ALLAH, HER İNSANA AYRI BİR ŞEREF VERMİŞTİR
Bu sitede yayınladığımız bazı yazılarımızda, insanlığın yaratılışı üzerine düşüncelerimizi okuyucularımızla paylaşmıştık. Yüce Yaradan’ın, Dünyayı, insan hayatına göre düzenlediğini, evrene de, dünyanın düzenini muhafaza edebilmesi için gerekli özellikler verdiğini düşündüğümüzü, Kur’an ayetlerinden ve ilim insanlarının bulgularından bazı örnekler vererek ifade etmiştik.
Yine konuyla bağlantılı bazı yazılarımızda, Allah’ın bize sunduğu bu imkânlara karşılık, sorumluluklarımız olduğunu belirtmiştik. Yüce Yaradan’ın, insanları, yarattığı diğer mahlûkatın çoğuna göre daha üstün kıldığını aktarmıştık. Bu durumun yükümlülüklerimizi artırdığını düşündüğümüzü yazmıştık. Sorumluluğumuzun, sadece, bizim hizmetimize sunulan yeryüzünü ve yakın göğü korumaya çalışmak olmadığını ifade etmiştik. İnsanların, diğer insanlara karşı da yükümlülükleri olduğunu vurgulamıştık.
Bir insanın sorumluluğunun, bir taraftan Yüce Yaradan’a kulluk etmek, diğer yandan da, haklının hakkını vermek olduğunu, Kur’an ayetlerinden misaller vererek gözler önüne sermiştik.
Allah, bu sorumluluğu, belli bazı gurup insanlara yüklemez. Akıl verdiği her bir insanın, bu iki görevle yükümlü olduğunu net bir ifadeyle vurgular.
Acaba, neden her bir insana ayrı görev yüklemiş olabilir?
Bu sorunun cevabı üzerine düşündükçe, “insan” deyip geçtiğimiz her birimizin ayrı bir şahıs olduğunu müşahede ederiz. Birbirimizden farklı olduğumuzun ilk belirtisini Kur’an şöyle açıklar. Kıyamet Suresi 75/4: “Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.”
Ayette tekil şahıs zamiri kullanılmıştır. Zaten önceki ve sonrasındaki ayetlerde de “insan” sözü tekildir. İnsanlar denilmez. Bugün hepimiz biliyoruz ki, her bir insanın parmak izi başka bir insanınkine benzememektedir. Muhtemelen geçmiş tarihte yaşamış insanlar ve gelecekte yaşayacak insanlarla da kıyaslandığında, hiç kimsenin parmak izi bir başkasıyla aynı değildir.
Rum Suresi 30/22: “Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” Demek ki, dillerimiz ve renklerimiz de, mahsus farklı yaratılmıştır. Dillerimiz ve renklerimiz farklı iken simalarımız aynı mıdır? Birbiriyle vücudun dış görünüşü olarak tıpatıp aynı olan iki insan bulmak mümkün değildir. Ancak plastik cerrahi alanındaki teknolojik gelişmeler sonucu yapılacak ameliyatlarla birbirine benzetilmeye çalışılabilir.
Biz, vücudunun dış görünüşünü benzetsek bile, bedenin iç organlarının özellikleri mutlaka farklı olmaya devam edecektir. Bu farklılığı gidermek mümkün değildir. Ama biz yine de hayalperest bir duyguyla, ilimdeki gelişmelerin bu farklılığı da giderebileceğini düşünelim. Fiziki olarak birbirine benzettiğimiz bu iki insanın, duygusal ve ruhi yapısını birbirine benzetmemiz mümkün olmaz.
Demek ki, ilimdeki gelişmeler ne kadar ilerlerse ilerlesin, iki insanı fiziki olarak ve ruhen birbirinin aynısı yapmamız mümkün değildir. Her bir insan, eski bir deyimle “kendi nevi şahsına münhasırdır” dır. Hiçbir kimse, başka hiçbir kimseye benzemez.
Dolayısıyla Yüce Yaradan, her bir insana ayrı özellik vermiştir. Bu demektir ki, her insana ayrı bir paye, ayrı bir şeref vermiştir. Yeter ki, kişi bu durumun farkında olsun. Kendisindeki ayrı şerefin farkında olan kişi, davranışlarını bu temel üzerine bina etmeye çalışır. Hatalarını kendisinin görüp düzeltmesi, aslında kendi şerefine sahip çıkması anlamına gelir. Bu şekilde davranış sergileyen bir insan, erdemli bir şahsiyet olarak görülür. Buna uygun bir atasözü şöyledir: “Kişi, noksanını bilmek kadar irfan olamaz.”
O halde hiç tanımadığımız bir insana karşı tavır sergilerken, önce, onun ayrı bir şerefe sahip olduğunu düşünerek güzel davranış sergilemelidir. Kendi şerefini taşıyamayan insanlar ise, uyarılmalı ve yol gösterilmelidir. Her şahıs için yapılacak uyarılar, kısmen farklılık arzedebilir. Çünkü her bir insanın yapısı farklıdır.
Ancak yapılan uyarılara ve gösterilen yollara rağmen, inatla, kendi şerefini, ayaklar altına kendisi alanlara taviz verilemez. Kendisine sahip çıkmayana, dışarıdan yapılabilecek yardımın bir sınırı vardır. Bu sınır aşıldığında, diğer insanları korumak için, gerekli cezayı vermekten çekinmemek gerekir.
Eğer bazı insanlar, kendilerinin ayrı bir şerefe sahip olduklarını görmezler ve birbirlerinin kopyası imiş gibi davranırlar, aynı yanlış davranışta birlikte ısrar ederlerse, hepsi birden aynı cezayı hak ederler. Kur’an ayetleri, insanlara yapılan tekil veya toplu uyarılar, yol göstermeler ve cezalar konusunda örneklerle doludur. Yüce Yaradan Kur’an’daki, Firavun ve Karun örneği ile, tekil cezalandırmaları, kavimlerin helâkı ve Nuh Tufanıyla, toplu cezalandırmaları bize hatırlatır ki, ders alalım.
Allah’ım, insanların Senin gösterdiğin ve huzura giden yolları anlayarak, yanlıştan dönmeleri için, onlara irade gücü ver.