SİYASETÇİ VE ZENGİN İŞBİRLİĞİNİN SEÇİMLERE ETKİLERİ
Herhangi bir ülkedeki en zengin % 0,5-1’i arasına giren gurubun, zenginliklerini sürdürebilmeleri için, devlet yönetimde etkili olmaları şarttır. Bu yazımızda ele alacağımız zenginler, hırslarının peşinde gittikleri için, sadece kendi menfaatlerini düşünenlerdir. Eğer ülkede, görünüşte de olsa, demokratik seçim yöntemi yoksa zenginlerin işleri çok kolaydır. Zaten yönetimdekiler ve onlarla bağlantılı olanlar dışında, zengin pek yoktur. Çünkü araya, yönetimdekilerin istemediği başka birilerinin karışma ihtimali çok zayıftır.
Eğer ülkelerinde demokratik seçim sistemi varsa, o zaman ince taktiklerin uygulanması ihtiyacı doğar. Bu durumda siyasetin işleyişinin, hırslı zenginlerin ve zenginlere hizmet edecek hırslı siyasilerin lehine oluşturulması gerekir. Ancak halkın da, bu yapının farkına varacak kadar bilgi sahibi olmamasını temin etmek şarttır.
Fark ettirmemeyi başaracak olanlar siyasetçilerdir. Takdir edileceği gibi, siyasetçiler, bir nevi tüccardırlar. Onlar, fikirleri pazarlarlar. Zenginlerin büyük çoğunluğunda, fikirlerini doğrudan halka pazarlayacak kabiliyet yoktur. Onlar, mallarını pazarlamak için bile, başkalarını ve reklamcıları kullanırlar. Zenginler ile karşılaştırıldığında, siyasetçilerin başka ilave özellikleri daha vardır. Siyasetçiler, pazarladıkları fikirleri kanun maddelerine dönüştürebilirler.
Ülkelerin çoğunda, siyasetçilerinin kapasiteleri, hem fikir üretmek, hem bu fikirleri pazarlamak, hem de bunları kanun maddesi haline getirmek için yeterli değildir. Dolayısıyla, politikacıların da desteğe ihtiyaçları vardır. Ancak zenginler, bu desteği onlara doğrudan veremezler. Çünkü onların içerisinde de, böyle bir kapasiteye sahip olanlar son derece azdır. Zenginlerin yapmaları gereken şey, ülkenin akademisyenlerinden, fikir insanlarından ve sivil toplum kuruluşlarından bazılarını destekleyerek, bunların, siyasetçilere ve bürokratlara yardımcı olmalarını sağlamaktır. Siyasetçiler de elbette, kendilerine ne verilirse sadece onları yapan robotlar değildir. Onlar da, kendilerine verilen bu bilgileri, kendi dünya görüşleriyle harmanlayarak ve kendi bildikleri yöntemlerle halka sunarlar. Halkı ikna ederken, akıllara değil, daha çok duygulara hitap ederler. İnsanların duygularına hitap ederken, fikirlerini akıllı bir davranış gibi göstermeyi başaranlar, siyasette daha başarılı olurlar.
Halkın gerçekleri görmesini engellemek için, siyasetçilerin, halka yalan söylemeleri veya yanıltıcı bilgi vermeleri, çoğu zaman, yeterli olmaz. Yukarıda söylediğimiz gibi, sivil toplum kuruluşlarının da, zenginlerin menfaatleri doğrultusunda organize edilmeleri gerekir. Bu kuruluşların hepsine ulaşmak ve onları kendi istekleri doğrultusunda koordine etmek çoğu zaman mümkün olmaz. Bu sebeple, daha etkili olanlara öncelik verilir. Bu açıdan bakılınca, kamu kurumu niteliğindeki sivil toplum kuruluşlarının da, siyasetçilerin etkisi altına alınması gerekir. Bunu sağlamak için, bu kuruluşların seçim, yönetim kuralları ve gelir kaynakları, siyasilerin etkilerinin olabileceği şekilde düzenlenmelidir. Dolayısıyla, sivil toplum kuruluşlarına zenginlerin verecekleri maddi desteklere ilaveten, siyasetçilerin de yapacakları kanunlar önemlidir.
Sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili sistemin yeniden düzenlenmesinin en önemli amacı, yapılan bir seçimde kazanan yandaş gurubun, bu kuruluşun yönetimini bir daha kaybetmemesidir. Bazen bunu sağlamak mümkün olmaz. Dolayısıyla yargı sistemini de düzenlemek gerekir. Yargıdaki düzenlemeler halkın farkına varamayacağı şekilde yapılmalıdır. Yargının, normal olaylarda halkın ve bireyin lehine karar verdiği algısı oluşturulmalıdır. Fakat az sayıda vuku bulacak olan önemli anlarda, zenginler ve zenginlere hizmet eden siyasilerin korunması sağlanmalıdır.
Herhangi bir ülkede, siyasetçi-bürokrat-zengin üçgenini tamamlayan gurupların önlerinde, dünyevi engel kalmamış demektir. Çünkü üçgen tamamlanınca, yargı kurumu da bürokrasinin içerisinde erir. Bağımsız düşünen dürüst yargı mensupları elenir. Bu üçlünün oluşumu sırasında, zaten medyanın büyük bölümü, etkileri altına alınmış olacağından, bu üçlü için tek engel, sadece kendilerinin kibre kapılarak hata yapmaları sonucu ilâhi adaletin gerçekleşmesidir.
Bizim kısmen senaryo gibi anlattığımız bu durum, maddeten kalkınmış ülkelerin birçoğunda da geçerlidir. Bu ülkelere verilebilecek ilk örnek ABD’dir. ABD’deki Yüksek Mahkeme diğer ülkelere göre daha bağımsız olarak bilinir. Fakat onlar bile, 2010 yılında, büyük şirketlere, siyasi seçim kampanyasında, sınırsız harcama yapabilmeleri hakkını onaylamıştır. Bilindiği gibi bu şirketlerin bir kısmı, yüzbinlerce ABD vatandaşının toplamından daha zengindir. Sıradan bir vatandaştan da, belki de milyonlarca kat daha zengindir. Bu durumda, zenginlerin desteklediği adayların kaybetme ihtimalleri, çok düşüktür.
Bizim ifadelerimizden zenginleri sevmediğimiz gibi bir anlam çıkarılmayacağını, diğer yazılarımızı okuyanlar bilirler. Biz zenginliğe değil, toplum nezdindeki güçlerini, takvalı davranışlarda değil, sermaye güçlerinde aradıkları için, haksız uygulamalar yapanlara ve bazısının zalimliklerine karşı tavırlıyız. Bir başka yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Müslümanların içerisindeki en geniş kitleye sahip mezhep olan Hanefi mezhebine adını veren Ebu Hanife, çok zengin insan idi.
Dolayısıyla, elbette zengin şirketlerin de, kendilerini ifade hürriyetleri vardır. Fakat şirketlerle vatandaşın arasındaki güç farkı dikkate alınınca, yargının verdiği kararla, şirketlerin ifade hürriyeti, vatandaşın mücadele özgürlüğünü neredeyse sıfırlamaktadır. Desteklediği partisine belki de 40 yıldır, en alt kademeden başlayarak hizmet etmiş bir vatandaşı düşünelim. Normal şartlarda herhangi bir seçimde, o kişinin partisinin, kendisi gibi parti içerisinde hizmet etmiş insanlar içerisinden daha kapasiteli olanı aday göstermesi beklenilir. Fakat önemli konumdaki adaylıklarda genelde böyle olmaz. Aynı partiye yeni girmiş, hattâ girmeden önceki dönemlerde, bu partinin aleyhine konuşmuş veya fiilen zarar vermiş bir insanın adaylığı öne çıkabilir. Yeter ki bu şahıs, siyasetçi-bürokrat-zengin üçlüsünün daha çok desteklediği insan olsun. Bu kişinin tanıtımı yapılırken zengin şirketlerin verecekleri maddi destek, istenilen her türlü algıyı oluşturabilir.
Bazen, oluşturdukları algılarla yaptıkları yanıltmalar da, destekledikleri kişinin seçilmesine yetmeyebilir. ABD’de başkanlık yapan oğul Bush’un, ilk seçildiği seçimleri hatırlayalım. Bush ile rakibi Al Gore, birbirine eşit oy aldılar denildi. Fakat sonucu belirleyen, Florida’daki 25 delegenin oyu oldu. Uzun mahkemeler, çöp varillerinde bulunan oylardan sonra Bush’un seçimi kazandığı ilan edildi.
ABD gibi demokrasi şampiyonu olarak görülen bir ülkede yaşanan bu garip olay gösterdi ki, hırs sahibi zengin-siyasetçi-bürokrat üçlüsü, her halükârda istediği sonuca ulaşma imkânına sahiptir. Vatandaşlar ise, halen demokrasi ile yönetildiklerini ve yöneticileri kendilerinin seçtiklerini zannetmekteler. ABD’de bu gerçekleşebiliyorsa, demokrasi hususunda henüz emekleme safhasında olan ülkelerde, ilan edilen seçim sonuçlarının inandırıcılığı çok tartışmalıdır.
Diyelim ki, seçim sonuçlarında ciddi bir hile yapılmadı. Ama yine de demokrasinin emeklediği ülkelerde, vatandaşın seçimlerdeki etkisi yok denecek kadar azdır. Çünkü oy verdiği adayların seçilmesinde etkileri sıfıra yakındır. Vatandaşın oy verdiği adayların büyük çoğunluğunu belirleyenler, ister muhalefette isterse iktidar partisinde olsun, hırslı zenginler ve onlara hizmet eden siyasetçilerdir.
Bu seçim yöntemi devam ettikçe, sistem geri döndürülemez bir hal almaya başlamaktadır. Çünkü her seçim, zenginlerin ve zenginlere hizmet eden siyasetçilerin güçlerini artırmaktadır. Sıradan bir vatandaşın ve halkın gücü ile zenginler ve siyasetçiler arasında uçurum oluşmaya başlamaktadır. Sadece kendilerini düşünen zenginlerin kurduğu bu düzenin çarkları arasında kalan vatandaşların büyük bölümü, siyasetten uzak durmaya çalışmaktadır. Halkın bu bıkkınlığı, hırslı zenginlerin ve zenginlere hizmet eden siyasetçilerin işlerini kolaylaştırmaktadır.
Bazı zenginlerin ve zenginlemiş siyasilerin denetimine giren medyanın sunduğu yanıltıcı bilgi akışı, vatandaşı oy vermeye zorlamaktadır. Fakat bu zorlamaya rağmen, vatandaş bu durumun farkına varamamaktadır. Aksine kendisini ve kullandığı oyunu önemsemektedir. Hattâ ülkedeki sistemin kendisine hizmet ettiğini bile düşünebilmektedir. Kendisini önemli görmesine rağmen, seçimler öncesinde partilerin adayları belirlenirken, kafası başka konularla meşgul edilerek önem sırası saptırılmaktadır. Zenginlerin belirledikleri adayların medyadaki tanıtım bombardımanının tesiriyle, o adayları destekleyici konuşmalar yapmaktan, kendisinin adaylığının peşine düşememektedir. Zenginlerin hizmetindeki partilerin yöneticileri, gündem değiştirmekte ustalaştıkları için, vatandaş zaten onların gündeminin dedikodusu ile zamanını doldurmaktadır.
Zenginlerin çoğu, giderek, tam istedikleri gibi kukla aday peşinde koştuklarından, bu adaylar için oy toplamakta zorlanmaya başladılar. Bu sebeple, mecburen daha çok para harcamaları gerekiyor. Çünkü defolu olan adayları için, vatandaşı sadece fikren ikna etmek yetmiyor, maddeten de ikna etmek ihtiyacı doğuyor. Bilhassa, emekleyen demokrasinin olduğu ülkelerde, zenginler ve zenginleşen siyasiler, daha çok para harcadıkça, bu paraları fazlasıyla geri kazanabilmek için, daha cüretkâr yolsuzluklar ve hukuksuzluklar yapmaya başlıyorlar.
ABD gibi demokrasinin daha iyi uygulandığı ülkelerin vatandaşlarını da, artık ikna etmek giderek zorlaşıyor. ABD’de başkanlık seçimlerindeki oylamaya katılımın son yıllardaki ortalaması, yüzde 57 gibi düşük oranlardadır. Başkanlık seçiminin olmadığı Temsilciler Meclisi seçimlerinde bu oran %40’a kadar düşmüştür. Gençlerdeki oy kullanma oranı ise, çok daha kötüdür. Yüzde 20’lere kadar düşmüştür. Bütün bunlar, insanların ve bilhassa gençlerin siyaset kurumuna ve siyasetçiye güvenmediğini göstermektedir. Aynı zamanda geleceğe de güvenle bakmadıklarının göstergesidir. Gençlerdeki, ülkedeki eşitsizliğin varlığına olan inancı artırmakta, demokrasiye olan güveni zayıflatmaktadır. Bu durum, maddeten kalkınmış ülkelerin gelecekleri açısından, tehlike sinyalidir.
Emekleyen demokrasinin olduğu ülkelerde, seçime katılımı artırmanın en etkili yolu, karşı partileri düşman yerine koymak olmaktadır. Böylece bazen, katılım gerçekten artmaktadır. Fakat toplum, birbirini sevmemekle kalmayarak nefret eden insanlar topluluğu haline gelmektedir. Bu anlayış, böyle ülkelerin geleceği açısından çok tehlikelidir.
İnsanlığın güzel geleceği için, bu gidişatın değiştirilmesi gerektiği açıktır. Burada ilk görev, zenginlere ve siyasetçilere düşmektedir. Eğer mevcut ortam böyle devam ederse, patlamaya hazır bir hale doğru ilerleyen toplumların aniden patlamaları durumunda, en çok zararı zenginlerin ve siyasetçilerin görecekleri açıktır. Ancak bir ülkenin zenginlerinin ve siyasetçilerinin, tek başlarına bu durumu düzeltmeleri çok zordur. Mümkün olduğu kadar çok katılımlı ortak tavırlarla sonuca gidilebilir. Herhangi bir sebeple ortak tavrın dışında kalanların, en çok zararı görmeleri ihtimali çok kuvvetlidir.