BARIŞ, İNSANLIĞIN ZORUNLU KADERİDİR
Kitle ulaşım ve iletişim araçlarındaki gelişmeler ile sermayenin sınır tanımayan geçişleri, dünyayı küresel bir köy konumuna doğru götürüyor. Dünyamız büyük bir köy halini aldıkça, köyde yaşayanların kaderleri birçok açıdan ortak hale geliyor.
Örneğin, köyde çıkacak büyük bir yangın herkesi etkileyebilir. İnsanlığın sonunu getirebilecek yangını başlatacak olan en baş amil, nükleer savaştır.
Nükleer savaşın sonuçları hakkında yürütülen en iyimser kanaatlerin cesameti bile, işin vahametini gözler önüne sermektedir. Tahmin edileceği gibi, nükleer mücadelenin tesirinin en az olabilmesi için, bazı şartların birlikte oluşması gerekmektedir. Öncelikle, kullanılacak bombanın tahrip gücünün düşük olması şarttır. Sonra, fırlatılan bomba sayısı da çok az olmalıdır. Bu şartlar da yetmez. Fırlatılan bombalar, yeryüzünün mümkün olduğu kadar alt taraflarında infilâk etmelidir.
Bu şartların bir arada oluşması halinde, infilâk sonrasında oluşacak nükleer toz bulutlarının, gezegenimiz üzerindeki etkisinin bütün insanlığı ölümü sürükleyecek boyutlara ulaşmayacağı tahmini yapılmaktadır. Bu tahminlerin gerçekleşmesi durumunda, nükleer silâhların kullanıldığı yerler ve çevresindeki olaya karışmamış ülkeler zarar görecektir. Ama daha uzak bölgede olanlar, örneğin Afrika, çok daha az zarar görecektir. Bu durumda gezegenimizin yeni egemen güçleri, muhtemelen, Afrika gibi yerlerde yaşayanlar olacaktır. Yani savaşanlar ve komşuları kaybedecekler, seyirciler kazanacaklar.
Kullanılacak nükleer bombanın gücü ile sayısının fazla olması ve bombaların toprağın üstünde yani havada infilâk etmesi halinde, insanlık yok olma tehlikesiyle karşılaşacaktır. Çünkü oluşacak nükleer toz bulutu, stratosfere kadar yükselecektir. Bu durumda güneşten gelen ışınların bir bölümünü engelleyecektir. Böylece dünyaya daha az ışın gelecektir. Sonuçta sıcaklık düşecek, hem bitkiler hem hayvanlar hem de insanlar için yaşam şartları kalmayabilecektir.
Bilindiği gibi, nükleer bombalar yalnızca infilâk ettiği bölgeleri tahrip etmezler. Yukarıda bahsettiğimiz nükleer toz bulutu yani radyasyon tesiri dışında da ciddi etkileri olur. Bombanın infilâk etmesiyle birlikte çok yüksek sıcaklık oluşur. Bu yüksek ısının sebep olacağı yangınların söndürülmesi, neredeyse imkânsız bir hal alır. Çünkü çok büyük olarak başlayan bu yangınlar, havanın çok hızlı ısınmasına sebep olurlar. Hızla ısınan hava, aşırı genleşmeye neden olur. Bu genleşmeler, muhtemelen tahminlerin üstünde bir güce sahip hava akımları oluştururlar. Dolayısıyla, yangınların tesir alanlarını hızla genişletirler. Kuvvetli rüzgârlardan dolayı söndürülemeyen bu yangınlar, sadece insanları değil, bitkileri ve hayvanları da mahveder. Yangınların oluşturduğu bu rüzgârlar, radyasyonun da hızla atmosferde yayılmasına sebep olurlar.
Diğer taraftan, nükleer bombaların infilakının; boğazları, nehirleri, yer altı ve yerüstü suyollarını tıkamayacağını kimse iddia edemez. Bu basit zarar bile, dünyanın bazı bölgelerinin kuraklaşması, bazı yerlerin ise, su baskınlarıyla perişan olmasına sebep olurlar.
Bir bölgeye atılan nükleer bombaların, o yöredeki mevcut ve henüz kullanılmamış nükleer bombaları tetiklemesi ve infilâk ettirmesinin sonuçlarını düşünmek bile istemeyiz. Çünkü bu durumda, bombayı atan ülkeye herhangi bir bomba düşmese bile, kendi attıkları bombanın sonuçlarından onlar da etkilenecekler ve yok oluşa doğru gideceklerdir.
Nükleer savaşlar ve sonuçları üzerine çok sayıda makale, kitap yazıldığı ve filmler yapıldığı için, biz burada ayrıntılara girmeyeceğiz. Ancak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, etkili bir nükleer savaşın galibinin olmayacağı kesindir.
Uzmanların anlatımlarına göre, gezegenimizde mevcut olan nükleer silâhların toplam gücü, dünyamızı ve insanlığı 20 defa yok edecek güce ulaşmıştır.
Bizim bu makalede dikkat çekmek istediğimiz bir başka silâh gurubu; biyolojik, kimyasal ve bakteriyolojik silâhlardır. Bu silâhların kullanılmasının sonuçlarını da, kimse tahmin edememektedir. Örneğin, bu silâhların kullanılmasının hangi hastalıklara sebep olacağını kestirmek mümkün değildir. Oluşacak bazı hastalıkların, vebadan daha hızlı yayılmayacağını ve kitleler halinde ölümlere sebep olmayacağını uzmanlar dâhil, kimse iddia edememektedir.
Bazı uzmanların ifadelerine göre, örneğin, sadece siyah derili insanlara etki edecek şekilde hazırlanan bir bakteriyolojik silâhın, beyazları veya sarı ırkı öldürmeyeceğini söylemek çok güçtür. Dünyadaki gelmiş geçmiş bütün insanları DNA dizilerinin %99,9’u birbirinin aynısıdır. Geri kalan %0,1 bizleri biyolojik olarak farklı kılan kısımdır. Dolayısıyla, bakteriyolojik silâhın sonucunu kimse tam kestiremez. Uzmanlara göre, kimyadaki polimerlerin reaksiyonlarındaki zincirleme etkilenmeler tahmin edilememektedir. İşte, polimerlerdeki etkilenmeleri tahmin etmek, bakteriyolojik silâhlarınkinden daha kolaydır. Bu nedenle, kullanılan biyolojik silâhın, dönüp kullananları vurması ihtimali çok kuvvetlidir.
Görüldüğü gibi, biyolojik, kimyasal ve bakteriyolojik silâhların insanları nasıl etkileyeceğini tahmin edemiyoruz. Peki, bu silâhların hayvanları ve bitkileri nasıl etkileyeceğini tahmin edebiliyor muyuz? Bu soruya olumlu yönde cevap veren, henüz çıkmadı.
Diyelim ki, gelecek bir zamanda, yukarıda bahsedilen türdeki silâhların, insanların üzerindeki etkilerini biraz daha bilebilir hale geldik. Bu durumda iki soru akla gelmektedir. Aynı ırktan gelen veya farklı ırkları bünyesinde barındıran devletler birbirleriyle mücadele ederlerse, ne olacaktır? İkinci soru, eğer bu silâhlar bitkileri yok edecek yönde etkilerlerse, insanlar ve hayvanlar yaşamlarını nasıl sürdüreceklerdir?
Yukarıda bahsettiğimiz konuları ve soruları bilmeyen yönetici yoktur. Fakat devletleri idare edenlerin, cevap veremedikleri çok daha önemli bir soru vardır. Kendileri bu silâhlara sahip olmazlarsa, düşmanlığın etkin olduğu bir dünyada, düşmanlarına karşı koymaları nasıl mümkün olacaktır? En azından caydırıcılığı nasıl sağlayacaklardır?
Konuya, tek tek devletler açısından bakarsak, yöneticiler korkularında haklıdırlar. Fakat gezegenimizin ve insanlığın geleceği açısından bakılınca, herkes haksız duruma düşmektedir.
Bu sebeple, insanlığın ve gezegenimizin geleceğini korumakla, hepimiz yükümlüyüz. Bütün dünyanın katılacağı “zorunlu bir barışı” tesis etmek hepimizin görevidir. Bu mecburiyete rağmen, halen içten pazarlıklı davrananlar ve barışı baltalamaya çalışanlar açısından iki ihtimal vardır. Biri, rakiplerine yaptıkları dönüp kendilerini vuracak ve düşmanlarıyla birlikte yok olacaklardır. İkincisi, ilâhi adaletin pençesinden kurtulamayacaklarını acı bir şekilde göreceklerdir.
Düşmanlık amacıyla harekete geçtikten sonraki dönemde, gelişmeler aleyhlerine döndüğün bir sırada ve son anda, hatalarını anlayarak, tıpkı Firavunun yaptığı gibi nedamet getirseler bile, hiçbir işe yaramayacaktır.