MİLLİ KÜLTÜR VEYA TERBİYE TANIMLANABİLİR Mİ?

MİLLİ KÜLTÜR VEYA TERBİYE TANIMLANABİLİR Mİ?

 

Milli kültürün tanımlaması yapılabilir. Ancak, bu tanımlama, tarihteki gelişmelerden faydalanıp, genelleme yolu ile başarılabilir. Çünkü unutulmamalıdır ki, asil bir milli kültür, ancak tarihin sayfalarında var olan soyut bir şeydir. Tarihteki haliyle anlatılan parlak bir milli kültürün toplumda aynen uygulandığına pek rastlanmaz. Takdir edileceği gibi, toplumlardaki anlayışlar, zamanın şartlarına göre değişirler. Bazen bu değişim, yöneticilerde daha fazla olur, halka fazla yansımaz. Ama bazen, halkın anlayışı da ciddi anlamda değişime uğrar.

Örneğin, Arabistan’daki veya İran’daki milli kültürün ne olduğunu, nasıl tayin edeceğiz? Bu ülkelerin, Müslümanlığı kabul etmeden önceki uygulamaları daha farklıydı. İslâmiyet’ten sonra bir kısım anlayışları aynı kaldı, birçoğu değişti. Dinlerini değiştirdikleri ilk yıllarda belki hızlı bir değişim olmadı. Fakat zaman içerisinde, anlayışlarındaki değişimler arttı. Bu değişimler, kimi zaman gelişim yönünde kimi zaman başkalaşım şeklinde oldu. Dolayısıyla, bu ülkelerin kültürlerinden bahsederken, belki de her asrı ayrı irdelemek gerekebilir.

Ayrıca aynı dönem içerisinde yaşayan insanların anlayışları, içinde bulundukları şartlara göre farklılık göstermiştir. Aynı milletin mensubu olmasına rağmen, şehirde yaşayanlar ile köylerde oturanların davranışları her zaman farklı olmuştur. Aynı millete mensup olmalarına rağmen, değişik asırlarda yaşayan bu insanların, bir de farklı dinlere sahip olduklarını düşünürsek, Müslümanlık öncesinde toplumda yaşayan bir ortak kültürün, bugün de yaşadığından bahsedebilmemiz biraz zor görünüyor.

Bütün toplumun aynı dine sahip oldukları dönemlerde bile, şehirlerde yaşayanlar ile köylerde oturanların din anlayışı farklı olmuştur. Dolayısıyla bu farklı anlayışların uygulamaları da, birbirinden değişiklik arz etmiştir. Hattâ, şehirde yaşayanlar içerisinde bile konumlarına göre, anlayışlar farklılaşmıştır. Şehirdeki zengin birisiyle fakir bir kişinin kültürel uygulamaları birbirine bazı açılardan benzemekle birlikte, aynı değildir. Şehirlerin nüfusları arttıkça, aynı kentte yaşayanların anlayışları arasındaki fark da çoğalmıştır.

Benzer durum, aynı bölgede yaşayan toplumlarda, farklı asırlarda sergiledikleri davranışlar arasında da görülmüştür.  Bu farlılıklar, sadece Arabistan veya İran’da görülmemiştir. İsrailoğullarında, Romalılarda, Yunanlılarda, Türklerde ve diğelerinde benzer farklılıklar olmuştur.

Ancak ayrı bir inceleme konusu yapılması gereken iki millet vardır. Biri İsrailoğulları, diğeri Türkler. İsrailoğulları, çok uzun süre sürgünler yaşadılar. Dünyaya dağıldılar. Gittikleri yerlerde, başlangıçta sığıntı gibiydiler. Dolayısıyla birbirleriyle irtibatları olmadan yaşadılar. Türkler de, fetihleriyle çok geniş alana yayıldılar. Dolayısıyla birbirlerinden habersiz yaşadılar. Diğer milletlerin ataları genel anlamda benzer coğrafyada yaşadılar. Bu sebeple, bu iki gurubu incelemek daha zordur. Ben Türk olduğum için, kendimi ve atalarımı incelemeye çalışacağım. İsrailoğulları da kendilerini inceleyebilirler.  Sahip oldukları kültürel anlayışın, firavunlar Mısır’ında yaşayan atalarına mı, Hz. Musa dönemine mi, peygamberleri öldürenlere mi veya şu anda yaşadıkları ülkelerin anlayışlarına mı daha yakın olduğuna karar verebilmeleri için bu araştırmayı dürüstçe yapmaya çalışmaları yeterli olacaktır.

Türkler için milli kültür tanımı yapmak zordur. Çünkü Türkler, bir arada ve devlet sahibi olarak, en geniş coğrafyada yaşamış millettirler. Tanım yapmanın bir başka zorluğu, boylar halinde yaşadıkları devirlerde millet şuurunun oluşmamış olmasıdır. Türk adıyla kurulan ilk devlet olan Göktürk Devleti bile, boyların hepsini temsil etmemektedir. Dolayısıyla boylar, birbirleriyle kıyasıya mücadele etmişlerdir. Aralarındaki bu şiddetli çatışmalara rağmen, hemen her dönemde ve her boyda görülen bazı ortak yönleri tespit etmek mümkündür. Bu sebeple, ben de, Tarihin Aydınlattığı Gelecek isimli kitabımda, milli kültür tanımı yerine, Türk boyları arasındaki ortak özellikleri tanımlamaya çalıştım. Zaten de, bu ortak özelliklere sahip insanların sayıları ve toplumdaki etkileri arttıkça, milli kültürü oluşturan unsurların tanımları daha belirginleşir. Böylece milli kültürün sınırlarını çizmek kolaylaşır.

Başka milletlerin özellikleri hakkında fikir beyan etmem, hem gerçekçi olmaz hem de yanlış algılanabilir. Ayrıca kendim Türk olduğum için, bazı konuları kendimle karşılaştırabilmem daha kolay olacaktır. Aşağıda Türk boylarındaki insanlarda görülen kişisel ortak özellikleri aktaracağım. Her okuyucu, bu özelliklerden hareketle, kendince bir milli kültür tanımı yapabilir. Ama yapacağınız bu tanımların tarihin tozlu sayfalarında olduğunu, yaşayan toplum için bütünüyle geçerli olmayabileceğini unutmamak gerekir.

Türk boylarında tarih içerisinde görülen ortak kişisel özelliklerin, bazılarının şunlar olduğu kanaatindeyim.

Yüksek onur sahibi olmak,

Irkçılık yapmamak,

Uzun süreli kin tutmamak,

Çevresindekilere hizmet etmek arzusu taşımak,

Bağımsızlığına düşkün olmak,

Bedenen ve manen sağlam olmaya çalışmak,

Gözü pek olmak,

Üste kesin itaat etmek,

Mağdurlara karşı merhamet etmek,

Savaşanlar arasında dayanışma,

İhanet edenlere karşı acımasızlık,

Gerektiğinde kendisinin ve düşmanının hayatını hiçe saymak

Yukarıda belirttiğimiz bu özellikler, daha önce vurguladığımız gibi, daha çok kişiseldir. Buna rağmen, Türk olduğunu söyleyen her insan için geçerli değildir. Çünkü insanlar, makine değildir. Dolayısıyla tek bir fert yoktur. Fertler vardır. Fertlerin de vasıfları farklılık gösterebilir.

Diğer taraftan, sıraladığımız bu vasıflara sahip insanların etkili oldukları farklı Türk boylarında, toplum olarak da, ortak özellikler tespit etmek mümkündür. Günümüzde de önemli bir kısmının var olduğunu düşündüğümüz bu tarihsel özelliklerin toplamı, Türkler için milli kültür tanımını olmasa bile, genelleme yaparak da olsa, ortak vasıflar tanımından hareketle kültür kavramını yapmamızı mümkün kılabilir.

Tarihte Türk boylarında görülen ortak toplumsal özelliklerle ilgili tespitlerimiz de şöyledir. Aşağıdaki bu tespitlerimizle ilgili olarak, açıklamalı ve örnekli düşüncelerimizi, Tarihin Aydınlattığı Gelecek adlı kitabımda bulabilirsiniz.

Türk boyları, hoşgörülü olmuşlardır. Çünkü yönetimleri içerisinde her zaman farklı halklar olmuştur. Bu fiili gerçeklik, Türkleri hoşgörülü olmaya yöneltmiştir. Sonuçta Türkler, hoşgörüyü evrenselleştirmişlerdir. Eğer Türkler, gittikleri yerlerde devlet kurup yöneticilik yapmasalardı, aksine, gittikleri yerlerde ezilen ve kendilerini gizlemek zorunda olan bir azınlık olarak kalsalardı, Türklerin hoşgörülü olmayıp, kindar olmaları ihtimali daha kuvvetli olurdu.

Türklerde, imparatorluk (sömürgeci anlamda değil, kerim devlet manasında) kurma eğilimi vardır.

Türkler, doğdukları yere bağlıdırlar.

Türkler, ticareti kâr olarak değil, itibar olarak gören anlayışa yatkındırlar.

Türk boylarında yabancı kültürlere karşı direnç anlayışı vardır.

Türklerde, devletlerini sürdürme geleneği vardır. Bu sebeple, tarih içerisinde, tamamının esaret altında yaşadığı dönem yoktur.

Türk devletlerinde ve halklarında ırkçılık yoktur.

Türk boylarında kadının önemli bir yeri vardır.

Okuyucularımız, yukarıda sıraladığımız bu özelliklere başkalarını ekleyebilirler veya bazısına itiraz edebilirler. Başka milletlere mensup okuyucularımız, kendi milletleri için, daha farklı özellikler belirleyebilirler. Ama onlarınki de bütünü kapsayıcı olmaz. Çünkü toplumsal olarak ortak özellikleri belirlemek çok zordur. Ben, özelliklerin bir kısmını, devlet yönetimi anlayışı açısından ele aldım. Okuyucularımız, kendilerinde var olduğuna inandıkları özelliklerle birlikte, milli kültür tanımı için uğraşabilirler. Ama bu tanım, yine, tarihin tozlu sayfalarında kalacak bir tarif olacaktır. Yaşayan toplumun, yapılacak milli kültür tanımına uymaması ihtimali her zaman vardır.

Gelelim milli terbiyenin tanımının yapılıp yapılamayacağı hususuna. Bu konuda da, sadece tarihsel açıdan genelleme yapabiliriz. Yaşayan toplumda, milli terbiye tanımını yaparken, tarihsel tanımın ortak sınırlarını daha daraltmamız gerekebilir.

Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz şehirli ve köylüler arasında görülen farklar gibi, toplumun diğer kesimleri arasında da, uygulamada çeşitlilik vardır. Bu sebeple, aynı dönemde yaşayan bir toplumun içerisinde, farklı guruplar ve anlayışlar vardır. Yani, toplum değil, topluluklar vardır. Dolayısıyla, milli terbiye tanımını yaparken hangi topluluğu esas alacağımız konusu tartışmalıdır.

Köydeki bir çocuk üç yaşına gelince, kendi babası dâhil akrabaları, çocuğa küfür etmesini öğretirler. Sülâle bir aradayken, baba çocuğa döner; “hadi oğlum, amcana bir küfür et de duyalım” der. Çocuk etraftan öğrendiği sözleri söyleyince, hepsi birden gülerler. Çocuk da iyi bir şey yaptığını zanneder. Bu çocuk şehirde doğmuş olsaydı, sokakta duyduğu bir kötü sözü evde söyleseydi, ailesi onu azarlardı. Çocuklarına davranışta bu kadar farklı tavır koyan şehirli ve köylünün, çocuklarına vermeye çalıştıkları ortak bir terbiye, büyüklere karşı saygılı olmaları gerektiğidir. Ancak sergiledikleri örneklik farklıdır.

Aynı toplum içerisinde bütün aileler, çocuklarına yalan söylememesi gerektiğini öğütlerler. Ancak, ailelerin uygulamaları birbirinden farklı olduğundan, çocuğun kendisine yapılan öğüdü içselleştirmesi de farklı olmaktadır.

Bazı aileler, çocukları, yaptığı bir yanlış işi gelip söylediğinde, kızarak cevap vermezler. Doğruyu söylediği için teşekkür ederler, ama bir daha yapmamasını tembihlerler.

Bazı aileler, çocukları bir yanlış yaptığını itiraf ettiğinde, hemen kızarlar ve duruma göre çocuğa bazen sert davranırlar. Çocuk, bir dahaki sefer bir hata yaptığında ceza almamak için, yalan söylemeye başlar. Dolayısıyla farkında olmadan, çocuğu yalan söylemeye iterler.

Bilhassa evleri küçük olduğundan çocuklarla aynı odada oturan bazı ailelerde, anne ve baba aralarında konuşurlarken, kendi kardeşlerinin aleyhinde sözler sarf ederler. Bu sırada çocuğun kendilerini dinlediğini fark ederlerse, hemen çocuğa tembihler başlar, “sakın ha! Bu duyduklarını amcana veya teyzene söyleme, yoksa fena olur” diye sıkılarlar. Yani, çocuğu, kendi elleriyle yalana alıştırırlar.

Hâlbuki bu üç aileye de çocuğunuza milli terbiye açısından, yalan söyleme hususunda ne yapmasını istersiniz diye sorulsa, üçü de, “yalanın kötü bir şey olduğu öğretilmelidir” derler. Dolayısıyla, tarihsel olarak bakıldığında, çocuklara verilecek milli terbiye konuları arasında, yalan söylememeyi öğretme isteği, ilk sıralarda gelir. Ama toplumsal olarak, böyle bir ortak ve fiili milli terbiyeden bahsetmek zordur.

Milli terbiye hususunda bizim ele aldığımız bu basit örneklerin, konuyla daha bağlantılı olanlarını okuyucularımızın vereceğine inanıyoruz. Bu sebeple, bu hususun daha derin irdelemesini sizlere bırakıyoruz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.