YOLSUZLUK

YOLSUZLUK KÜLTÜRÜ VE GELECEĞİMİZ

 

Önceki yazımızda aktarılan Piyasa dini, küreselleşmenin yardımıyla hâkimiyet sınırlarını dünya çapında genişletiyor. İnsanları giderek artan bir şekilde etkisi altına alıyor. Çünkü insanların nefislerindeki istekleri ve korkuları biliyor. Bunlara çözümler sunuyor. Sunduğu çözümler soyut değil, deneysel olabiliyor. Dolayısıyla insan nefsi ile sıkı bir iletişim kurabiliyor.

Nefislerinin arzularını yerine getirebilmek ve korkularını yenebilmek için aynı yapıdaki insanlarla kolayca guruplar oluşturulabiliyor. Böylece uluslar üstü bir birliktelik doğabiliyor. Görünürdeki manevi inançları, dilleri, soyları, siyasi görüşleri, konumları vb. farklı olan insanlar, birlikte hareket edebiliyorlar.

Nefisleri tatmin etmenin en kolay yolu, yolsuzluk yapmaktır. İş yaparak, üreterek, ticaret yaparak kazanmak, kabiliyetli olmayı gerektirir. Fakat bu yöntemler, insan becerikli olsa bile, hem zor hem de risklidir.

Hâlbuki yolsuzluk yapmak için kabiliyetli olmaya gerek yoktur. Çünkü boşa harcanan veya bir şey yapmadan kazanılan para kendi paraları değildir. Zaten önlerinde “minareyi çalanın kılıfını hazırlaması” için akıl alabilecekleri örnekler çoktur. Dolayısıyla yolsuzluk yapmanın, riski daha azdır.

Bu sebeple yolsuzluk kültürü, bütün dünyada geçerli bir norm halini almıştır.

Dünyanın hemen her yerindeki serbest piyasa anlayışı birbirine benzemektedir. Ortak özellikleri, yoksullara rekabet kuralları, zenginlere devlet desteği uygulamaktır. Bu uygulamalar sadece, ülke içi politikalar için geçerli değildir. Ülkeler arası politikalar için de aynen geçerlidir.

Bu sebeple ülkelerde teker teker yapılan piyasa reformları istenilen faydayı sağlamaz. Bütün dünyada ortaklaşa ve temel kurumsal reformlar olmalıdır.

İlk yapılacak iş, bu konularla ilgili olarak yeni uluslararası kurumlar kurmaktır. Sonra ülkelerde politik reformları gerçekleştirmek ve bunların milletlerarası yeni kuruluşlarla şeffaf ilişki kurmasını sağlamaktır. Bunlar başarıldıktan sonra sıra diğer reformlara gelecektir.

Ülkelerin görevi, eğitimi ve maddi refahı geniş kitlelere yaymak olmalıdır. Bunun için maliye, eğitim, arazi, bilim ve teknoloji, üretim gibi konularda ciddi reformlar yapılmalıdır.

Üretim anlayışını oluşturmayan veya kaybeden ülkeler gerilemeye mahkûmdur.

Yolsuzluklar, ülkelerin aşırı borçlanmalarına sebep olurlar. Projeleri, israfa yöneliktir. Geri dönüşümleri çok yetersizdir. Bu durum ülkeden sermaye kaçışına sebep olur. Benzer şekilde, ülkelerden kapasiteli insan kaçışının da ana nedeni, yolsuzluklardır. Beyin göçü olarak tanımlanan bu kaçış aslında, ülkeler için sermaye kaçışından ve hattâ borçlardan daha önemlidir. Çünkü bilginin az olduğu yerde, üretilen bir şeyin katma değeri çok az olur.

Beyin göçü ve yolsuzluk, bugün zenginlerin işlerine gelebilir.  Ama unutmayalım ki, zenginlerin, zenginliklerini artırabilmeleri için, yeni zenginlere ihtiyaçları vardır. Diğer taraftan dünyada kültür, ticaretin hâkimiyeti ve yönetimi altına girmiştir. Dolayısıyla zenginler için de, yolsuzluk ve beyin göçü vermek tehlikesi vardır. Zenginlerin de beyin göçü verebileceklerinin madde dışındaki bir başka göstergesi; insanlık, muhabbet, sakinlik gibi değerleri arayan kabiliyetli insanların sayısındaki artıştır.

Zaten, ahlâki yönü olmayan serbest Pazar ekonomisi, hiçbir ülkeyi mali krizlerden uzun süre koruyamaz. Durumun böyle olduğunun örneklerini, dünya küreselleştikçe bizzat yaşamaya başladık.

Sonuç olarak, küreselleşen dünyada, alacağımız tedbirler de küresel nitelikte olmadıkça, havanda su dövmeye devam ederiz.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.