İNSANLARIN İÇ DÜNYALARI ÜZERİNE
İnsan, iki farklı yapıyı aynı anda gösteren tek varlıktır. Bu durumun sebebi, insanın yaratılışındaki hayvani yapıdır. Bilime göre insan, zeki ve konuşan bir hayvandır. Dinlere göre ise, şahsiyetli bir hayvandır.
Bilim, insana bakarken onu, dokulardan ve sıvılardan oluşan kimyasal ve biyolojik fabrika gibi görür. Bilime göre insan, çok karmaşık ama harikulade fizyolojik varlıktır. O dokularını beslemek, sıvılarını salgılamak, kendi yaptığı aletleri ve makineleri çalıştırmak için sürekli tüketmek zorundadır.
İnsana sadece bu açıdan bakılınca, insan güçsüzdür. Sadece bedeninin ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığı için sıkça hata yapan biyolojik bir makinedir.
Eğer bilime göre insan bu ise, şairleri, ressamları, müzisyenleri, kahramanları, azizleri nasıl tanımlayacağız* Birbirimizi ikaz ederken, “biraz insan ol” dememizi nasıl yorumlayacağız?
Picasso’nun, Raphael’in, Hafız Mehmet Siyahkalem’in resimlerini yapan organı olarak “elini” mi göstereceğiz? 35 yıllık ömrüne 600 den fazla şaheser müzik eseri sığdıran Mozart’ın bu eserlerini kulağını kullanarak yazdığını mı söyleyeceğiz? Eğer böyle söylersek, en güzel eserlerini kulağı sağır olduktan sonra veren Beethoven’i nasıl anlatacağız?
Yunanlıların millet olmasında etkili olan Homer’in şiirlerini nasıl açıklayacağız. Shakespeare, Goethe gibi şairlerin insanları halen cezbeden duyguları için ne diyeceğiz? Türklerin muhteşem anlamlı İstiklâl Marşını 48 saat içerisinde ve on kıta olarak yazan Mehmet Akif Ersoy’u, dokular ve sıvılardan oluşan fizyolojik bir makine olarak mı anlatacağız?
Yukarıda saydığımız insanları incelediğimizde, her bir insanın ayrı bir şahsiyeti olduğunu görürüz. Bu insanların ayrı bir kişiliğinin olması ancak, farklı iç dünyalarının, yani ruhlarının varlığına bağlıdır. Şairlerin, ressamların, müzisyenlerin, kahramanların, azizlerin davranışlarını ve yorumlarını etkileyen unsur, ruhlarıdır.
Ruh, her insanda vardır. Ancak, insanların çoğunun, davranışlarını ve kararlarını yönlendiren unsur, hormonlarıdır. Vücutlarındaki dokuların ve sıvıların yönlendirmesinden kurtuldukça, ruhun yönetimi devreye girer.
Ruh devreye girdiği zaman, aynı insan, kendisini bambaşka biri olarak hissetmeye başlar. Hormonları tarafından yönetildiği için bedeninin ve nefsinin ihtiyaçlarını karşılamaktan başka bir şey düşünmeyen bir insan, iç dünyasında değişim olduğunda, ruhen yükselmeye başladığını anlar.
Bir insanın nefsinin yönlendirmesiyle ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için, başka insanların hakkını yemesi ve onlara kötülük yapması gerekir. Yaptığı kötülükler, onun için sıradan bir vakadır. Çoğunun farkında bile değildir. Yaptığı kötülüğün farkına varan bir insanın ruhu, yaptıkları kötülük yüzünden acı çeken insanların ruhlarından daha mutsuz hale gelir. Kötülük yaptıklarından daha çok acı çekmeye başlar. Çünkü hayvani ihtiyaçlarını karşılarken yaptıklarının sonucunun, boş olduğunu anlamıştır.
Nefsini tatmin ederken çok büyük paralar ödediği insanların, aslında kendisine düşman hale geldiklerini, daha çok para veren birileri çıktığında anlamıştır. Çok parası olduğu için fazlasıyla yediği yiyeceklerin ve içeceklerin, sonunda vücuduna zarar verdiklerini, ilaç kullanmaya başladığında görmüştür. İlaç kullandıkça, doktorun yasakladığı şeylerin arttığını görerek sinirleri gerilmiştir. Bilhassa çok büyük zenginler, kazandıkları paranın belki de binde birini bile kendilerinin yemediğini, çevresindekilerin yediğini görmenin acısıyla kıvranmıştır. Eğer bu zengin şahıs, güvenlik çemberi içerisinde yaşıyorsa, hiçbir yiyeceği ve içeceği korumaları tatmadan yiyememiştir. Dolayısıyla, tıpkı evlerdeki yemek artıklarını yiyen kedi ve köpeklerin başına gelen gibi, hep korumalarının artıklarını yiyip içtiğini fark etmenin kızgınlığı ile mutsuzluğu daha çok artmıştır.
Yediklerinin vücuduna zarar vermenin ötesinde, bedeninde kalmadığını gören, aldığı nefesi bile içerisinde tutamayıp vermek zorunda kaldığını farkeden bir insan için, hormonları tarafından yönetilmek kadar zül gelecek bir durum olamaz.
Diğer taraftan, iyilik yapan insanların bazılarının ruhu, iyilik yaptıkları insanlarınkinden daha mutludur. Bu kişi, “mutlu olmanın en kestirme yolu, başkasını mutlu etmektir” sözünün anlamını yaşayarak görmüştür. Hâlbuki hormonları tarafından yönetilen insan mutlu olmak için, bilim adamlarını dinleyerek, başkasına vermeden kendisi çikolata yiyerek, mutluluk hormonunun salgılanmasını bekler.
Ruhen yükselen bir insan, bir süre sonra hem iç huzura kavuştuğunu, hem de bedenen sağlığının düzelmeye başladığını fark etmiştir. Bazı hastalıkları olan bir insanın, şehir hayatından ayrılıp tabiatın içerisinde yeşillikler arasında yaşamaya başlayınca sağlığına kavuşmasının önemli bir nedeni, hormonlarının yönetiminden kurtularak mutlu olmasıdır.
Dolayısıyla, şahsiyetli bir insan olmaya çalışmalıyız. Bunun yolu –mümkün olduğunca- insanın ilâhi yönü olan ruhu tarafından yönetilmektir. Hz. İsa, Havarilerden Petro’yu, “sen insani olandan bahsediyorsun” diyerek uyarmıştır. Biz de, insanların hormonları tarafından yönetilmelerini azaltmak için onlara yardımcı olmalıyız. Oluşturacağımız güzel örnekler sayesinde, onların iç dünyalarındaki -çoğu insanın farkedemediği- mutsuzluktan kurtulup, huzur bulmalarına vesile olmaya çalışmalıyız. Böylece, o insanların çoğunun iç dünyalarındaki güzelliğin öne çıktığını görerek, bizler de daha mutlu oluruz.