BORSALAR, DÜNYANIN EN BÜYÜK KUMARHANELERİ OLMA YOLUNDA
Tarık Elrıfai’nin “İslâmi Finans” adlı eserinde küresel borsalardaki türev piyasası ile ilgili rakamlar veriliyor. Yazarın, İsviçre merkezli Uluslararası Ödemeler Bankası verilerine dayanarak verdiği rakamlar şöyle: Haziran 2008 itibarıyla tüm küresel borsa dışı türev piyasasının kavramsal tutarı 683,7 trilyon dolar. Karşılaştırma yapabilmemiz için dünyadaki bütün ülkelerin GSYİH toplamını da vermiş; toplam 61,4 trilyon dolar.
Demek ki, 2008 yılındaki türev piyasası, küresel ekonomiden 11 kat daha büyük. Peki, ekonomik buhrandan sonra durum değişmiş mi diye soranlar için, 2013 sonu rakamlarını vermiş. Buhrandan beş yıl sonra türev ürün piyasasının boyutu, daha da artmış. Tam 710 trilyon dolara ulaşmış.
Peki, bu kadar inanılmaz boyutlara ulaşan türev piyasası ne demek? İnsanlar, hisse senedi, tahvil piyasaları hakkında az da olsa bilgi sahibiler. Ama türev ürün ne anlama geliyor, bilen çok az. Borsa ile bugüne kadar hiçbir ilgim olmadığından, bazı küçük bilgilerin dışında benim de bilgim yoktu.
İlk çıkarılan türev ürünün adı CDO, yani teminatlı borç yükümlülüğü. Aslı, varlık destekli bir menkul kıymettir. Amaç, düşük kaliteli ipotekli konut kredilerini yatırımcılara satmaktır. En alt değerdeki ipotekli krediyi satabilmek için, yüksek kaliteli krediler ile harmanlanarak, aynı havuzda toplanıyor, birlikte satılıyorlar. Yatırımcılar, yüksek kaliteli ipotekli kredinin hatırına, CDO’ları satın almaya başlıyorlar.
Fakat Wall Street yöneticileri, satışların yeterli olmadığını düşünmüş olmalılar ki, 1994 yılında bir başka yöntem geliştirmişler. Kredi temerrüt takası, yani CDS adıyla yeni bir ürün geliştirmişler. Bu ürünün amacı, bir yatırımın temerrüde düşmesi veya kayıp yaşanması durumunda, satın alan kişiye bir sigorta sağlamak. Yani, ürünün aslı değil, türev bir finansal ürün. Bir aksilik durumunda, CDS’yi satan kişinin, satın alanın zararını telafi edeceğini belirttiği bir finansal takas anlaşması niteliğinde bir ürün. Temerrüde düşülmesi durumunda CDS’yi satanlar, temerrüde düşen krediyi satın alırlar ve satın alan bir geri ödeme almış olur.
Ürünün bu hali, yatırımcılara güven veriyor. Çünkü onlara koruma sağlanmış oluyor. Buraya kadar olan kısım, mantıklı gibi duruyor. Ancak bu güven ortamına rağmen, CDS’leri alanlar doğrudan konuyla bağlantılı kişiler veya kurumlar olacağından, satış miktarı artmasına rağmen yine Wall Street’in beklediği kâr elde edilmemiş olmalı ki, CDS’lerin satışını başkalarına da açmışlar. Borçtan doğrudan doğruya sigorta edilebilir çıkarı olmayanlara ve kredi araçlarına sahip olmayanlara da CDS satışı yapılabileceğini düşünmüşler. Bu şekildeki CDS’lere “çıplak CDS” ismini vermişler. Böylece ikinci bir Pazar yaratmışlar.
Muhtemelen, bu fikrin yatırımcılar tarafından benimsenmesinin sebebi, kredi verilirken ipotek edilen konutun fiyatlarının sürekli artması ve dolayısıyla CDS’lerin kazandırmaya devam etmesidir. Tahmin edileceği gibi, sürekli kazandırdığı düşünülen bir yatırımda, sigortanın bir önemi kalmaz. Dolayısıyla yatırımcı, aldığı türev ürünün sigortalı olup olmamasını umursamaz. Buna rağmen Wall Street, daha çok satış yapabilmek için, CDO ve CDS’leri bir havuza toplayarak, yatırımcıların risklerini azaltmış gibi göstermiş. Tıpkı başlangıçta, kaliteli ipotekler ile çöp ipotekleri aynı havuzda topladığında olduğu gibi, satışlarını artırmayı başarmış. 2007 yılına gelindiğinde, CDO ve CDS’lerin satışları, ABD Borsalarından NASDAQ’ın hacminin 10 katına çıkmış.
Yukarıdaki konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, ticari hayattan ve futbol maçlarından benzetmelerle örnekler verelim.
Müteahhitlik yapan B şahsı, yaptığı evleri satmakta zorlanmaktadır. A kişisine evi vadeli satmaya çalışır. Evi alacak kişi maddeten güçsüz olduğundan, müteahhit olan B şahsı, evin değerini yüksek söyler. Ayrıca A kişisinden evi ipotek vermesini ister. Evin değeri daha az olmasına rağmen, A şahsı, ev sahibi olmanın heyecanıyla kabul eder. Müteahhit olan B şahsı, ipoteğin üzerine miktar yazdırmaz.
Bu alış-verişin sonrasında olaylar şöyle gelişiyor.
B şahsının, bir başkasına, C kişisine borcu vardır. Borcunu para olarak ödeyemediği için elindeki ipoteği teklif ediyor. C şahsı, B’nin ipotekli alacağı cirolaması şartıyla kabul ediyor. Çünkü ipotek miktarı yazılmadığından evin değeri artmaya devam ettikçe kazanacak. Bir sıkıntı olursa da, arkadaki cirodan dolayı zarara uğramayacaktır. Buraya kadar normal ticaret yürüyor. A şahsı ev sahibi olduğu için mecburen memnun olurken, B ve C şahısları da kazandıklarını düşündükleri için memnun oluyorlar.
Bu şahısların memnuniyetini dışarıdan gözleyen bazı yatırımcılar, bu pastadan pay kapmak istiyorlar. D, E, F gibi niteleyeceğimiz bu yatırımcılar, C şahsından bu ipotekli alacağı devralmak istiyorlar. Ancak C şahsı, bir şart öne sürüyor. Belgeyi size devrederken arkasını cirolamam diyor. Ev fiyatları artmaya devam ettiği için, kazanç net olarak göründüğünden, D, E, F gibi şahıslar kabul ediyorlar. Bunların kâr ettiğini gören başkaları da devreye giriyor. Bunlar da G, H, K olarak niteleyeceğimiz şahıslara satıyorlar. Zincir böylece uzuyor.
Bazen araya, kendi sermayesi olmayan yatırımcılar da giriyorlar. Her yeni yatırımcı, kendisinin daha akıllı olduğunu göstermek için yeni çözümler üretiyor. Ev fiyatları ülkedeki faiz oranlarından çok daha fazla artmaya devam ettiğinden, düşük faizli kredi çekiyorlar ve bu ipotekli alacağı devralıyorlar. Halk deyimiyle “çayın taşıyla, çayın kuşunu vurmak” istiyorlar. Sıfır sermaye ile kâr elde etmiş olmakla övünüyorlar.
Devreye giren bu yatırımcıların hepsi, ipotek edilen “ev”e güveniyorlar. Bu durumu hayatın içerisinden bir başka örnekle açıklamaya çalışalım. Bir futbol maçında, gol atan takımın oyuncuları sevinç gösterisi yaparken birbirlerinin üzerine atlayınca, nasıl attakinin canı çıkıyorsa, bizim ticarette de öyle oluyor. “Ev” bu ağırlığa dayanamıyor, çatırdamaya başlıyor. İlk çatırdamadan itibaren herkes elindeki evi birbirine vermeye çalışıyor.
Futbol maçındaki sevinç gösterisi sırasında altta ezilen futbolcu, “elini yere vurarak” üzerinden kalkmalarını istediğinde, üst taraftakiler kalkabilmek için altındakilere dayanarak kuvvet alarak kalkarlar. Dolayısıyla alttakileri eziyorlar. Normal durumlarda en alttaki fazla ezilmez. Bu nedenle birçok maçta aynı gösteri yapılır. Ama bazen, atılan gol çok önemlidir ve sevinç aşırı olur. Yedek kulübesindekiler ve hattâ bazı seyirciler de sevinç yumağına atlarlar. İşte bu durumda en alttaki ciddi zarar görür. İşte “ev” de, yani evi ilk satın alıp taksitlerini ödeyen kişi de, böylesine benzer bir ortamda ciddi zarar görür.
Bir futbol maçında futbolcular, ister sevinç gösterisi sırasında isterse başka bir sebeple sakatlanırlarsa, takımın yöneticileri, onların yerine yeni futbolcuları sahaya sürerler. Bilhassa sakatlanan futbolcuların ünlerine göre, onları hem bedava tedavi ettirirler hem de ücretlerini ödemeye devam ederler.
İşte devleti yönetenler de, ilk ev sahibini ezerlerken, diğerlerini büyüklüklerine, ünlerine göre kurtarmaya çalışıyor. En alttaki insan ezilirken, bu garibanın üzerinden para kazananların kazançları devam ediyor. Nasıl, bir futbolcu, transfer ücretinin dışında ayrıca oynadığı maç başı ücret almak üzere anlaştıysa, sakatlık süresince bu ücretlerden mahrum oluyorsa, bizim akıllı yatırımcılar da, bazen az miktarda zarar ediyorlar.
Ama evi ilk alan ve ödemeler yapabilmek için, büyük mücadele veren garibanın hem ev elinden gidiyor, hem de yaptığı ödemeler boşa çıkıyor. Devletler de, ona dönüp bakmıyor. Tıpkı, Yunus Emre’nin bu durumu hicvettiği bir şiirinde “şurda bir garip ölmüş diyeler, soğuk suyla yuyalar” dediği gibi oluyor.
Bilindiği gibi, maçlardaki sevinç gösterisi ilk önce golü atan futbolcunun kendisini yere atarak çimenlerde kaymasıyla başlıyor. Golü atan bu kişiye karşı kıskançlık duyan takım arkadaşları varsa, öncelikle onlar futbolcunun üzerine atlıyorlar. Atlarlarken de güya çok fazla sevinmiş gibi yaparak, diğer futbolcuları ve yedek kulübesini de tahrik ediyorlar. Böylece sevinç yumağı hızla büyüyor. Kendileri altta kalmamak için, kimseye farkettirmeden yumağın kenarına doğru kaçıyorlar. Kendileri ezilmeden, golü atanın ezilmesine vesile oluyorlar. Dolayısıyla golcünün üzerine ilk atlayan(lar)ın sahtekârlığı gözden kaçıyor.
İşte ekonomide de, CDO ve CDS’lerde, Wall Streeet’in ve bazı bankacıların yaptığı sahtekârlıklar, bu şekilde gözden kaçıyor. 2008 ekonomik buhranını araştıranlar tarafından, Wall Street’teki sahtekârlıkların nasıl yapıldığı üzerine çok sayıda kitap yazılması, denetim mekanizmalarının iyi çalışmadığını göstermektedir.
İşin ilginç tarafı, ekonomik buhran sırasında kurtarılan bankaların bazılarının, geçmişte yaptıkları sahtekârlıkların benzerlerini halen devam ettirmeleridir. Yani ne bankalar cephesinde ne de denetleyenler tarafında değişen bir şey yok. Bu duyarsızlık, bankaları, borsacıları ve bu alanlarda çalışan avukatları sevindirirken, insanların geleceğe karamsar bakmalarına sebep oluyor.
Eğer ilgililer, bu konudaki duyarsızlıklarını sürdürürlerse, borsaların dünyanın en büyük kumarhaneleri olduğuna herkes tarafından inanılacağı ve hem kendilerine hem de dünyaya zarar vereceği günlere davetiye çıkarmış olurlar.