İMAN VE AKIL İLİŞKİSİ

İMAN VE AKIL İLİŞKİSİ

 

Bu sitede yayınladığımız konuyla bağlantılı “Akıl-Vahiy Dayanışması” başlıklı yazımızda fikirlerimizi ifade etmiştik. Bu yazımızda konuyu biraz daha farklı zaviyeden irdelemeye çalışacağız.

Bizler, Yüce Yaradan’ın verdiği akıl sayesinde hayatımızı idrak ederiz. Karşılaştığımız nesnelerin ve olayların sebeplerini, sahip olduğumuz akıl ile araştırırız. Yine aklımızı kullanarak, “gayeleri” de araştırırız. Allah’ın akıl verdiği her şahıs, sebepler ve gayeler üzerine düşünür. Bazılarımız konular üzerinde daha az düşünür. Bazılarımız, derinlemesine düşünmeye çabalar. Aklının bütün gücünü kullanmaya gayret eder.

Fakat hepimiz yaşayarak biliyoruz ki, aklımız bir yerde tıkanır. Sebepler ve gayeleri bazen kavrayamayız. Bazen ise, ulaştığımız sonuçlar, bize mantıklı gelmez. Hâlbuki mantık sistemini oluşturan da bizim aklımızdır. Dolayısıyla cevaplar hususunda bazen aciz kalması normaldir. Çünkü bizim sahip olduğumuz aklı veren Yüce Yaradan, bizim ihtiyacımız oranında vermiştir. Zaten her insanın aklını kullanma kapasitesi de farklıdır. En yüksek kapasite ile kullanan bile, aklıyla her olayı anlayamaz.

Bir tarafta, en az on milyar ışık yılı büyüklüğünde bir evren var. Diğer tarafta hücre içinde, bir milimetrenin yüz milyonda birinden (femtometre) küçük maddeler var. Cansız maddelerde elektronlar var. Hepsinin çok ilginç özellikleri var. Bu özellikler, kâinattaki o madde veya canlı var olduğundan beri aynı yapıda, aynı işi görüyor.

Arılar, var olduklarından beri aynı işi, hiç sıkılmadan, yapıyorlar. Arılar, kovanlara yumurtalarını bırakıyorlar. Yumurtadan çıkan her yeni arı, aynı görevini yerine getiriyor. İşçi arı bal yapıyor, petek oluşturuyor, asker arı, onları koruyor. Bir kovandaki yumurtadan çıkan arı, başka kovana gitmiyor. Gün boyu dolaştıktan sonra, yan yana dizilmiş kovanların içerisinden kendi kovanını buluyor.

Örümcekler, sineği bütünüyle yiyor. Kanadını, ayaklarını, her tarafını yiyor. Sonra yedikleri çok sağlam bir halat olarak çıkıyor. Bu halatlarla da matematik bir hesap üzerine ağ haline getiriyor.

Başka örnekler vermeye gerek yok. Bütün bunları aklımızla çözemeyiz. Biz sadece, arılardaki bal yapma mekanizması nasıl çalışıyor, örümcekteki incecik sağlam halat nasıl oluşuyor konularını araştırabiliriz. Elde ettiğimiz bulgularla, işleyiş hakkında fikir yürütebiliriz. Fakat bütün bunların sebepleri ve gayeleri üzerine fikir yürütmeye başladığımızda bir yerde tıkanırız. Dünyada yaşayan canlıların tamamı için fikir yürütmeye kalkışamayız. Çünkü henüz denizlerde ve karada yaşayan canlıların tamamı hakkında bilgimiz yok. Bilmediğimiz nice canlılar var.

Sadece canlılar değil, cansız maddelerle ilgili olarak da, bilmediğimiz nice şeyler var. Bilimsel araştırmalar ilerledikçe, bildiğimizi zannettiğimiz bir maddenin, yepyeni özelliklerini gözlemliyoruz. Dolayısıyla cansız maddelerin de varlıklarının sebep ve gayeleri hakkında fikir yürütmemiz çok zor.

İşte, aklımızın tıkandığı yerlerde, peygamberler aracılığıyla bizlere iletilen nakli bilgiler devreye girer. İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar, her birine gelmiş olan vahyin bizlere yansıması, imandır. İman olmadan, sebep ve gayeler hakkında yürüteceğimiz fikirler, askıda kalır.

Yaptığı bilimsel araştırmalarda ulaştığı sonuçları ve işleyişteki muhteşem düzeni gören bir kişinin imanı daha derin olur. İmanı derinleştiren bir başka husus, kendimizi ve çevremizdeki varlıkları sorgulamamızdır. Sadece canlı cansız varlıkları değil, olayları da sorguladıkça, imanımız derinleşir. Yüce Yaradan’dan şüphe duyan hangi insan bu sorgulamayı yaparsa yapsın, aklına takılan şüpheyi yener ve imanı güçlenir.

Kur’an’da, Bakara 260 da, Hz. İbrahim, kalbinin yatışması için, Allah’tan, ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini ister. Yüce Yaradan, makul karşılar ve gereğini yapar. Hz. İbrahim’in kalbi mutmain olur, imanı güçlenir. Bizler, Hz. İbrahim gibi bir konumda olamayız. Dolayısıyla, Allah’ın bize doğrudan cevap vermesini bekleyemeyiz. Fakat bizler, yaşadığımız bazı olayları bu gözle irdelersek, Yüce Yaradan’ın, Kendi varlığını bizim gözlerimizin önüne serdiğini görürüz. İrdeledikçe imanımız pekişir. İmanımız güçlendikçe, aklımızı Allah’ın gösterdiği yolda kullanmaya gayret ederiz. Hinlik düşünmeyi bıraktıkça, aklımızın daha iyi çalıştığının farkına varırız.

Sonuç olarak, iman, aklın bittiği yerde devreye girer ve sınırlı aklımıza sınırsız kapılar açar.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.