İNSANLIĞIN HÂKİM OLDUĞU TOPLUM OLUŞTURMAK

SİYASETİN GERÇEK AMACI, İNSANLIĞIN HÂKİM OLDUĞU TOPLUM OLUŞTURMAKTIR

Konumuzla bağlantılı olarak bu sitede yayınladığımız bir makalemizin başlığı “Küresel Uygarlığın Temelinde İnsanlık Oturmalı” şeklinde idi.

Bu sitede daha önce yayınladığımız, “Medeniyet ve Kültür” başlıklı yazımızda sosyologların tanımlarını irdeledikten sonra şöyle demiştik: “Dolayısıyla medeniyet; manevi değerler olan hislerin, anlayışların, düşüncelerin; akıl, ilim, bilgi, teknoloji ile desteklenerek hayata geçirilmesidir.”

Aynı yazımızda, Fahri Küpcü’nün bu konudaki tarifini de şöyle aktarmıştık: medeniyet; “insanların ruhen yükselmeleri ve eşyaların bu yükselen insanlara layık olabilecek kadar mükemmelleşmesidir.”

Medeniyetteki ilerleme halka; müzik, edebiyat ve yemek alanında çeşitliliğin olduğu, insanların duygularını dile getirebileceği şekilde farklı yapılara hitap ederek ve edep içerisinde ifa edilerek yansımalıdır.

Yukarıdaki tanımlara bakarsak, politikacılardan medeniyet oluşumunu sağlamalarını beklememiz yanlış olur. Çünkü siyasetçilerin kişilere bakışı, “insan” değil, “nesne” veya “yolunacak kaz” anlayışındadır. Dolayısıyla, insanlığı esas alan yepyeni bir toplum oluşturmaya çalışmaları, menfaatlerine ters gelir.

Toplumları yeni bir anlayışa yönlendirmesi beklenenler; bilim insanları, sanatkârlar, gerçek din insanlarıdır. Fakat bu guruplar tek başlarına başarılı olamazlar. Bunlara hem halkın ileri gelenleri hem de politikacılar destek vermelidirler. Siyasilerin çoğunluğunun günümüzdeki uygulamalar ise, destek vermek değil, engelleme yönündedir.

Takdir edileceği gibi, yeni bir toplum sistemi oluşturabilmek için, önce eskisini yıkmak gerekir. Eski sistem tamamen yıkılmadan yenisi vücuda getirilemez. Dolayısıyla bu yeniliği politikacıların yapması çok zordur. Siyasilerin büyük çoğunluğunun hedefi “oy” almaktır. Oylarını artırmaları için, iktidardakiler toplumun içerisinde bulunduğu durumunu övecek, muhalefettekiler ise yerecektir.

Toplumların durumları ne iktidarın anlattığı gibidir, ne de muhalefetin aktardığı gibidir. Her ikisinin söylemlerinde gerçeği yansıtanlar olduğu gibi, tamamen ters olanlarda vardır. Dolayısıyla, her iki taraf da, kendi düşüncelerinin gerçek olduğuna halkı inandırabilmek için mutlaka yalan söyleyeceklerdir.

Bilhassa kalkınamamış ülkelerde muhalefet partileri iktidara gelirlerse, halka ilk söyleyecekleri söz, “enkaz devraldık” olacaktır. Herhangi bir konuda kendi hataları olduğunda, kabahati eski yönetime atacaklardır. Yani, yeni iktidara gelenler de, sistemi yalanlar üzerine kuracaklardır.

Yalanlar üzerine kurulacak yeni bir toplum sistemi, eskisinin aynısı olur. Değişen sadece yöneticilerdir, yani egemen konumunda olan insanlardır. Her değişen yeni egemen, eski egemenlerin taktiklerinin benzerlerini uygular. Böylece hiyerarşik düzendeki bozukluk aynen devam eder. Tam bir kısır döngü oluşur.

Bu kısır döngüden çıkmak için, kökten bir değişim şarttır. Değişimi yapabilecek olanlar, kurulması istenilen yeni toplum düzeninin istediği insan anlayışına uygun olanlardır. Kendileri farklı yapıda olanlar, bu değişimi başaramazlar. Onlar sadece ”mış gibi” anlatırlar.

İnsanlara “nesne” olarak bakanlar, yeni toplum düzenini kuramazlar. İnsanları “insan” olarak değerlendirenler kurabilirler. İnsanlarla gösteriş için istişare ediyor görünenler, yeni düzeni kuramazlar. İnsanlarla gerçek anlamda istişare edenler kurabilirler.

Makam ve mal hırsında olanlar insani ilişkilerin etkin olduğu bir toplum oluşturma gayretini bile gösteremezler. Halka hizmetin, Hakka hizmet olduğuna kalpten gelen bir şekilde inananlar, beklentilerini halktan değil, Haktan umanlar yeni bir insani toplum oluşturma yolunda ilerleyebilirler.

Eğer halkın önderleri içerisinde, “insani” ölçülere göre hareket edenlerin çabaları yetersiz kalırsa, düzgün yapıdaki politikacılar da, değişimi başaramazlar.

Eğer halkı dini bilgilerle aydınlatması gerekenler, dinlerinin gereklerini değil, kendi menfaatlerini esas alırlarsa, değişimi başaramazlar.

Tarih içerisinde böyle köklü değişimi başaran bazı toplumlar olmuştur. Müslümanlığın çıkışındaki Medine Toplumu, bunların başında gelir. Bu toplumun attığı temeller, geçmiş hiçbir devlet başarıları olmayan köylü Arapların çok kısa sürede imparatorluk kurmalarına sebep olmuştur.

Bu konuda diğer bir örnek, II. Göktürk Devleti’nin kuruluşudur. Yöneticilerin fikirlerinin anlatıldığı 730’lu yıllarda yazılan Orhun Anıtlarında şöyle denilmektedir: “…Bunca milleti, bunca ülkeyi düzene soktum. Oralarda artık kötülük yoktur, kargaşalık yoktur.”. Bilge Kağan da yazıtlarında şunları söylemektedir: “Ben, hali vakti yerinde bir millete kağan olmadım! İçeriden yiyeceksiz, dışarıdan giyeceksiz, güçsüz kalmış, yoksul bir millete kağan oldum. Küçük kardeşim Kül Tigin ile sözleştik. Babamızın kazandığı millet adı, millet sanı yok olmasın diye. Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile iki Şad (Yabgu’ya yani hakan yardımcılığına eş bir unvan) ile ölesiye, bitesiye çalıştım. Toplanan milleti ateşe suya düşürmedim.”

Hakanla kardeşi bu inançlarla çalışınca, halk da onlara ayak uydurdu. Öylesine köklü değişiklikler oldu ki, tarihçiler II. Göktürk Devleti’nin yıkılışı için, “Ama bu yıkılışın önemi yoktu; Türk Dünyasına onu yüzyıllar boyunca hareket halinde tutacak bir atılım kazanılmıştı.” diyerek yapılanların önemini vurguladılar.

Günümüz yöneticileri, yukarıda verdiğimiz veya tarihte görülen başka örnekleri kendilerine rehber edinerek, Hak ve Adalet yolunda halka hizmete için ciddiyetle yürümeye başlarlarsa, halkın da önemli bir kısmı onlara uyacaktır. Böylece insani anlayış temeline dayanan yeni bir toplum oluşturulabilir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.