HEDEF EKONOMİYİ BÜYÜTMEK Mİ

HEDEF EKONOMİYİ BÜYÜTMEK Mİ, TOPLUMSAL HUZURU SAĞLAMAK MI

 

Bu sitede kısa süre önce yayınladığımız “GSYH Hesaplamalarından Anladıklarım” ve “Reklamın Amacı Üzerine” başlıklı yazılarımızda, küreselleşen dünyamızdaki ortak hedefin ekonomiyi büyütmek olmaya başladığını vurgulamıştık.

Ekonomiyi büyütmek hedef alınınca, etkisi sadece ticari alanda kalmamaya başladı. Her sahaya yayılıyor. Artık her alanda ekonomik hedefler güdülüyor. Tasarlanan bir işin hemen ne getirip ne götüreceği hesaplanıyor. Birisine Güleryüz mü gösterilecek veya kızgın bir davranış mı sergilenecek, hemen ekonomik anlamda getiri-götürü hesabı devreye giriyor.

Mimari açıdan güzel görünümlü bir bina mı yapılacak, hemen ziyaretçi sayısı gibi hesaplar yapılıyor. Dolayısıyla maksat, gelecek nesillere kalacak estetik bir eser olmaktan çıkıyor. Veya insanlara yardımcı olmak yerine menfaat ilişkisine dönüşüyor.

Eğitim ve sağlık konularında da benzer anlayış yayılıyor. Okullarımıza ve hastanelerimize birer ticarethane gibi bakıyoruz. Bu konuyu bir başka yazımızda inceleyeceğimizden, biz konumuzla ilgili olarak fikirlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.

Bilindiği gibi, piyasalar için asıl hedef “kâr” oldu. Ticaret yapanlar için elbette kâr hedeflenecektir. Bu anlayışın ayıplanacak bir yönü yoktur. Fakat soru, kâr birincil hedef mi olmalıdır sorusudur. Eğer birinci hedefimiz kâr etmek olursa, yaptığımız işin veya üretimin kalitesine bakmayız. Verdiğimiz hizmetin faydalılık durumuna bakmayız. Yaptığımız üretimde gerçek anlamda yenilik olup olmadığını düşünmeyiz.

Demek ki kâr, birinci hedef olursa sadece biz kazanırız. Başkaları kazanamayabilir ve hattâ zarar edebilir. Aslında bu davranışımız, bizim kazancımızın da kısa sürmesine sebep olabilir. Eğer kartel niteliğinde tekel değilsek, kazancımızın uzun dönemli olmasını beklememiz yanlış olur.

Hâlbuki birinci hedefimiz kaliteli mal üretmek ve kalite-fiyat dengesini sağlamak olursa, belki hızlı bir kazancımız olmaz, ama sürekli kazanç sağlarız. Yine yaptığımız bir üretimin veya verdiğimiz bir hizmetin faydalılığını esas alırsak, benzer durum olur. Belki az kâr ederiz fakat kârımız sürekli olur. Eğer gerçekten bir yenilik sağlayabilirsek, bu defa kârımız da artar.

Gerçekten bir yenilik yapmak, çok zordur. Çok az insan veya kurum bunu başarabilir. Bu sebeple, gerçekten yenilik yapılamayınca, insanları reklamlarla kandırmaktan başka çare kalmamaktadır. Bu konuda “Reklamın Amacı Üzerine” adlı makalemizde otomobil, çamaşır makinesi ve deterjanları, bulaşık makinesi ve deterjanları, telefon gibi alanlardan örnekler verdik. Yapılan yeniliğin, eski ürüne bir iki özelik eklemekten ibaret olduğunu vurguladık. Bütün bu yanlış sonuçların sebebi, ekonomiyi büyütmek hedefinden kaynaklandığını söylersek, çok yanılmış olmayız.

Asıl hedefin ekonomiyi büyütmek olmasının, bir başka açıdan baktığımızda, insanları kötü yönde etkilemeye başladığını görürüz. Gerek kendileri doğrudan “kâr” için çalışan insanlar, gerekse bu anlayıştaki bir firmada çalışanların önemli bir bölümü, huzursuz durumdalar. Yaptıkları işin önemli veya anlamlı olduğuna inananlar her geçen gün azalıyor. Yaptıkları işleri anlamsız, firmalarının amacını değersiz gören bu anlayış, zenginleşmiş ülkelerde daha yaygın. Çünkü fakirler, konuya henüz “ekmek parası” açısından yaklaşıyorlar.

Hedef, ekonomiyi büyütmek ve kazanmak olunca, insanlığa faydalı işler yapanlar daha az kazanmaya başladılar. Dünyanın neresinde olursa olsun bir borsacı veya finansçı daha çok kazanabiliyor. Benzer şekliyle halk deyimiyle “popçu” ve “topçu” olanlar da daha çok kazanıyorlar. Kimlerden daha çok kazanıyorlar dersek, ilim insanlarından, sağlık personelinden, eğitimcilerden. Elbette bu saydıklarımız içerisinde de yaptığı işe “getiri-götürü” açısından insanları kandırıp sömürerek, kazancını katlayanlar vardır. Fakat bunlar azınlıkta kalmaktadır.

Bu durumun kötülüğü, yeni nesillere yanlış örnek oluşturmasıdır. Gençler, insanların ve insanlığın faydasına çalışanlara, kendi kazancını öncelemeyenlere tabiri caizse “enayi” diye bakmaya başladılar. Hâlbuki hedef, “toplumsal değerleri muhafaza ederek kalkınmak” olaydı, bugün dünya ve insanlık çok daha güzel yerlerde olurdu. Huzur içerisinde yaşanırdı.

Geleceğimiz açısından çok tehlikeli olan bu anlayışı değiştirmeye çalışmak bizim görevimizdir.

Biz, insanlar meccanen çalışsın, kâr etmesinler demiyoruz. Finansçılar olmasın da diyemeyiz. Biliyoruz ki, iş hayatının işleyişinde finans sektörü olmadan, işlerin yürümesi çok zordur. Hattâ mümkün görünmemektedir. Bilhassa gelecekte finans sektörüne daha çok ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü giderek şehir nüfusları artıyor ve dünya küreselleşiyor. Dolayısıyla hiç tanımadığımız insanlara satış yapmak zorunda kalıyoruz. Bu sebeple, finans sektörüne ihtiyaç var. Ama finans sektörü sadece kendi kârını düşünürse, kendine çeki düzen vermezse, ileride alternatif çözüm arayışlarının olması da ihtimal dâhilindedir.

Sadece kendi kârını azamileştirmeye çalışan hiçbir kişi veya kurum geleceğine güvenle bakamaz. Bir gün, kendilerinden daha hırslı ve daha güçlülerin çıkıp, düzenlerini bozabileceğini iyi bilirler.

Dolayısıyla hem kendi huzurları hem de toplumun huzuru için, birincil amaç “kâr” olmaktan çıkarılıp, “huzurlu ve kaliteli yaşam” olmalıdır.

Bu yazı Ekonomi, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.