

Demek ki, Allah, insanlara kolaylık yolunu göstermeye çalışıyor. Her şeyi yaratan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Yüce Yaradan’ın, Eskimolardan habersiz olması tasavvur edilemez. O halde, toprak ile teyemmüm ayetini okuyan Eskimo’nun, kendi hayat şartlarına göre, bir kolaylık yolunu uygulamasında sakınca yoktur. Eskimolar da, örneğin, temiz kar veya buza el sürerek teyemmüm yapabilir.

Maide Suresinin 6ıncı ayetinde Yüce Yaradan, teyemmümü anlattıktan sonra, bizleri temizlemek istediğini ifade ediyor. Hâlbuki kuru bir toprağı ellerimize yüzümüze sürmekle, maddi açıdan temizlenemeyeceğimiz açıktır. O halde, Allah’ın, bizi temizleme isteği, ne anlama gelebilir?

Bilindiği gibi abdest, namazdan önce alınır. Namaz, insanın, Yüce Yaradan’ın huzurunda olduğunu en çok hissedeceği andır. Aslında, her an Allah’ın huzurundayız, ancak, günün telaşesi içerisinde böyle bir duyguyu çok az hissederiz. Fakat namaz öyle değildir. İşte, Yüce Yaradan’ın huzuruna çıkacağımızın bilincinde olduğumuz namaz öncesinde, bizden isteten şey, bir arınma ayini olabilir. Amaç, O’nun yüce huzuruna, zihnimizdeki her türlü yanlış düşünceden temizlenerek çıkmamızdır. Bu temizlenme işlemini gün içerisinde defalarca yaparak, kendimizi yani zihnimizi, kötü niyetlerden arındırarak temiz tutmaya gayret etmemiz istenmektedir.

Kur’an ayetlerinde lafza ve yapılan tasvire değil, öze dikkat etmemiz gereken bir başka husus, oruç sırasında yeme içme yasağının süresidir.

Bakara Suresi 2/187: “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde itikâf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.”

Oruç tutmaya başlama ve bitirme zamanı, Kur’an’ın indiği bölgenin coğrafi şartlarına göredir. Ayrıca, Kur’an’ın gönderildiği yöredeki halkın ay takvimi kullanılması da, yılın her gününde oruç tutulmasına imkân verir. Böylece, oruç tutulmasında adaleti sağlar. Eğer o bölgede güneş takvimi kullanılsaydı, Ramazan ayı belli bir dönem olduğu için, aynı tarihlerde başka bir bölgenin şartları farklı olduğundan, insanlar arasında adalet sağlanamamış olurdu. Bir taraf yaz sıcağında oruç tutarken, bir başka bölge için daha kolay şartlar olurdu. Bu durumda muhtemelen Yüce Yaradan, adaleti sağlamak için, oruç tutma günleriyle ilgili emrini başka bir anlatımla verirdi.

Oruç tutma saatleri ile Kur’an hükmünü gördükten sonra kendimize şu soruyu sormalıyız. Eskimolar oruç tutarken ne yapacaklar? Onların yaşadıkları bölgelerde 6 ay gece 6 ay gündüz olmaktadır. Bu durumda orucu nasıl tutacaklar? Bu sorunu çözmek için bazı bölgelerdeki insanlar, Mekke şehrinin oruç tutma zamanlarına uyuyorlar.

Abdest konusundaki irdelememiz sırasında yukarıda söylediğimiz gibi, Yüce Yaradan’ın, kutuplara yakın bölgelerde yaşayanları ve bölgenin özel şartlarını bilmemesi düşünülemez. Diğer taraftan, Allah, insanlara kolaylık sağlamak istediğine göre, Kur’an’ı incelemeye devam edelim.

Oruç zamanını nasıl tayin edeceğimizi anlatan Bakara Suresinin 187inci ayeti, saat vermez. Ama ayetin başlangıcında bir başka kolaylıktan bahseder. “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığını isteyin…”

Ayete göre Yüce Yaradan, bizim nefsimize hâkim olamayacağımızı ve Ramazan ayı boyunca eşlerimizden uzak kalmakta çok zorlanacağımızı bildiği için, günaha girmemizi önlemek amacıyla, oruç gecesi kadınlarımıza yaklaşmamıza izin veriyor. Yani bize kolaylık sağlıyor.

Ayetin anlatımından anlaşılan o ki, orucun yeme içme yasağının olduğu zaman dilimi içerisinde, kadınlarımıza yaklaşmamız yasak. Kadınlarımıza yaklaşmak için, bizim günlük yaşantımızda gece kavramı hangi saatler içerisinde ise, o zamana uymamız isteniyor. Bu demektir ki, Eskimoların veya yakın bölgelerdekilerin, bir şey yememe anlamında oruç için uymaları gerekli süreler de, o dönemde günlük yaşamlarında uydukları sürelerle bağlantılı olmalıdır. Önemli olan, insanın bedenine zarar vermeyecek, ama Tanrı’ya saygısını da gösterecek kadar nefsine hâkim olacağı makul bir süre oruç tutmaktır.

Dolayısıyla, günlük hayatımızda işe giderken, ülkedeki insanların ortalamasının sabah kalkma zamanından, âlimlerce belirlenecek makul bir süre öncesinde orucu başlatabiliriz. Akşamki iftar yemeği için de, aynı yöntemi ve uygulamayı yapabiliriz. Aksi takdirde kutup bölgelerinde güneşe göre oruç tutarsak, hem vücudumuza zarar vermiş oluruz, hem de nefsimize yenilme ihtimalimiz çok artar. Bu nedenle, istesek de oruç tutamayız. Dolayısıyla arzu ettiğimiz halde, orucun faziletlerinden mahrum kalırız.

Hâlbuki Yüce Yaradan, ilgili ayetinde, müracaatımızı kabul ederek bize kolaylık sağladığını ve bizi affettiğini söylüyor. O halde, bölgedeki bilginler aracılığıyla bizler, Ramazan ayı sırasında günlük yaşamımızdaki sürelere uyarak belirlenen zaman diliminde oruç tutma gayretinde olursak, Yüce Yaradan’ın bizi affetmesi ve oruç süremizi kabul etme ihtimali, bizim oruç sırasında dürüstçe davranmamızla doğru orantılıdır.

Dolayısıyla, birçok konuda olduğu gibi, oruç konusunda da, bir ayetin Kur’an’ın özüyle çelişki olduğunu düşündüğümüz durumlarda, sadece lafzını değil, Kur’an’ın özünü dikkate almalıyız. Çünkü Kur’an’da çelişki olmaz. Bu özüne uygun uygulama anlayışını, orucun sadece yeme içme şartlarına uyarken değil, ruhumuzla tuttuğumuz orucun diğer anlamlarına uyarken de sergilemeliyiz.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.