MUTFAK İLE TUVALET ARASINDA GEÇEN ÖMÜR AHIRDA YAŞANMIŞ GİBİDİR
Yazımızın başlığının çok uç bir örneği anlattığını düşünebiliriz. Fakat hayvanların yaşam şartlarını incelersek, yaptığımız benzetmenin aşırı olmadığını görürüz. Bilhassa son yıllarda gelişen belgesel çekimler, bizlere bu hususta yardımcı olmaktadır.
Belgesellerden, hayvanların, sosyal bir toplum düzeni içerisinde yaşadıklarını anlıyoruz. Tabiatta yaşayan, herhangi bir hayvan toplumunun hayatlarından kesitlere bakalım. Bütün hayvan toplulukları içerisindeki güçlülerin, küçükleri ve güçsüzleri koruduklarını, mutlaka, görürüz. Gurup içerisindeki yardımlaşmaya hayran oluruz.
Avını yemeye başlayan bir aslanın, avının karnındaki ölmüş yavruyu görünce, nasıl üzüntü duyarak yemeyi bıraktığına şahit oluruz. Birkaç aslanın birleşerek avladıkları hayvanın etini yiyip karınlarını doyurduktan sonra kenara çekildiklerini ve sırasıyla diğer hayvanların da karınlarını doyurarak yerlerini yenilerine bıraktıklarını ibretle seyrederiz.
Belgesellerin takipçileri, bizim verdiğimiz bu örneklerden çok daha ilginç olanlarını gözlemişlerdir. Vahşi doğadaki hayvanların hayatlarının çok ciddi bir sosyal düzen içerisinde olduğunu izlemişlerdir.
Bizim verdiğimiz ahır örneği, evcilleştirilmiş hayvanların yaşadıkları ortamı anlatmak içindir. Ahırdaki hayvanların ihtiyaçlarıyla uğraşanlar, insanlar olduğundan, ahır hayvanlarının sosyal bir düzenleri oluşamamaktadır. Bakımlarını, onlardan faydalanan insanlar sağladığından, hayvanlara düşen tek şey, yemek ve yediklerinin posasını çıkarmaktır. Yani mutfak ile tuvalet arasıdır.
Çok kısa olarak değindiğimiz bu örnekleri aklımızda tutarak, insanların hayatlarından kesitleri irdeleyelim. Öncelikle mutfak ile tuvalet arasında yaşamanın belirtileri hakkında fikir yürütelim.
Topluma en faydalı olacakları düşünülen insanlar bilimle uğraşanlardır. Eğer bir bilgin, insanlığın faydasını hedeflemiyor, kendi menfaatinin peşinde koşuyorsa, onun kalbi kapalı demektir. Gönlü ölü olarak nitelenebilecek olan bu bilginin ömrü, mutfak ile tuvalet arasında geçmiş sayılır.
İnancı gereği oruç tutan bir şahsı düşünelim. Bu kişi, fakirlere yardım etmiyorsa, çevresindeki inanlara kötü niyetli yaklaşarak davranıyorsa, onun orucu, sadece, öğle yemeğini yoğunluktan dolayı yiyemeyip akşamı beklemiş birinin açlığı ile aynıdır. Bu insan davranışlarını, olaylara bakışlarını düzeltmediği sürece, bütün yıl oruç tutsa bile, yine de ömrü mutfak ile tuvalet arasında geçmiş olur.
İnsanlar, kendi inançları doğrultusunda, hac farizalarını yerine getirmeye çalışırlar. Gerek bu görevlerini ifa ederlerken, gerekse hacdan sonra, kibirli davranışlarını sürdürenler olur. Eğer bir kişi, hac sırasında, sonrasında ve hattâ öncesinde olgun davranışlarda bulunmazsa, kibirli tavırlarla büyüklük taslamaya devam ederse, o kişinin ömrü mutfak ile tuvalet arasında geçmiş demektir.
Benzer şekilde, insanların bazısı inançları gereği namaz kılarlar. İçlerinden bir kısmı, namazı doğru dürüst kılarlar. Ama bazısı, gösteriş için kılar. Bazısı, namazdan hemen sonra insanlara eza eder. İşte böylelerinin ömrü mutfak ile tuvalet arasında geçmiştir.
Yukarıdaki örnekleri, belli bir inanca sahip olan insanlardan verdik. Eğer, kendilerinin inançlı bir insan olduklarını düşünen kişilerin bir kısmının, ömürleri mutfak ile tuvalet arasında geçiyor ise, diğerlerinin durumları daha kötü olabilir.
Elbette hiçbir insan ahırda yaşamak istemez. Ama mutfak ile tuvalet arasında yaşamanın sonucu bu anlamdadır. Dolayısıyla bu durumdan kurtulmaya çalışmak gerekir. İnsanlar, nefis taşıdıkları için genellikle kurtulmak zordur. Bu zorluğu aşmak için bazı yöntemler denenebilir.
Örneğin, tanıdığımız insanlardan hasta olanları ziyaret edebiliriz. Fakat bu, sıradan bir hasta ziyareti olmamalıdır. Hastanın çektiği sıkıntıların benzerinin ve hattâ daha fazlasının bizim başımıza da gelebileceğini düşünürsek, bu ziyaretimizin bize de faydası olacaktır. Hiçbir kimse, ben hasta olmam, benim başıma bu kaza gelmez diyemez. O halde, hastanın yerine kendimizi koyarak düşüncelere dalalım. Böylece nefsimize karşı, daha uzun süre etkisi olacak bir mücadele vermiş oluruz.
Diğer bir yöntem, fırsat buldukça cenaze merasimlerine katılmaktır. Naaşlar defnedilirken, ölünün üzerine toprak atmaktır. Fakat toprağı ölene değil, kendi üzerimize attığımızı düşünerek atmalıyız. Toprağın altında yatanın biz olduğumuzu hayal edersek, cenaze merasiminin bize faydası daha uzun süre olur.
Bir başka yöntem üzerinde daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz, aynaya bakmaktır. Aynada kendi gözlerimizin içerisine bakarak, geçmişte yaşadığımız olayları değerlendirmektir. Gözümüzün içerisine bakarak yaptığımız bu muhasebede, bazen kendimize kızdığımız hususlar olacaktır. Kendimizde gördüğümüz ve kızdığımız bu hataları düzeltmeye çalışırsak, bu yöntem bizi, aynaya baktığımız sürece düzgün tutar.