MUTSUZLUK

MUTSUZLUĞUN KAYNAKLARI

 

Mutsuzluğun çeşitli sebepleri vardır. Biz bu yazımızda en önemli etken olan kanaatkârsızlık yani tatminsizlik üzerinde duracağız.

İnsan nefsi, hep daha fazlasına sahip olmak ister. Eğer kişi, nefsinin aç gözlülüğüne yenilirse, artık kendini bir hırs girdabının içerisinde bulur, çıkamaz. 2200 yıl önce Yunanlı filozof Epictetos’un dediği gibi; “Sınırı bir kere aşan için, artık sınır yoktur.”

Zenginleştikçe mutlu olunacağına, çoğunlukla tersi olur. Çünkü insan nefsi, varlıklarını değil, kaçırdıklarını düşünür. Varlıkları için şükretse mutluluğun kapısını aralar. Ama o kaçırdıkları için üzülmeyi yeğler. Üzüldükçe sinirlenir. Sinirlendikçe hem kendi salgılarının düzenini bozar, hem de çevresini kendisine düşman hale getirir. Böylece geri dönüşü olmayan turnikelerden girmiş olur.

Atalarımız “büyük dağın ‘kar’ı büyük (çok) olur” demişler. Demek ki, insan zenginleştikçe, aslında sorunları da artıyor. Sorunlar çoğaldıkça çözümler azalıyor. Bunu bilen atalarımız “malın var mı? Derdin var” diyerek insanları uyarmışlar. Ama hiç varlık sahibi olmamanın kötülüğünü de vurgulamak için, “iki çıplak bir hamama yakışır” demişler.

O halde biz, hem varlık sahibi olup hem de mutlu olabilmenin yollarını aramalıyız. Bunun ilk şartı, varlık sahibi olmayı amaç edinmemektir. Zenginlik ve makam ancak, insanlara hizmet için bir araç olmalıdır.

Böyle düşünen kişi, hayatı basit yaşamaya başlar. Hayatın basitliği ile tatmin olmak, doğru orantılıdır.

Dünya üzerindeki birçok zengin böyle davranarak mümkün olduğunca mutlu olabilmektedir. Hintli Azim Premji’nin hayatı da bu durumun örneklerinden biridir. Azim, bilgisayar dünyasının en büyük birkaç firmasından biri olan Wipro’nun sahibidir. Forbes’e göre 1999-2005 arasında Hindistan’ın en zenginidir. Milyarlarca dolarlık servetine rağmen, mütevazı bir evde yaşamaktadır. Alabilecek durumdayken özel uçakları yoktur. Tarifeli uçakla gittiği ülkede havaalanından taksiye binmektedir. Kendi arabası 8 yıl boyunca 1996 model ford escort idi.

Azim Premji, kendisine Mahatma Gandhi’nin “ihtiyaçtan fazlası hırsızlıktır” sözünü prensip edinmiş. Bir başka zengin insan olan Tolstoy, servetini fakirlere dağıtarak Premji’yi de aşmış. Sonuçta ikisi de mutluluğun kapısından içeri girmişler.

Premji’nin mutluluğunu basit yaşayışına ilaveten, “ben başarısızlıklara üzülmem, ondan ders çıkarırım” sözünden anlıyoruz. Tolstoy ise, servetini dağıttıktan sonra yazmaya devam etti. Kimseye haber vermeden bir seyahate çıktı. Hastalanınca bir köyde indi. Bu köyde kendisini tanıyan biri çıktı. Ona kimseye haber vermemesini söyledi. Tanınmadan köyde birkaç yıl yaşadı. Dünyanın haberi, ancak ölünce oldu. Bu davranışı, iç dünyasında mutlu olduğunu gösterir.

Dolayısıyla, bir insan ister zengin olsun, ister fakir, mutlu olmak istiyorsa, varlıklarıyla yetinmelidir. Basit bir hayat sürmekten hoşlanmaya çalışmalıdır.

Bir ülke yöneticisi, vatandaşlarını mutlu etmek istiyorsa, zenginlik hırsına kapılmayarak, yaşantısını sadeleştirip örnek olmalıdır. Ülkelerin gelecekleri, yöneticilerinin tavırlarıyla doğru orantılıdır. Bu sebeple yöneticiler “açgözlü” olurlarsa, ülkeleri de öyle olur. Dolayısıyla mutsuzluk yaygınlaşır. Hatta dünyanın küreselleşmesinin etkisiyle, sadece kendi vatandaşlarını değil, başkalarını da sinirlendirirler.

Ne kişilerin ne de devletlerin ihtiyaçları bitmez. Bunu anlamanın en kolay yolu, insanlara ve devletlere yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormaktır. Eğer soracak olursak, en zengin olanın en ihtiyaçlı olduğunun savunmasıyla karşılaşırız.

Bunlara “yardım edilecek nice fakirler var, sıra sana gelmez” desen, cevabı hazırdır. “Ben insanlara iş veriyorum. Kazanç kapısı sağlıyorum. Fakirlere yardım ediyorum. Bütün bunları borç içerisindeyken yapıyorum. Onun için çok çalışıyorum” diyerek başlar ve sizi ikna edecek veriler getirmeye çalışır.

Zaten gayri meşru işler yapmadan, yolsuzluğa daha az bulaşarak, kısa sürede zengin olmanın yolu, “ağlamasını” bilmekten geçer. Hem para isterken, hem de senden para istendiğinde ağlayacaksın. Fakat hayatını ağlama temeline oturtan bir insan mutlu olamaz. Destek alabilmek için her türlü senaryoyu üretir.

O halde, mutlu olabilmek için, kanaatkâr olmak gerekiyor. Öncelikle ihtiyaçlarımızı kendimiz belirlemeliyiz. Sonra, harcamalarımızı öncelikli olan ihtiyaçlarımızdan başlayarak yaparsak kendimizi istediğimiz şeylere sahipmişiz gibi hissederiz. Öncelikleri tespit ederken de, bizim gelecek bütçemize katkıda bulunacak özellikte olanlara ağırlık verirsek, ileride daha rahat ederiz. Bütçemiz bereketlenir.

Harcamalarımızı “falanın şunları var” desinler diye yönlendirirsek, kısır bir döngünün içerisine gireriz, çıkamayız. Alacağımız destekler bile, bizi bu çemberden çıkaramaz. Dolayısıyla mutsuzluğumuz kalıcı hale gelir.

İş hayatına sermayesiz bir şekilde atılan ve düzgün çalışan kişinin, çoğunlukla, ilk öğrendiği kâr, ‘zarardan kâr’dır. İnsanların da, mutluluğa ulaşabilmek için, önce mutsuzluktan kaçmayı öğrenmesi daha faydalı olur.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.