OSMANLI, İBNİ HALDUN VE MARKS

OSMANLILAR, İBNİ HALDUN VE MARKS’IN TEZLERİNİN YANLIŞLIĞINI GÖSTERDİ

 

Tarihi olayları, sosyolojik açıdan ciddiyetle inceleyen ilk kişi, İbni Haldun’dur. Haldun’a göre toplumlar doğar, büyür ve ölürler. Diğer taraftan Marks’a göre, doğulu toplumlar değişmezler.

Tarihçi Haldun, Osmanlıların başlangıcında yaşadı. Dolayısıyla, kendi döneminden önceki örneklere göre bir teori geliştirdi. Osmanlı Türklerinin durumunun, onun tezine uymaması, normal karşılanabilir. Bilindiği gibi, Osmanlılar, doğmuşlar, büyümüşlerdir. Büyüdükleri dönemde, Emir Timur ile yapılan talihsiz mücadele sonrasında yenilmişler ve tabiri caizse ölümü görmüşlerdir. Ama yeniden, kısa sürede ve aynı aile etrafında toparlanarak, öncekine göre daha ileri bir medeniyet kurmuşlardır.

Medeniyetleri, devletin başına güçsüz padişahlar gelmesine, Avrupalıların her türlü baskılarına, oyunlarına, farklı halkları kışkırtmalarına rağmen, ayakta kalmıştır. O Avrupalılar ki, keşifler sayesinde ve çok az harcama yaparak, hayal edemeyecekleri kadar zenginlemişlerdi. Bu tahmin edilemeyen mucizevi gelişmelere rağmen uzun süre ayakta kalan Osmanlı Türkleri, I. Dünya Savaşından sonra, dört koldan saldırıya uğramalarına karşın, yeni bir devlet kurmuşlardır.

Böylece İbni Haldun’un geliştirdiği asabiye teorisi sonrasında devletlere biçtiği 120-130 yıllık ömür, Osmanlılar için geçerli olmamıştır. Ayrıca, Haldun’un devletler için savunduğu beş devir (zafer, istibdat, refah ve sükûn, barış, israf ve yıkım) Osmanlıda gerçek anlamıyla ve sıralamayı takip edecek şekilde görülmemiştir.  Nitekim istibdat, sadece II. Abdülhamit döneminde ve o da, halka karşı değil, bazı önderlere karşı uygulanmıştır.

Haldun’un savunduğu sistem, devletin kuruluş temelini, kan bağı ve din bağının oluşturacağı şeklindeydi. Fakat Osmanlının kuruluşunda, dar anlamıyla kan bağı görülmediği gibi, din bağı da, büyüyen devletin işleyişinde çok etkili olmamıştır.

Karl Marks’a gelince, Marks, Osmanlının uygulamaları hakkında bilgi sahibi olması gereken bir dönemde yaşadı. Ama düşüncelerini geliştirirken, Osmanlıyı incelemediği izlenimi çıkıyor. Ona göre, Doğu, genelleşmiş köleliktir. Dolayısıyla, kendi rehavetine bırakılamaz. Gerekirse zorla, Batıya bağlanmalıdır. Nitekim Marks ve benzer düşüncedekiler, Çarların, Asya’yı topraklarına katmasını, Fransa’nın Cezayir’i işgalini, ABD’nin, Kaliforniya’yı Meksika’dan almasını, “oralara uygarlığın götürülmesi” olarak nitelemişler ve alkışlamışlardır.

Aslında Marks gibilerin bu söylemleri, sömürü düzenine karşı savundukları fikirleriyle çelişmektedir. Bu çelişkilerinin temel sebebi, doğulu toplumların değişmezliği şeklindeki inançlarıdır. “Onlar kendiliklerinden başaramayacaklarına göre, mecburen böyle olması gerekir” diye düşünmüş olabilirler.

Hâlbuki asılları doğulu (Asyalı) bir toplum olan Osmanlı Türkleri, Anadolu’ya geldikten sonra, Asya’dakilerin anlayışlarından farklı uygulamalar yapmışlardır. Daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi, devleti kendi aile bireylerinin şahsi malı olarak görmemişlerdir. Toplumun malı olarak değerlendirmişlerdir. Devletin sürekliliği için kendi çocuklarını bile feda etmiştir. Demek ki Marks, Osmanlıyı ya hiç incelememiş, ya da iyi gözlemleyememiş. Osmanlının uyguladığı bu yöntemin sebepleri arasında, farklı bir amacın da var olduğu iddia edilse bile, bu durum, Osmanlı Türklerinin değiştiği gerçeğini değiştirmez.

Diğer taraftan Osmanlıda mülk, Allah’ındır. Mülkü, Allah adına devlet yönetir. Toprak, işleyene ve devlete asker yetiştirene kiralanmıştır. Kiralama şartlarını yerine getiremeyenlerden, toprak geri alınmıştır. Fakat bu yöntem, Müslümanların ağırlıklı oldukları bölgelerde uygulanmıştır. Yeni fethedilen yerlerde ise, oralardaki eski uygulama ile “mülk Allah’ındır” anlayışı arasında denge kurulmuştur. Böylece, uygulamalarını şartlara göre, hem de aynı dönem içerisinde farklılaştırmıştır. Yani, değişimi gerçekleştirmiştir.

Osmanlı Türklerinin bu uygulamalarının sonucu olarak, ülkenin hiçbir tarafında feodaller oluşmamıştır. Aristokrasi kökleşmemiştir. Bu durum, Marks’ın kapitalizm incelemesindeki bulgularını ve karşıtı olarak savunduğu sosyalizmin mantığını, Osmanlı açısından temelsiz kılmaktadır. Marks’ın, Doğuyu, Batıya bağlamak istemesinin sebebi de, bu bulgu ve mantık hatasıdır.

Marks, Doğulu devletleri ceberrut olarak niteler. Ona göre, Doğulu devlet, köylünün ürününe tahsildarları aracılığıyla zorla el koyar. Bu sebeple doğulu halklar için, “genelleşmiş kölelik” tabirini kullanır. Bu açılardan bakılınca, Osmanlıların anlayışları, Marks’ın teorisine uymamaktadır. Osmanlı Türkleri savaş zamanlarında bile, zorla el koymamaya çalışmıştır. Sadece kira sözleşmesine uymayarak, toprağı işlemeyip, elde edilecek ürünlerden diğer insanların istifade etmelerini engelleyenlerin ellerinden toprağı almış, başkasına vermiştir. Bu durumları teşhis edemeyen Marks, kendi içerisinde de tutarsız düşünceler üretmiştir. Nitekim savunduğu teorisi içerisinde, Doğuyu bir yere koyamamıştır. En sonunda, onları Batıya bağlama fikrini geliştirerek, durumu kurtarmaya çalışmıştır.

Görüldüğü gibi, Osmanlıların mülk ve vergi konularındaki uygulamaları, feodalite ve aristokrasinin olmaması, Marks’ın tezinin temelini çürütmektedir. Marks bu durumu görmüş de olabilir. Hiç farketmemiş de olabilir. Eğer farketseydi, teorisinde mutlaka değişiklikler yapmak zorunda kalırdı. Çünkü Osmanlı, Marks’ın zihnindeki Doğulular gibi, talan devleti olmadığını, uygulamalarıyla ispat etmişti. Aksine veren devlet olmuştu. Halk arasında “devlet baba”, aydınlar arasında “kerim devlet” şeklinde tarif edilirdi.  Osmanlıda mülk Allah’ın vekili olarak devletin idi. Ama toprağı işletenler, kira karşılığı taahhüt ettiklerinden arta kalan kazancı kendileri alıyorlardı.

Dolayısıyla Marks, Osmanlıyı bütün yönleriyle ve iyi inceleseydi, sosyalizm diye bir teori geliştirmeye kalkışamazdı bile. Marks, Osmanlı ile ilgili olarak kendisinin de bulacağı bu gerçekleri dünya ile paylaşmışken, yine de aynı teorisini geliştirmeye çalışsaydı, kendisini dikkate alan olmazdı. Bütün yanlışlığına rağmen, zaten 1873’te Viyana Borsasındaki çöküş olmasaydı, halen kendisini dikkate alan da yoktu.

Bütün bunlar gösteriyor ki, güzel gelecek için tarihten dersler çıkarırken, Osmanlı Türklerinin uygulamalarına özel bir yer vermek gerekiyor.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.