DEDELERİMİZİN MAVİ VE YEŞİL GEZEGENİNİ, PLASTİK VE BETONDAN AVM’YE DÖNÜŞTÜRDÜK
Bu demektir ki, aslında hepimiz birden yoksullaşıyoruz. Büyük şehirlerde yaşayan insanlar olarak, ister maddeten zengin olalım, ister fakir, çocuklarımızla birlikte gidip eğlenebileceğimiz yeşil alanlar hızla azalıyor. Büyük şehir sakinlerinin gidebilecekleri yerler, artık neredeyse sadece AVM’ler olmaya başladı. AVM’lerin betonları arasında dolaşırken, ihiyacımız olmayan bazı şeyler için para harcamak zorunda kalıyoruz. Dolaşmaktan yorulduğumuzda oturmak için bulduğumuz plastik sandalyelerin sahipleri olan yiyecek firmaları, bizleri bir şey satın almadan oturtmuyorlar. Çocuklarımızla oynayıp eğlenemediğimiz gibi, onların istediklerinin hepsini alamadığımız için çocuklarımızla kavga etmek durumuna düşüyoruz. Sonuç olarak, ihtiyacımız olmayan birçok şey için para harcayarak fakirleşiyoruz, ama çocuklarımızla sevgi bağını oluşturamıyoruz. Dedelerimizin çok daha az para harcayarak yaptıklarını, bizler daha fazla harcamamıza rağmen başaramıyoruz. Bu başarısızlık yoksulluk değil de nedir acaba.
Diğer taraftan yiyeceklerimizde hormon kullanılması çok yaygınlaştı. GDO’lu yiyeceklerin sayısı giderek artıyor. Büyük şehir sakinleri açısından, organik yiyecek bulmak çok ciddi bir sorun. Bu hususta birçok ünlü markalar, insanların güvenlerini kötüye kullanıyorlar. Dolayısıyla cebimizde paramız olmasına rağmen, dedelerimizin çok ucuza yiyebildiği yiyecekleri, biz yüksek fiyattan bile bulup yiyemiyoruz. Bu durum, varlık içerisinde yoksulluk değil de nedir acaba.
Bilindiği gibi kanser, insan vücudundaki bazı hücrelerin, bedenin diğer hücrelerine karşı savaş açmasıdır. Böyle bir durumun ortaya çıkmasının önemli sebeplerinden biri, GDO’lu, tarım ilaçlı ve hormonlu yiyeceklerdir. Nitekim kanser vakalarının kişi sayısına göre oranı, şehirlerde yaşayanlarda daha yüksektir. Günümüzdeki hastalıkların içerisinde de, en pahalı tedavi edileni, bazen ise, bütün harcamalara rağmen tedavi edilemeyeni, kanserdir. Tıp bilimindeki ilerlemeler, Tarım ilaçlarının, hormonların tahrip hızına yetişemiyor. Dolayısıyla eski dönemlere göre bazı hastalıklar daha kolay tedavi edilirken, çağımızın hastalığı olarak ortaya çıkan kanserin tedavisinde başarılı olunamadı. Zengin veya fakir fark etmiyor. Hepimiz çaresiz kalabiliyor, acı içerisinde kıvranabiliyoruz. Demek ki, bizler bu açıdan dedelerimizden daha yoksuluz.
Günümüz şehir sakinlerinin çalışan kesimi bile, zamanla yarış halinde yaşıyor. Hattâ bazen emekli kesimi bile şehrin hengâmesi içerisinde boğuşuyor. Türkiye’nin iki büyük holdinginden birinin önde gelen iş adamı olan rahmetli Sakıp Sabancı, kendini, “zaman fakiri” olarak nitelerdi. Yapamadığı için içinde uhde olarak kalan şeyin “sevdiği bir kızla, bir parkın duvarının üstünde oturup sohbet etmek” olduğunu söylerdi. Bu açılardan bakılınca, giderek hepimiz fakirleşiyoruz. AVM’lere bile koştura-koştura gidiyoruz. Çok zenginlerimiz ise, halen Sabancı’nın söylediği yerdeler.
Büyük şehirlerde yaşayan insanlar, arkadaş guruplarıyla bir araya geldiklerinde, hemen hepsi, birbirlerinin yüzüne değil de, ellerindeki telefonlara veya tabletlere bakıyorlar, birbirleriyle konuşmayarak mesajlaşıyorlarsa, yoksullaşıyoruz demektir. Birbirlerinin dertleriyle dertlenmiyorlar, birbirleriyle konuşarak hemhâl olmuyorlarsa, yoksulluğumuz artıyor demektir.
Giderek arkadaşlıklar azalıyor, yalnızlaşıyoruz. Yiyeceklerimiz vücudumuzun düşmanı olmaya başladı. Çocuklarla birlikte sevgiyle ve ucuza eğlenebileceğimiz yerlerimiz kalmıyor. Sonuç olarak hepimiz birden yoksullaşıyoruz.