YAŞAMIN ANLAMI ÜZERİNE

YAŞAMIN ANLAMI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

(Not: Bu yazı Eylül 2014’te bu sitede yayınlanmıştı. Silindiğinden aynen yayınlıyoruz.)

Zengin bir ailenin çocuğu olan ve bilge bir kişiliğe sahip Rus asıllı Lev Nikolayevic Tolstoy (1828-1910), tarihteki ünlü filozofları, düşünürleri, Buda’yı, Hint felsefesini vd. inceleyerek onların da sorduğu şu sorunun cevabını arar.

“Bugün yaptığım, yarın yapacağım şeyin sonucu ne olacak, bütün yaşamımın sonu ne olacak?”

Diğer bir ifadeyle sorular şöyle sorulabilir der: “Niçin yaşıyorum? Niçin arzuluyorum? Niçin çalışıyorum?”

Veya “Hayatımda kaçınılmaz olan ölümümle yok olmayacak bir anlam var mıdır?” ve “Birçok geçmiş meşhur yazardan daha ünlü olsam ne olacak?”

Tolstoy hayatının en önemli sorularına, uzun yıllar süren bir sebatla ve o an ilgilendiği alanda yaşayarak cevap arar. Önce deneye dayalı ilerleyen pozitif bilimlere başvurur. Bu ilimler kendisini uzağa ve aydınlığa baktırmasına rağmen, sorularına uygun bir cevap alamaz.

Aynı şekilde felsefe gibi nazari bilimlerden cevap arar. Ama onlarda sadece karanlıklar bulur, cevap bulamaz.

“Yaşamın anlamı nedir?” sorusuna bilimin cevabı ” Hiçbir şey’’ şeklindedir.

‘’Ben neyim? Bütün evren nedir? ‘’ sorularına felsefenin verdiği cevap “Her şey ve hiçbir şey!’’ Ve “niçin?” sorusuna da ‘’ Bilmem!’ şeklindedir. Eğer o, gerçekten felsefe ise, bütün işi zaten bu soruyu sormak olmalıdır diye düşünür.

Tolstoy, uzun süren araştırmalarından ve çevresindeki insanlarla görüşmelerinden sonra yaşamın anlamını, gençliğinde reddettiği inançta bulur. Kendisinin ancak Tanrı’ya inanınca yaşadığını, canlanıverdiğini anlar. Ona inanmadığı zaman ise ‘’hayat da yok oluyordu’’ der. ‘’Tanrı, hayattır’’ düşüncesine varır.

Hatasını, sadece aklı kullandığında, ölümlü ile ölümlüyü karşılaştırmış olmasında görür. Hâlbuki inanç, ölümlü ile ölümsüzü ilişkilendirerek soruya cevap verebilmektedir.

Diğer bir hatası olarak şöyle düşünür: “Akıl olmasa, benim için hayat da olmaz, ama bu akıl eğer yaşamın yaratıcısı ise, yaşamı nasıl inkâr edebilir?” Yani akıl, yaşamın meyvesidir ve bu akıl bu yaşamı inkâr etmektedir.

Bu defa hem Hıristiyanlığı hem de Hıristiyanlığın inancını yaşayan fakir insanları inceler. Tolstoy kendisini bu fikre öyle bir iman ile verir ki, bütün servetini köylülere dağıtır ve onlar gibi yaşamaya başlar.

Bu dönemde, Hıristiyanlığı anlatan Kilise yetkililerinin yalanlarına şahit olur. Protestanlık, Katoliklik, Ortodoksluk anlayışlarının birbirlerinden farklı yanlarını araştırır. Aksatmadan katıldığı ‘’Akşam Ekmeği’’ ve ‘’Ekmek-Şarap” gibi ayinlerdeki yapaylıkların farkına varır. Kutsama törenleri, oruçlar, putlara ve ikonlara (Hıristiyan azizlerinin küçük heykelleri) tapınmalar Tolstoy’u iter.

Çevresini, insanları, İznik Konsülünde kabul gören çeşitli İncil’leri ve Kilisenin tavırlarını inceledikçe, inancı gittikçe zayıflamaya başlar.

Köylülerin cehaletine imrenir. Kendisi için açık bir çelişkinin ifadesini bulduğu inanç ilkeleri, onlar için hiç de yanlış değildir.

Luthercilik, Katoliklik ve Ortodoksluğun birbirini düşman gibi görmeleri, kendisini umutsuzluğa iter. ‘’Eğer iki iddia birbirini yalanlıyorsa, ne biri, ne öteki, inanç olması gereken gerçeği içerisinde bulundurabilir.’’ der.

Sonunda şöyle düşünür: ‘’Hem yalan, hem de gerçek gelenekteydi. Kutsal denilen gelenekte ve kutsal yazılardaydı. Hem yalan hem gerçek, Kilise denen şeyden geliyordu.’’

Hemen kutsal kitabı ve geleneği incelemeye başlar. ‘’Eski katı aklımın ölçülerine göre, bana ne kadar tuhaf görünse de o, kurtuluşun tek ümididir ‘’ diyerek incelemelerini çok dikkatli yapar. Basılı eserlerde ve sözlü anlatımlarda birçok yalan bulur. Yalanla hakikati ayırmaya çalışır. Ama aradığı cevabı net olarak bulamaz.

Soruların cevabına Kur’an’da bakacak olursak, belki cevaba yaklaşırız İslamiyet açısından bakılınca insanın yaratılmasının iki sebebi var. Birincisi, insana yeryüzünde Allah’ın vekil yöneticisi görevi verilmesidir (Bakara Suresi 30. ayet). İkincisi ise Allah’a kulluk etmeleridir (Zariyat Suresi 56. Ayet).

Yüce Yaradan, insanların omuzlarına yüklediği vekil yönetici görevlerini yerine getirebilmeleri için,insanlara akıl ve irade vermiştir. Kur’an Yunus Suresi 100. ayette ‘’Aklını işletmeyenler üzerine pislik atılacağını‘’ söyleyerek, yöneticilik görevinde aklı kullanmanın şart olduğunu vurgular.

Aklın açıklamakta yetersiz kaldığı konular veya aklın, nefsin hâkimiyetine girdiği durumlar için Allah, insana irade vermiştir. İradenin iki temel kaynağı vardır. 1)İnsanların ortak akıllarının günümüze kadar geliştirdiği deneye dayalı bilimlerdir. 2)Vahiy yoluyla Allah’ın bizzat gönderdiği yol gösterici ayetlerdir.

Pozitif ve nazari ilimler, insanın bizatihi kendisini ve evreni Allah’ın verdiği akıl sayesinde inceleyerek, Yüce Yaradan’ın kurduğu düzen ve yaşam hakkında fikir sahibi olmaya çalışırlar. Bu sebeple insan iradesine olumlu yönden destek verebilirler.

Ama yaşamın anlamını netleştiren, bilgi, vahiy yoluyla gelenlerdir. Yeniden dirilme, din (ödül ve ceza) günü, cennet-cehennem inancı olmazsa, hayat anlamını yitirir. Tolstoy ve çok sayıda insanın düşündüğü gibi, intihar ederek anlamsız olan yaşama son vermek istenilir.

Tolstoy “hem yalan hem de gerçeğin, kutsal yazılardan ve Kilisenin tavırlarından‘’ geldiğini söylerken haklıdır. Dolayısıyla gerçeğe ulaşmak için, Kutsal yazıların kaynaklarının ve bu yazıları öğretenlerin durumu çok önemlidir.

Yüce Yaradan, gönderdiği bütün kitapların tahrif edilerek insan kelamı karıştırılması üzerine Kuran’ı, kendi koruyuculuğuna almıştır. O halde Kur’an, şaşmaz ve kıyamete kadar yol göstericidir.

Ama aynı Hristiyanlık ve Yahudilik anlayışında olduğu gibi, İslâmiyet’te de şaşmaz ilkeler şeklinde vahiy yoluyla gelen bilgileri, saptırma yoluna gidilmiştir. Kur’an bizzat Allah’ın korumasında olduğu için değiştirilememiştir. Ama “konular Kur’an’da tam açıklanmamıştır, iyi anlamak için Kur’an okumak yetmez, hadis, icma (bütün din âlimlerinin ortak görüşü), kıyas gibi ek kaynaklar şarttır” denilerek, Kutsal’ın içerisine yalanlar serpiştirilmiştir.

Hâlbuki Enam Suresi 114. Ayette ‘’Deki: ‘Şimdi Allah size her şeyi inceden inceye açıklayan bir kitap indirmiş iken, ben Allah’tan başkasını mı hakem isteyeceğim…”

En’am suresi 38. ayet: ‘’Hem yerde debelenen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi bir ümmet olmasınlar. Biz Kitap’ta hiçbir eksik yapmamışızdır; sonra hepsi toplanır Rablerine haşronulurlar. ‘’

Demek ki Yüce Yaradan’ın Kitabında her şey inceden inceye açıklanmış, hiçbir eksik bırakılmamıştır. Diğer taraftan insanların yaşamının olduğu gibi, hayvanların yaşamlarının da anlamının olduğu vurgulanmıştır.

Demek ki, akıl yoluyla edinilen bilgi nasıl insan yanılgıya götürebiliyorsa, Kutsal’a sonradan yapılan eklemeler de insanı yanılgıya götürüyor. Çünkü Allah, insana yeryüzündeki vekilliğine yetecek kadar akıl ve ilim gücü vermiştir. Asıl ilim, Kendi yanındadır. O’nun ilmini yazmaya bütün denizler mürekkep olsa, yetişmez.

Her insan dünyaya kendisinin değil, Allah’ın iradesiyle gelmiştir. Yüce Yaradan insana hem akıl hem nefis vererek, imtihana tabi tutulacağını göstermiştir. Tolstoy’a göre her insan, kendi ruhunu mahvedebilir de kurtarabilir de.

Ruhu kurtarması, insanın, Yüce Yaradan’ın gösterdiği yolu takip edip etmemesine bağlıdır.Bu hususta da karar ve hareketinde serbesttir. Ebedi hayat olan ahirette karşılığını alacaktır.

Sonuç olarak yaşamın anlamı hakkında şöyle bir düşünceye varırsak mantıklı olur. Yaşamın amacı, yeryüzünde Yüce Yaradan’ın vekil yöneticiliğini layıkıyla yapmaya çalışmaktır. Ve bize akıl verdikten başka, irademize yardımcı olacak şekilde uyarıcılar göndererek ve merhametini çok geniş tutarak bizleri ebedi cennetine almaya çalıştığı, bizleri yarattıklarının birçoğunun üstüne çıkardığı için, Allah’a şükrederek huzuru aramaktır.

Aslında insan; aklını, sınırlarının olduğunu bilerek kullanırsa, açıklanamaz iddiaların,sadece inanmanın bir sonucu ve inanç ödevi olmadığını anlar. Onları aklın varsayımları gibi düşünebilir. Bunları sadece inanç ödevi haline getirenler, din adına fetva veren çıkarcı veya bilgisiz insanlardır.

Hayatımızı anlamlandıran bir diğer husus, biz öldükten sonra da amel defterimizin kapanmayacağını bize bildiren Kur’an sayesinde, çalışmalarımızın değerinin kıyamete kadar artarak devam edeceğini anlamamızdır. Bu yargıya, kıyamet kısmı hariç, aklımızı kullanarak da gelebiliriz. Yüce Yaradan’ın verdiği akıl sayesinde insan; iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, haklıyı-haksızı ayırabilir. Gelecek nesiller tarafından iyi anılmakla, kötü anılmanın farkını anlar. Fakat ahiret hayatının varlığını bilmezsek, bu anlamanın bir faydası olmaz.

Allah’ım bizlere; milletimize, İslâmiyet’e, insanlığa hizmet edebilmemiz için mücadele azmi ver, hizmetimiz sırasında hak ve adaletten ayrılmamamız için irade gücü ver. Senin verdiğin aklı, güzelliklere ulaşmak için sonuna kadar kullanma imkânı ver.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.