İNANÇLAR

İNANÇLARIN KONUMU

 

(Not: Bu yazı 2013 yılında yayınlanmıştı. Silindiği için tekrar konuldu)

Dünyada son yıllarda hızla gelişen sanal ekonomik ortam, insanlarda üretmeden tüketme alışkanlığını yaygınlaştırıyor. Bu ekonomik yapı bir taraftan dünyadaki ülkeler arasındaki, diğer yandan her ülkenin kendi halkı arasındaki zengin-fakir farkını artırıyor.

Bu durum insanlardaki kâr hırsını ve düşmanlıkları körüklüyor. Kâr hırsı ve onun kardeşi olan kâr edememe hırsı insanlığın önündeki en büyük engeldir.

Üretmeden tüketmenin tetikleyicisi olan sanal ekonomi ve onun kardeşi olan gayri meşru işler, aynı zamanda kâr hırsının tetikleyicisidir.

Zengin ülkelerin ortak sorunları; uyuşturucu, alkol, fuhuş, kumar, boşanma, gasp, hırsızlık gibi konular.

Diğer ülkeler de zenginleştikçe zenginlerle aynı tip sorunları artıyor.

Fakir devletlerin ortak meseleleri ise; halk arasındaki toplumsal, siyasi ve iktisadi eşitsizliktir. Yani genel anlamda demokrasi, gelir dağılımı bozukluğu.

Fakirler, zenginlerinki gibi demokrasi peşinde koşuyorlar. Zenginler ise uyguladıkları demokrasinin sonuçlarının ülkelerini içinden çıkılmaz sorunlar yumağına dönüştürdüğünden şikâyet ediyorlar.

Gerçekçi düşüncenin en önemli kaynağı kabul edilen Aristo (Aristoteles M.Ö. 384-322), “demokrasi fakirlerin, oligarşi zenginlerin egemen olmasıdır” der. Demokrasiyi yozlaştıran en önemli etkenin çoğunluğun iradesinin, kanunlardan önce gelmesi olduğunu düşünür. Devlet yönetiminde en büyük yerin faziletlilere ait olması gerektiğini söyler.

Bir devlette fakir, zengin ve orta halli olarak üç sınıfın olduğunu, orta sınıfın sayısının artmasının devletin daha iyi yönetilmesini sağlayacağını savunur.

Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, İslâmiyet zenginliğe karşı değildir. Malları üst üste yığarak insanlara faydalı olmayan zenginliğe karşıdır. Dengeyi sağlamak için zekât vermeyi şart koşar. Ama “veren el, alan elden hayırlıdır”, “yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalış” diyerek dengeli bir orta halli insan olmayı teşvik eder.

Gelişmekte olan devletler, ülkelerindeki gelir dağılımı bozukluğundan müştekiler. Ama dünyada ülkeler arasında böylesine fazla gelir dağılımı bozukluğu varken, kendi ülkelerindeki sorunu çözebileceklerine inanmıyorlar.

Demek ki, dünyadaki hem ekonomik şartlar hem de demokrasi anlayışı ileride sorgulanacaktır. Aile birliğini ve düzenini dağıtmayacak, aksine güçlendirecek bir sisteme ihtiyaç var. Vakıflar ve derneklerde halkın eğitildiği, insanların yönlendirildiği bir yapıya ihtiyaç var.

Aileler ve sülâleler mensuplarının maddi ve manevi sorunlarını önce kendi aralarında çözmeye uğraşırlar. Sorunlarının çözümüne ailesinden ve dostlarından yardım alan insanların ülkelerine bağlılıkları daha fazla olur. Ailesine, dostlarına ve ülkesine bağlı olanlar dünyanın geleceğine de bağlı olurlar.

Dünyanın geleceğini şahsiyetli insanlar aydınlatır. Şahsiyetli insanları ancak kendisinden korkmayan şahsiyetli insanlar yetiştirir. Ülkelerde kamu politikalarının izlenebilirliğini artırdıkça, kamuda, basında ve her alanda hesap verilebilirlik anlayışı yerleştikçe, sorunları çözmek kolaylaşır.

İnsanlar hata yapmaya çok meyillidirler. Bu sebeple hataları yapanların yüzlerine vurmamaya gayret edilmeli. Çünkü herkesin yaptığını Allah biliyor. Bizim görevimiz, güzel örnek olarak, yanlış yapanların hatalarından dönmeleri için sabretmektir.

Ama hatalarında ısrar eden ve genel menfaate zarar verenlere de, geçit verilemez.

Geleceğin değerlerinin, duygularının, politikalarının ve yaşam tarzlarının biçimlenmesinde, inanç en güçlü etken olacaktır.

Günümüzde dinlerin sorunu, ilk çıkış anlayışlarından ve kaynaklarından uzaklaşılmış olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, değişmemiş tek kaynak Kuran’dır. (Budizm’in bile Sanskritçe ve Praktrita dilindeki orijinali yoktur.)  Müslümanlıktaki sorun, aynen Hıristiyanlıktakine benzer bir ruhban sınıfının oluşmasıdır. Bu ruhbanlar gurubu, Tevrat, İncil ve Kuran’ı yorumlamada kendilerinin neredeyse ilahi bir yetkiye sahip olduklarını düşünmektedirler.

Böylece insanlara istedikleri gibi hükmetmeye çalışmaktadırlar. Bu davranışları, inanmak ihtiyacı hisseden insanları ikileme sokmakta, ne düşüneceklerini şaşırmaktadırlar.

Hiç değişmemiş Kuran’ın halk tarafından algılanabilmesi, insanların birbirleriyle anlaşabilmeleri için önemlidir.

Budizm’in, Konfüçyüsizm’in dünyevi öğretileri Kuran’ın hükümleriyle çelişmez. Aradaki tek fark, bunlar tek olan Allah inancından bahsetmezler.

Dinlerin hepsi, günümüz sorunlarına benzer açılardan bakıyorlar. Hepsi de uyuşturucu kullanımı, alkol, materyalizm, tamahkârlık, kürtaj, cinsel özgürlük, zina, eşcinsel beraberlikler ve pornografiye karşılar. Hepsi de toplumsal adalet peşindeler.

Doğa, insanlar için ilk rehber ve imanın en yakın dostudur. Bugün şehir ve kasabalarda doğadan kopuk olarak yaşayan bizler, dinlerin ve bilhassa Kuran’daki mesajın anlamını özünden ayırıp amacından saptırarak, şekilsel bir hale getiriyoruz.  Dini öğretinin, aslında özünde olması gereken manevi içeriğinden boşaltılmasına yol açıyoruz. Hâlbuki “hiç akıl erdirmez misiniz?” “hiç düşünmez misiniz?” sözleri Kuran’da en çok geçen sözlerdendir.

Aristo da insanları iyi ve faziletli yapan üç şeyin doğa, alışkanlık ve akıl olduğunu vurgular.

İman bilgiye dayanmalı ve bilgiden beslenmelidir. Kuran’daki ilk ayet “insanı bir pıhtıdan yaratan Rabbinin adıyla oku” emridir. Böylece daha sonra insanoğlunun yaratılışı hakkında vereceği ayrıntılı bilgilerle dolaysız bir bağlantı kurar.

 “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti” der. Dolayısıyla Allah’ın verdiği akıl, zekâ, dil ve yazı sayesinde insanlar, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri (vekilleri) olmuşlardır. Kuran’a temel oluşturan Vahiy, Yaradan’ı tanımayı bilgi ve ilimle birleştirerek, bizzat yaratılışın kökenini yansıtır.

Hz. Muhammed, ilişkilerini sadece benzer dini yakınlıklar temelinde değil, güven ve saygı temelinde kuruyordu.  Ne Hz. Peygamber ne de Müslümanlar sosyal ve insani münasebetlerini, asla dindaşlarıyla sınırlamamıştır. Bu uygulamaya bugün daha çok ihtiyacımız vardır.

İman, özgürlük ve adalet ister. Adalet dünyanın temelidir.

Hz. Muhammed sahabesine her zaman şu tavsiyelerde bulunurdu. “Güçlü adam öfkelendiğinde kendini tutandır.” “Servet sizin sahip olduğunuz zenginliklerde değildir.” “Gerçek servet ruh zenginliğidir.” “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, kötülemeyin.”

Bu tavsiyelere insanlığın her zaman ihtiyacı olmuştur.

“Muhakkak, Allah bir topluluğuna verdiğini ­-onlar nefislerini bozmadıkça– bozmaz”! (Rad Suresi 11. Ayet) Eğer milletler ve topluluklar geçmişlerini tarafsız bir gözle irdelerlerse, ayette verilmek istenileni daha iyi anlayacaklardır.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.