İSLÂM’IN TEMELİ

İSLÂM DİNİNİN TEMEL İLKESİ “AHLÂKTIR, ADAPTIR”

 

Yazının başlığındaki bu ilkeler, Ehli Sünnetin görüşleridir. Dinin ibadet ve diğer uygulamalardaki biçimlerine Ehli Sünnetin bakışı, “biçimin insanı ahlâka götüren yoldan ibaret” olduğu şeklindedir. Buradan çıkan sonuç, biçim insanı ahlâka götürmüyorsa, faydasız bir ritüeldir. Biçim ahlâka götürmezse, namaz bir idman olur, oruç diyet olur, hac turistik seyahat olur.

İslâm dini içerisindeki bazı guruplar ibadet, namaz, hac gibi biçimleri nafile kabul etmişlerdir. Bu gurupların (veya tarikatların) böyle düşünmelerinin muhtemel sebebi, bazı insanların dinin temel ilkesi olarak biçimi öne çıkarmalarıdır. Biçimlerin dinin aslının yerine geçtiğini düşünen ve biçimleri nafile olarak kabul eden Karmatiler, 930 yılında Kâbe’yi yıkmaktan çekinmemişlerdir.

Karmatilerin bu yıkımından önce Hac için Kâbe’nin şart olmadığını söyleyen en meşhur kişi, Hallac-ı Mansur’dur (856-922). Hallac, Kâbe’nin kutsallığı yerine içe yönelik kutsallığı öne çıkarmıştır.

Aslında Hallac, Haccın ve Hacdaki seremoninin önemini vurgulamıştır. Ancak ona göre asıl Hac, Allah’ın sevgisini içinde hissetmek ve o sevgiye doğru gönülden yönelmektir. Ona göre gerçek secde edenlerin yöneldiği yer, bilgelik ve sevgi olmalıdır. Ancak Hallac’ın anlattıklarına bakarak şu kanaati rahatça söyleyebiliriz ki, o Kâbe’nin yıkılmasını asla tasvip etmezdi ve şiddetle karşı çıkardı.

Anlattıklarına bakılınca Hallac’ın amacının, insanların kalplerini temiz tutmaya çalışmak olduğu görülür. Hallac, eğer bir insan Hacca gidemezse, evinin kuytu bir yerinde sembolik Hac ritüeli uygulanıp, fakirler doyurulduğu takdirde, aynı sevabın kazanılmasının mümkün olduğunu düşünmüştür.

Ancak Hallac, ibadet ve namazın nafile olmayıp zorunlu olduğunu söylemiştir. Fakat bu zorunluluğa rağmen asıl olanın, Allah’a ulaşmak ve ruhu özgürleştirmek olduğunu düşünmüştür.

Bu açıdan bakınca, ahlâksız ve namussuz insan istediği kadar ritüele uysun, o kişi Hallac’a göre günahkârdır. Ahlâklı kişi, dürüst ve namuslu davranan mümin, biçime uymasa dahi, Allah’ın gözünde makbul biri olabilir der. Yani ona göre asıl ibadet, doğruluk ve dürüstlüktür.

Hallac, “vahdet-i vücud” yani vücudun tekliği anlayışını ısrarla savunan ilk kişidir. Daha sonraları İbn Arabi (1165-1240), bu anlayışı bir sistem içerisinde açıklamaya çalışmıştır. Ona göre tek bir vücud vardır, o da Allah’ındır. Yani vücud ile Allah özdeştir. Bu görüşe karşı çıkanlar ise bu anlayışın, Yüce Yaradan’ı insana indirgemek olduğunu söylemişlerdir. (Bu konudaki düşüncemin bir kısmını, “biz neyiz?” ve “niçin buradayız?” sorularına cevap verirken belirttim. Daha sonraki bazı yazılarımda da farklı yönlerden değineceğim) Hallac ve Arabi gibi düşünenlere göre asıl olan, Allah’ın rızasını kazanmaktır.

İslâm âlimleri bu ve benzeri konuları çok tartışmışlardır. Bu tartışmalarda birbirlerini sert bir şekilde suçlamışlardır. Günümüzde de aynı sert suçlama yanlışlığı devam etmektedir.

Hâlbuki Kur’an, çoğu konuda nettir ve akıl sahibi her insanın anlayacağı yapıdadır. Kur’an’a bakıldığında Müslüman olmanın şartı “lâilaheillaallah” demektir. Böylece Yüce Yaradan’ın tekliğine, peygamberlerin hepsine, meleklere ve ahirete inandığını beyan etmektir.

Mümin olmanın şartları ise, Allah’ın gösterdiği yoldan gitmektir. Emirlerine uymaktır. Emirleri sadece namaz, oruç, hac, zekât değildir. İyilik yapmak, sözünde durmak, anlaşmalara uymak, sıkıntılara sabretmek, adaletli olmak, haklının hakkını vermek gibi hususlar da emirlerin içerisindedir. Ayrıca Allah’ın yasaklarına da uymak gerekir. Yüce Yaradan bizlere; ‘zinaya yaklaşmayın, yetim malına yaklaşmayın (dikkat edilirse, bu iki konudaki yasak için, yapmayın denmez, zinaya yaklaşmayın denir, yani oynaşmayın, sevgi ve saygı sınırını iyi belirleyin istenir), kul hakkı yemeyin, beytülmaldan (hazineden) haksız kazanç sağlamayın’ diyor.

Yüce Yaradan’ın bizlere verdiği emir ve yasakların amacı, bizleri yüksek ahlâka ulaştırmaktır.

Ancak görüldüğü gibi, emir ve yasaklara uymak insanoğlu için zordur. Bir insan hem inanıyorum der hem de emir ve yasaklara uymazsa, iç huzuru kalmaz. Yaşama isteği azalır. Kendi şahsiyetine olan saygısını kaybeder.

İşte bütün bu zorlukları aşmanın en kolay yolu, dinin biçimlerine yani ritüellerine uymaktır. Kabul edileceği gibi, bir şeyi şeklen yapmak hem kolaydır hem de insanı rahatlatır. Nitekim sabah evden çıkarken ilk adımını sağ ayağıyla atan insan, o gün işlerinin düzgün gideceğinin inancıyla rahatlar. Eğer sonraki saatlerde kötü bir şeyler olursa, olanları kadere bağlar.

Yüce Yaradan’ın emir ve yasaklarına uymak, halk için olduğu gibi âlimler için de zordur. Hattâ daha zordur. Çünkü onlar daha göz önündedirler. Her hataları görülür ve büyütülür. Bu sebeple emir ve yasaklara uyamayan âlimler de biçime önem verirler. Böylece halkı biçime uymaya yönlendirirler. Hâlbuki âlimlerden beklenen biçim olarak değil, ahlâk olarak örnek olacak sabrı göstermeleridir.

Biçime uymak, zaten halkın da işine gelir. Çünkü zor hayat şartlarında “ahlâkın kestirme yollarına sapmadan” yürümek çok zordur. Dolayısıyla halk biçime uymayı daha çok benimser. Âlimlerden de bu konularda destek alınca, tamamen iç huzuruna kavuşurlar.

Biçime uymak giderek öyle öne çıkar ki, artık ritüeller dinin yerine geçer. İslâm dini erkekler için takke-tespih-takunyaya, kadınlar için türbana indirgenir. Yani bu biçimlere uyanlar artık, kendilerinin Cennete gideceğine inanır hale gelirler.

Hattâ biraz daha ileri gidenleri olur. Cennete ancak kendileri gibi biçimlere uyanların gidebileceğini düşünürler. Eğer biçime uyanlar bir tarikatın veya bir cemaatin üyesi iseler, kendi küçük guruplarından başkasının, biçime uysalar bile, Cennete gidemeyeceğini söylerler. Böyle düşünenlerden bazıları daha da ileri giderler. Kendilerinin sadece biçime uymadıklarını, diğer tarikatların mensuplarının ise yalnız biçime uyduklarını düşünerek, onları zındık veya kâfir gibi görürler.

İkisi de İslâm olan bir gurubun üyesinin, bir başka gurubun üyesini “Allahüekber” diyerek öldürmeye teşebbüsü, ölümü bekleyenin ise ölürken “Lâilaheillallah” kelime-i tevhidini söylemesi bu sebeptendir.

Allah’ım, her şeyin gerçeğini gören ve bilen olarak, Senin istediğin ahlâkla ahlâklanabilmemiz için bizlere yol göster, mücadele azmi ver, irade gücü ver, zihin açıklığı ver, sabır ve sebat ver.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.