KAPİTALİZMİN YAYDIĞI MUTSUZLUĞUN ÇÖZÜMLERİ ÜZERİNE
Bu yazımızın öncesinde yayınladığımız üç makale ile kapitalizmin yaygınlaşma nedenlerini kısaca irdelemeye çalıştık. Bu makalemizde ise, kapitalizmin mutsuzluğa sürüklediği insanlığın güzel geleceği için, çözüm yolları konusundaki fikirlerimizi çok kısa bir şekilde okuyucularımızla paylaşacağız.
Kapitalizmin yaygınlaşmasına vesile olan teknik sebeplerin başında, servet ve iş yaratmadan para kazanılır hale gelinmesidir. Bu ortam, kapitalizmi daha vahşi bir yapıya büründürerek, zengin ile fakirlerin aralarındaki maddi farkın hızla açılmasına vesile olmaktadır. Bu anlayış, ekonomilerin sık sık buhranla karşılaşmalarına sebep olmaktadır. Her buhran, günlük geçim derdindeki vatandaşların zararlarını daha çok artırmaktadır. Böylece bir taraftan fakirlerin sayıları hızla artmakta, diğer yandan zengin fakir arasındaki fark da açılmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, kapitalizmin vahşileşmesini ve insanlara verdiği zararlarını azaltabilmek için düşünülebilecek teknik tedbirler cesaretle tartışılmalı ve sonuçları uygulanabilmelidir. Bu tedbirlerin önemlilerinden bazılarını istişare etmek şimdilik yeterlidir.
Altın’ın, kâğıt paranın teminatı olması hususunun geri getirilmesi istişare edilmelidir. Gerekirse makul oranlar getirilerek yeniden değerlendirilmelidir.
Gerek devletlerin, gerekse şirketlerin ve bireylerin, borçlarını geri ödeyebilmelerini sağlamak için, borçlanmayı zorlaştırıcı yeni kurallar oluşturulmalıdır.
İşlevini kaybetmiş ve kambiyo piyasalarının keyfine teslim edilmiş olan borsaların kaldırılmasının istişare edilmesidir. Eğer, kaldırmanın sonucunu hayal edemiyorsak veya borsadaki mevcut parayı ne yapacağımızı bilemiyorsak, borsayı, çok para sahibi insanların ve kambiyocuların oyun alanı olmaktan çıkaracak kuralları kesinlikle koymak gerekir. Borsadan şirket hisseleri alanlar aslında hissedar olmuş olduklarından, oy hakları olmasa bile, onların temettülerini garantiye almak, borsanın disipline edilmesine katkıda bulunacaktır.
Bankaların görevleri, yaptıkları uygulamaları, batmaktan kurtarılma çabaları yeniden ve ciddiyetle tartışılmalıdır. Bankaların halkı kandırmalarını, en azından azaltacak, kurallar mutlaka konulmalıdır.
Rekabet etmenin kuralları olmalıdır. Rekabet kuralsızlık değildir. Kartel oluşturmayı engelleyecek kuralların daha bir ciddiyetle ele alınması ve uygulanabilmesi için yeni bir sistem oluşturulması istişare edilmelidir.
Kapitalizmin, insanların çoğunu ezmesini ve insanlığı mutsuzluğa sürüklemesini engelleyecek koruyucu kurumlar kurulmalıdır.
Yukarıda çok kısaca verdiğimiz bu gibi tedbirler alınmazsa, kapitalizmin, kendi sonunu kendisinin getirmesi veya çok ciddi bir karşı tepkiyle karşılaşması ihtimali her zaman var olacaktır. Tanrısı para olan “kalkınma dini”, insanlığı yok oluşa doğru sürüklemektedir. Denetimsiz serbest ekonomi anlayışı ve uygulaması, her zaman insanlığın zararına olmuştur ve olmaya devam edeceği aşikârdır.
Bu makalenin amacı, insanların hürriyetlerini kısıtlayıcı tedbirleri araştırmak değildir. Kapitalizmin insanların mutsuzluğunu artırmasını engelleyici fikirler geliştirmek ve insanlığın huzur içerisinde yaşayabilmesi için önerilerde bulunmaktır.
Yukarıdaki teknik tedbirlerden başka, aşağıda sunacağımız tekliflerimiz, insanın yapısıyla ve kendileriyle ilgili hususulardır. Aslında, bu sitede yayınladığımız yazıların çoğunun amacı, insanların daha huzurlu olmalarının yollarını istişare etmek idi. Bu nedenle, makalelerimizin çoğunun sonunda da, çözüm önerilerinde bulunduk. Konumuzla bağlantılı olarak, kalkınma dininin etkilerinden bahsettik. Maddi ve manevi GSYİ hasılanın birlikte değerlendirilmesi üzerine fikrimizi belirttik. Eşitsizliğin sebepleri ve çözümlerinden bahsettik. Bütün bu yazılarımızdan alıntı yapmak çok yer kaplayacağından, birkaç tanesini seçerek aşağıda aktardık.
Bu sitede yayınladığımız, “Kapitalizmi, Kapitalistlerden Kurtarmak Gerek” başlıklı yazımızdan konumuzla ilgili bölümlerini aşağıda sunuyoruz:
“Kur’an, liberal ekonomi hakkında da bize bilgi veriyor. Ticareti ve alışverişi destekliyor. Ama birbirimizi kandırmamamızı, tartıyı ve ölçüyü tam yapmamızı ısrarla istiyor. Üreterek para kazanmamızı teşvik ediyor. Zengin olmamıza engel koymuyor. Zenginliğin helâl yoldan elde edilmesini istenirrken, Yüce Yaradan’ın asıl amacının fakirliği ortadan kaldırmak olduğu aktarılıyor. Böyle davranmayıp, başkalarını ezerek mal mülk sahibi olanlara da, Karun örneğini veriyor. Böylece yardımsever zenginleri değil, başkalarının haklarını yiyerek kapitalist olanları çok ciddi uyarıyor.
Demek ki, zengin olmaya çalışmalıyız. Ama üreterek ve helâl yollarla zengin olmaya gayret etmeliyiz. Kazandıklarımızdan da, hem çalışanlarımızın hem de fakirlerin paylarını vererek zenginliğimizi paylaşmalıyız. Bütün evrendeki varlıkların ve mülkün sahibinin, Yüce Yaradan olduğunu unutmamalıyız. Dolayısıyla, mallarımızın sahibi kendimiz değiliz. Onlar bize emanet olduğundan, israf etmememiz gerektiğini de hatırdan çıkarmamalıyız.”
Yine bu sitede yayınladığımız; “İslâm’da İlim ve Zenginlik”, “Zengin Kimlere Denir”, “Zenginlik Nedir”, “Zengin ile Kapitalistin Farkı” başlıklı makalelerimizde, insanların olaylara karşıdan baktıkları, yakından ciddiyetle incelemedikleri için yanıldıkları hususları aktarmıştık.
Kısa sürede zengin olmanın çeşitli yolları vardır. Biri, tabiri caizse, kanunları kitabına uydurarak, rüşvet ve benzeri usullerle başkalarının haklarını gasp ederek zengin olmaktır. Bunların hayatlarını, onların sergiledikleri tiyatro sahnesinde değil, yakından ve ani reflekslerine bakarak incelediğimizde genel olarak şunları görüyoruz. Gece-gündüz diken üzerinde huzursuz bir şekilde yaşıyorlar. İç dünyalarında fırtınalar kopuyor. Kimseyle paylaşamıyorlar. Varsa eşleri, çocukları dâhil, kimseye güvenemiyorlar. Yani hiç dostları yok. Çünkü aileleri ve çevrelerindekilere, gözlerine taktıkları paragözlüğü ile bakıyorlar ve kimseye güvenmiyorlar. Dolayısıyla, çevresindekilerin de kendilerine güvenmediklerini düşünüyorlar. Peki, böylelerine zengin mi demek gerekir, yoksa dostu olmayan zavallı bir fakir mi?
Diğer bir yol, kanunsuz bir şekilde, gizli faaliyetlerle zengin olmaktır. Böylelerinin durumu ise daha bir içler acısı. Bunlar sadece kazanç açısından değil, hayati tehlike bakımından en yakınlarındakilere bile güvenemiyorlar.
Daha önceki bir yazımızda belirtiğimiz gibi, bu tip zenginler içtikleri suyu, yedikleri yiyecekleri bile kendilerinden önce birkaç kişi (çünkü tek kişiye güvenilemez) bir parçasını yiyip içtikten sonra, kalan artığı yine başkalarının yaladığı çatal-bıçak ile yiyorlar. Korumalarına güvenemedikleri için, tek ya da birkaç korumayla değil, her zaman koruma ordusuyla dolaşıyorlar. Yani hayatları, aslında, bir gerilim filmi gibi geçiyor.
Yukarıda, kapitalizmin yaygınlaşmasında ve insanlığın mutsuzluğunda en önemli etkenin, kapitalizmin, insanın nefsini okşayan ve kişilerin hırsına fırsat sunan bir sistem haline dönüşmüş olması olduğunu ifade ettik. Demek ki, bu durumdan kurtulmanın yolu da, yine biz insanların tavırları ve anlayışlarından geçiyor. Bizler, asıl zenginliğin kanaatkârlık olduğunun farkına varmalıyız. Çok malı olanın değil, az şeye ihtiyaç duyan insanın, hem zengin, hem de mutlu olduğunu görmeliyiz.
Maddi kazanç hırsına sahip olan insanlar ve devletler bağımsız olamazlar. Hep başkalarına muhtaç olurlar. Zengin olanlar bile, daha çok kazanabilmek için, hiyerarşide, kendi emirleri altında onuncu sırada olan insanlara bile ihtiyaç duyarlar.
Kanaatkârlık, bir lokma bir hırka anlayışı değildir. Kanaatkârlık, sadece kendin için kazanmaya değil, kazandıklarını israfa girmeden, bir kısmıyla yetinip, kalanını hayatını anlamlandıracak yönde daha fakirlere dağıtıp harcayacak faaliyetlerde bulunmaktır.
Hayvanlar, yaratıldıkları ilk günden bugüne kadar, onları yaratan Tanrı’nın koyduğu kurallara uyarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Günlerce aç dolaşan aslanlar, bizon sürüsüne rastladıklarında, onlara sahip olma hırsıyla yakaladıklarını öldürüp istiflemiyorlar. O anki ihtiyaçlarını karşılayacak bir bizonu yakalayıp sadece onu yiyorlar. Karnını doyuran kenara çekilip dinleniyor. Bu sırada sırtlanlar, çakallar ve benzerleri, kalan etleri yiyorlar. Aslanlar, onlara müdahale etmiyorlar. “Bu etler bizimdir, siz yiyemezsiniz“ demiyorlar. Paylaşıyorlar. Yani hayvanlar, Tanrı’nın daha ilk yaratılışta koyduğu kurallara uyuyorlar. Sorunsuz yaşıyorlar. Ta ki, sahip olma hırsına kapılarak Tanrı’nın insanlar için koyduğu kuralları yıkan bazı insanların müdahaleleriyle karşılaşana kadar, huzurlu yaşamayı sürdürüyorlar. Hayvanlardaki, Tanrı’nın baştan koyduğu kurallara uyma ve paylaşma anlayışı, biz insanlar için utandırıcı ama güzel bir örnektir.
Paylaşmak, sadece insanlar için geçerli değildir. Devletlerin de paylaşması gerekir. Burada görev ilk önce, amiral gemisi olan ABD’ye düşmektedir. Ancak, kapitalizmin yapısı gereği, ABD’nin bu görevi yerine getirmesinin kendiliğinden gerçekleştirmesi ihtimali düşüktür. Amiral gemisinin bu sorumluluğunu yerine getirmemesi durumunda çözüm, insanların sergileyecekleri kanaatkârlık anlayışındadır. Dünya üzerinde kanaatkârlık arttıkça, dünya ticaret hacmi eksiye düşecektir. Bu durum doların gücünü zayıflatacaktır. Yeni alternatif ihtimalleri ortaya çıkacaktır. Böylece, hem ticaretin azalması hem de dolara alternatif çıkması, en borçlu ülke konumundaki ABD’nin para yaratma imkânını azaltacak ve düşüşün başlamasına vesile olacaktır. Yani ABD, ya paylaşma sorumluluğunu yerine getirmek yahut da yerini kaybetmekten birini seçmek zorundadır.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgiler) kitabında (1070), asıl mutluluğu şöyle tarif eder: “Asıl mutluluk odur ki; bir insan mal, mülk ve makam sahibi olur, sahip olduklarını halka adaletle hizmet etmek için kullanır. İşte bu iki dünya mutluluğu demektir.”
Biz bu makalemizde kapitalistler için “zengin” kelimesini kullandık. Ama biz biliyoruz ki, zengin ile kapitalist arasında farklar vardır. Bu farkları, aynı isimle yayınladığımız makalemizde daha geniş olarak ifade etmeye çalıştık. Zengin, kazanırken sevinmediği gibi, kaybederken de üzülmez. Bu dünyadan giderken, yanında zenginliklerinin bir zerresini bile götüremeyeceğini bilir. O kişi için zenginlik, bir emanettir. Bu zenginlikten, hem kendisinin hem de çevresindekilerin faydalanması gerektiğini iyi bilir.
Kapitalistin ise tek hedefi vardır. Amaç, başkalarının çok zararına da olsa kârını azamileştirmektir. Bu sebeple zarar ettiğinde üzülür, kâr ettiğinde sevinir. Kâr veya zararın miktarına göre sevinci veya üzüntüsünün şiddeti değişir. Yaşadığı bu duyguların şiddeti arttıkça, vücudunun bazı organlarındaki yıpranma artar. Salgılar değişir. İlaç kullanmalar artar. Giderek düzeltilemeyecek arazlar oluşur. Her türlü güce sahipken istediğini yiyip içemez. İstediği yere gidemez. Eşine, çocuklarına, çevresindekilere ayıracak vakit bulamaz.
Şimdi kendi kendimize bazı sorular soralım.
Diyelim ki, ikinci hayat olan ahirete inanmıyoruz.
Peki, bu dünyada her an diken üstünde durarak ve her an nereden darbe yiyeceğimizi bekleyerek yaşamanın, bizi mutsuz etmediğini söyleyebilir miyiz?
Para kazanmak için, hem sağılığımızı hiçe sayarak çalıştığımızdan, hem de kazancımızı azaltan herkese ve her şeye kızarak zengin olduğumuzdan, paramız olduğunda en iyisini yiyebileceğimiz halde, doktorlar yasakladığından yiyip içememek, bizim için bir azap değil midir?
Kazandığımız paraları, bize güvenmediklerine ve arkamızdan kuyumuzu kazdıklarına inandığımız insanlara bırakacağımız ve bizim aleyhimizde konuşarak mirasımızı yiyecekleri gerçeği, bizi sinirlendirmiyor mu?
Böylesine gergin bir ortamda yaşayan, kendine vakit ayıramayan, istediğini yiyemeyen ve ahirete inanmayan bir kapitalist, bin yıl hayatta kalsa ne olur?
Kimseyi sevemeden, kimse tarafından sevilmeden, paran varken istediğini yiyemeden, gerilim filmi halinde geçen uzun bir hayatı gerçekten ister miyiz?
Ateist bile olsak, kanaatkârlığın verdiği huzurla yaşamak varken, hem bu dünyada huzursuz yaşamak, hem de ahiret hayatının var olması durumunda, orada cezalandırılmayı beklemek akılsızca bir tercih değil mi?
Eğer bütün kâinatı yaratan bir Yüce Yaradan’a inanıyorsak, Onun gösterdiği yolda yürüyerek, hem bu dünyada huzur içerisinde yaşamak, hem de, dünya hayatına göre ebedi olan ahiret hayatında huzurlu yaşamak varken, tek olan Tanrı’mız ile alay edercesine, insanları ezmeye, aldatmaya çalışmak nasıl açıklanabilir?