ŞIMARTILAN YENİ NESLİ BEKLEYEN MUHTEMEL GELECEK
Sosyologlar ailelerin yapısından bahsederken, eskiden “pederşahi” olarak tanımlarlardı. Diğer bir deyimle “ataerkil” aile şeklindeydi. Günümüz için ise, bu anlayış değişti. Artık ailelerin yapıları “çocukşahi” olarak niteleniyor. 1980’lerden itibaren maddeten kalkınmış ülkelerde başlayan bu değişim, küreselleşmenin etkisiyle bütün dünyaya hızla yayılıyor.
Artık aileler çocuklarını yetiştirirken onlara “sen özelsin” hissini veriyorlar. Çocuklarına bu duyguyu vermeye çalışan aileler eskiden de vardı. Ama gençlerin içerisinde ,kendilerini bu şekilde “özel” görenlerin sayısı hızla artıyor. ABD’de yapılan araştırmalarda 1950’lerde kendini “özel” gören ergenlik çağındaki gençlerin oranı %12 civarında iken, günümüzdeki gençlerin %80’i “özel” olduklarına inanmış. Bu anlayıştaki gençler, ne isterlerse olabileceklerini düşünüyorlar.
Çocuklara “sen özelsin” denilince veya öyle davranılınca, çocukların seçimlerine karışılmıyor. Neredeyse, aldıkları her karar, aileleri tarafından madden ve manen destekleniyor. Bu durum, gençlerin özsaygılarını artırıyor. Özsaygıları aratan gençlerin çoğu, kendisini akıllı ve çekici olarak tanımlıyor. Elbette kendilerini bu şekilde görmelerinin faydası var. Ama bu anlayışları narsizmle beslenirse zararlı olur. Hem kendileriyle hem de çevreleriyle barışık olamazlar.
Çünkü hayata atıldıklarında karşılaştıkları ortamlar ve olaylar, düşündüklerinden çok farklı olmaktadır. Gençler, yaşları ilerledikçe, bir taraftan katı ve acımasız bir rekabetle karşılaşıyorlar. İşsizlik ne demektir öğrenmeye başlıyorlar. İşsiz kalmaları, kendilerinin özel olmadığını, sert bir şekilde anlamalarına sebep oluyor. Böylece dünyanın, yani hayatın soğuk yüzüyle karşılaşıyorlar. Bir taraftan da, dünyadaki sınırsız gibi görülen imkânlarını fark etmeye başlıyorlar. Böylece hayatın soğuk yüzü ile dünyanın sınırsız imkânları arasında bocalamaya başlıyorlar.
Bu bocalamaları, başarısızlıklarını artırıyor. “Sen özlesin”, “sen ne istersen olabilirsin” diyerek yetişen gençler, başarısızlıkla karşılaştıklarında şaşırıyorlar. Suçu kendilerinde aramak yerine, önce ebeveynlerini sonra çevrelerindekileri suçlamaya başlıyorlar.
1990’lardan itibaren, bu durumlarla karşılaşan gençlerin sayıları giderek artıyor. Üst üste birkaç başarısızlık yaşayan gençlerde gelecek kaygıları başlıyor. ABD gibi ülkelerde yapılan araştırmalar, gençlerdeki gelecek kaygısının boyutlarının tahmin edilenden fazla olduğunu gösteriyor. Araştırmalara göre, 1950’lerde psikoloğa giden psikiyatri hastalarının gelecek kaygıları, 1990’lardaki ergenlik çağı gençliğininkinden daha az imiş. Yani gençlerdeki kaygı, eski dönemdeki hastalardan fazla.
Anlaşılan o ki, yaşadıkları rahat ve zengin sayılabilecek ortamlara rağmen, ergenlik çağındaki gençler arasında, depresyon sorunu çok yaygınlaşmaktadır. Bu hususu araştıran Dünya Sağlık Örgütü, endişe etmemiz gereken bir tahmin yürütüyor. Dünya Sağlık Örgütüne göre, 2030 yılında, depresyon, hastalık sebepleri arasında bir numaraya yükselecek. Depresyonun tetikleyeceği diğer hastalıklar ve sorunlar hakkında, bu sitede yayınladığımız “Maddi Kalkınma Hırsının Getirdiği Bazı Sıkıntılar” başlıklı makalemizde fikirlerimizi ifade etmiştik.
Çocuklukları ve ergenlik çağlarına benzemeyen bir dünya ile karşılaşan gençler, erken yaşta çöküntü yaşamaya başlıyorlar. Çünkü mücadele güçleri yetersiz. Çünkü zorluk yaşamamışlar. Bilindiği gibi, yoksulluk sınırında olmayan bir insanı, yaşadığı sıkıntılar güçlendirir. Hâlbuki “sen özelsin”, “sen ne istersen olabilirsin” denilerek yetişen gençler, kolayca kariyer yapacaklarını düşlüyorlar. Fakat genç yaşta, kariyer sahibi olmak yerine, kariyer çöküntüsü yaşamaya başlıyorlar.
Çocuklara ve gençlere öğütlediğimiz bir başka husus da “kendin ol” tembihidir. Bu öğüdü alan genç, çıtayı yükseltiyor. Çıtayı yükselttikçe, bu defa, ulaşmakta zorlanıyor. Zorlandıkça, tatminsizlik başlıyor. Tatminsizlik, iş beğenmemeyi doğuruyor. İş beğenmeme işsizliği tetikliyor. “Sen özelsin” diye yetişen bir genç için işsizlik demek, yukarıda ifade ettiğimiz depresyon demektir. Son araştırmalar, gençlerde, antidepresan ilaçların kullanımının hızla arttığını gösteriyor.
Peki, gençler bütün bunları yaşarken bizler ne yapıyoruz? Konulara nasıl yaklaşıyoruz? Bizim yaklaşımımız gençlerin sorunlarına çözüm olacak yönde değil. Biz (ve diğer gençler) , gençlerin yaşadıkları tatminsizlik, işsizlik ve sinirlilik gibi sorunları, ferdi meseleler olarak değerlendiriyoruz. Kişinin kendi yapısıyla ilişkilendiriyoruz. Hâlbuki gençlerin yaşadıkları bu sorunların hepsi, hepimizin yaşayabileceği toplumsal sıkıntılardır. Biz, meseleyi kişiselleştirerek değerlendirince, gençlere tavsiyelerimiz de o yönde oluyor. Genç, işinden tatmin olmadıysa, başka bir iş bul diyoruz. Eğer genç kendini mutlu hissetmiyorsa, bir psikoloğa gitmesi veya mutluluk veren gıda, ilaç gibi şeyler kullanmasını öğütlüyoruz. Hastalanmışsa, doktora gitmesini veya ilaç almasını söylüyoruz.
Yani tavsiyelerimizin hemen hepsi, sivrisineklerle ilgili. Bataklığı kurutmayı hiç düşünmüyoruz. Dolayısıyla hem gençlerin o an yaşadığı sorunlara ciddi bir faydamız olmuyor, hem de gelecek kaygılarını gideremiyoruz.
Gençlerimizdeki kendilerinin “özel” oldukları anlayışını değiştirmek için bir şey yapmıyoruz. İşin ilginç yanı, günümüzde kendilerini farklı olarak gören gençler, aksine birbirlerine daha çok benziyorlar. Beğendikleri birkaç tane yemek çeşidi var. Onlar da ayaküstü yenilenler. Yani yemek çeşitleri bile sınırlı ve birbirine benziyor. Okudukları kitaplar, dinledikleri müzikler de birbiriyle aynı. Çünkü çok satanlar listesini takip ederek alıyorlar. İzledikleri diziler, “reyting” yani, izlenme oranları sonuçlarına göre belirleniyor. Gittikleri filmler de benzer. Tiyatroya zaten pek gitmiyorlar. Giyim kuşamları da birbirinin kopyası gibi. Konuşmalarını dinlerseniz, aralarında bir fark görmekte zorlanırsınız. Kullandıkları kelime sayısı bile çok sınırlı. Bir konuyu anlatış tarzları neredeyse tıpatıp benziyor. İnternette yaptıkları gezintilere bakarsanız ve tıkladıkları konuları incelerseniz, gençlerin birbirlerine ne kadar çok benzediklerini hayretle müşahede edersiniz.
Yukarıda sıraladığımız açılardan karşılaştırma yaparsak, eskilerin, kendilerini “özel” gören gençlere göre, birbirlerinden farklı daha çok yönlerinin olduğunu görürüz.
Elbette gençlerin hepsi bu konumda değil ve bu sıkıntıları yaşamıyor. Bazı çok zeki veya ailesi güçlü gençler, başarılı oluyorlar. Ama bu gençlerin çoğunun çalıştıkları işlerde, insanlığın faydasına olacak şeyler yaptıklarını görüp gururlanmak istersek, hüsrana uğrarız. Üretimi artıracak, insanlığa faydalı buluşlar yapabilecek kapasitedeki gençlerin bir kısmı, aksine, kendileri maddeten kazanırken diğer insanların zararına olacak konularda çalışıyorlar. Matematikte ve fizikte dehâ seviyesinde bazı gençler, Google, amazon, facebook gibi yerlerde çalışırken, insanlara reklamları tıklatmanın yolları üzerinde kafa yoruyorlar. Bu reklamların hemen hiç birisi de, gerçek ihtiyaca cevap veren ürünlerle ilgili değil.
Aslında çok önemli olan bu konunun elbette başka yönleri de var. Onları da sırası geldikçe irdelemeye devam edeceğiz.