FENAFİLLAH VE TAKVA

TAKVA VE ALLAH’TA SON BULMAK (FENAFİLLAH) ANLAYIŞLARI

 

Takva, en yalın anlamıyla, Allah’ın emir ve yasaklarına uymak anlamındadır. Yüce Yaradan, insanların mutlu yaşamaları için, faydalı ve zararlı olan konuları, Kur’an’ın içerisinde sıkça belirtmiştir. Ancak bu konuyla ilgili olarak Kur’an’ın hepsini okumaya fırsatı olmayanlar için, Bakara Suresi 177inci ayet tek başına bir yol gösterici olabilir.

177: “Yüzlerinizi bazen doğu, bazen batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler. Bir de anlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.”

Takva konusunu incelemeyi şimdilik burada bitirerek, Allah’ta yok olma veya son bulma anlayışına bakalım. Fenafillah fikri, İslâm anlayışına sonradan girmiş bir tasavvuf görüşüdür.

Fenafillah, “ölmeden önce ölmüş gibi olmak” şeklinde açıklanmıştır. Üç aşama sonrası ulaşılacağı düşünülmüştür.  İlki, müridin şeyhine kalbini bağlaması, onda fâni olması, tasavvufî ifadesiyle fena fiş-şeyh olmaktır. İkincisi Peygambere bağlanmaktır, o da fena fir-resul’dür. En sonunda kişi, Yüce Yaradan’a bağlanarak kemale erer ve Allah’ta son bulur. Buna da fenafillah denilir. Her kademe, bir sonraki için basamak veya vesile olur. Yani mürid, şeyhinde fani olmak halinden Resulullah’ta fani olmaya yükselmeli, o makamdan da Allah’ta fani olma derecesine çıkmalıdır. Doğrudan Allah’ta yok olmak mertebesine çıkamaz.

Bahsettikleri bu kademelendirmenin ilk hatası, insanları önce kişilere bağlanmaya alıştırmaktır. Baktığı her yerde şeyhini, sonraki kademede Peygamberi görmeye çağırdığı için insana bağlanan kişinin, son mertebede dönüp baktığı her yerde, Allah’ı görmesi ihtimali zayıftır.

Allah’ta son bulma anlayışını oluşturdukları için, kendilerine tasavvuf âlimleri denilen insanların çoğu, fikirlerini kutsi hadislere dayandırmışlardır. Kutsi hadislerin aslı, peygamberin konuşmaları da olsa, sonuçta insan sözüdür. Zaten, bunlar, Hz. Peygamber bu sözleri sarf ederken o anda kaleme alınmamıştır. Yüz yıl sonra yazıya dökülmeye başlanmıştır.

Bir insan sözü olan ve söylenip söylenmediği bilinmeyen hadislerin başına, kutsi lafzı eklenerek, Kur’an hükümleri ile eşit tutulması maazallah bizleri şirke götürebilir. Allah’ın sözü yani hadisi ve sünnetullah dururken, insan sözü olan peygamber hadisine, kutsi ifadesiyle itibar etmek, bizi, İslâm alanının dışına götürebilir. Bu sebeple biz bu yazımızda, kutsi hadislere dayanarak açıklama yapanları dikkate almayacağız.

Allah’ta son bulma fikrini oluşturanların bir bölümü kendilerine, Bakara 207 ve Ankebut 69uncu ayetlerini rehber alırlar.

Bakara 207: “Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah’ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir.”

İslâm âlimleri, ayetteki “kendini feda etmekten” iki maksadın olabileceğini belirtirler. Birincisi, canını feda etmektir. Yani hayatını hiçe sayarak cihat etmektir. Diğer amaç, nefisinin isteklerine karşı mücadele ederek, nefsini, yani dünyevi zevklerini feda etmektir.

Temel aldıkları diğer ayet, Ankebut 69: “Ama bizim yolumuzda cihat edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah, iyilik yapanlarla beraberdir.”

Ayetin sonunda “Allah, iyilik yapanlarla beraberdir” denilerek, ne anlatılmak istenilmiş olabilir? İyilik yapmaktan maksat, bol ibadet etmek olsaydı, Yüce Yaradan öyle söylerdi. Amaç, sadece konuşarak dini anlatmak olsaydı, aynı ayetin başında cihat etmekten bahsedilmezdi

O halde, iyilik yapmakla anlatılmak istenilen farklı şeydir. Kuvvetli ihtimal, Allah yolunda cihat eden ve başkalarına, zor durumdakilere iyilik yapanların kastedildiğidir. Kişilerden istenilen, insanlara maddeten ve manen bizzat destek vererek, Kur’an’ın bütününde verilmek istenilene, hiç değilse, Bakara 177’ye uygun davranmaktır. Böylece, örnek insan olmaya çalışmaktır. Kendi kazancını, bizzat çalışarak sağlamaktır. Yaptığı işlerde dürüst olmaktır.

Ayetteki, “onları kendi yollarımıza eriştireceğiz” sözü, onları, yani, Bakara 177’ye uygun davrananları başarılı kılacağız, yollarını aydınlatacağız anlamındadır. Yoksa bu sözlerden, Allah’ta son bulmak anlamı hiç çıkmaz.

Zaten, Allah’ta son bulmak veya Allah’ta erimek şeklinde ifadesini bulan bir anlayış, kökten yanlıştır. Çünkü Allah, belirgin bir varlık değildir ki, Onda son bulunsun. Allah, ne bir nesnedir, ne de bir imajdır. Yüce Yaradan, insan aklıyla kavranamaz ve tasavvur edilemez.

Diğer taraftan, tasavvuf düşüncesine ve vahdet-i vücut anlayışına göre, eğer, kâinattaki her şey ve her insan, Allah’ın zerre misali bir parçasıysa, dolayısıyla evrende Allah’tan gayrı herhangi bir şeyin varlığı mümkün değilse, o halde, Allah’tan gayri Allah’ta yok olacak ikinci bir varlık da yok demektir. Çünkü bir şey, kendi kendinde yok olmaz.

Teorilerindeki bu iki muazzam çelişkiyi gören bir kısım tasavvuf ehli, yok olmaktan maksadın, nefsin bedenden ayrılması olmadığını savunmuşlardır. Beden, tabiri caizse, ışınlanarak yok olmamaktadır. Fena bulan, yani yok olandan maksat, nefsin kötü arzularıdır. Yani amaç, nefsin terbiye olmasıdır.

Nefsin terbiyesi anlayışı, Kur’an hükümleriyle çelişmemektedir. Bu sebeple, üzerinde istişare edilerek fikir yürütülebilecek bir bakış açısı oluşmuş olmaktadır. Hâlbuki önce şeyhte, sonra peygamberde, en sonunda ise Allah’ta yok olma şeklinde mertebelendirilerek anlatılanlar, maazallah insanı dinin dışına itebilirdi. Şirke sebep olabilirdi.

Tasavvuf ehlinden bazılarının ifade ettiği nefsi terbiye etmek fikri, Allah’ın bizden istediği bir şeydir. Ancak dünya malından, neredeyse tamamen  uzak durarak nefse eziyet etmek, Allah’ın bizden istediği bir şey değildir.

Araf Suresi 32: ‘De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, bu dünya hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur”. İşte böylece biz ayetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz.’

Öyleyse, Yüce Yaradan’ın bizden istediği ne olabilir? Bunu anlamak için en azından Bakara 177’yi tekrar irdeleyebiliriz. Allah, bizden, çevremizde olan bitenlerle ilgilenmemizi istiyor. Etrafımızdakilerin sıkıntılarını çözmeye çalışmamızı, gücümüzü zorlayarak onları maddeten desteklememizi öğütlüyor. Öksüzleri, yolda kalmışları, esirleri (hem faiz batağındakileri, hem de meşru ve gayrimeşru yönetimin baskısı altındakileri) kurtarmamızı emrediyor. Ayette istenilen, “anlaşma yaptığımızda, anlaşma şartlarına uymamız” öğüdü için, öncelikle, bir anlaşma yapılacak mücadele içerisinde olmamız gerekiyor.

Ayette, Müslümanların ve müminlerin aleyhine olan konulara karşı mücadele vermemiz isteniyor. Yoksa kendimizi dünyadan ve çevremizden soyutlayıp, sadece nefsimizi terbiye etmemiz vurgulanmıyor. Tasavvuf ehlinin örnek aldığı Ankebut Suresi 69uncu ayetteki, “iyilik yapma” sözüyle de istenilen, insanların sıkıntılarını gidermelerine yardımcı olmaktır.

Demek ki, asıl olan sadece nefsi terbiye etmek değildir. Şeyhte, peygamberde ve Allah’ta yok olmak hiç değildir. Asıl olan takvada daha iyi olmaktır. Kur’an’ın bizden istediği; Müslümanların, insanlığın dertleriyle hemhal olmak, onlarla ilgilenmek, yol göstermek ve gerekirse cihat etmektir.

Diğeri, sadece kendini kurtarma bencilliğini göstermek olur ki, zaten böyle davranarak kurtuluşa erileceği de, Tövbe Suresi 18inci ayete göre, belli değildir. Ayette Müslüman’dan istenilen ibadet, zekât verme gibi birçok özellikten bahsedilir. Sadece iyi işler yapmaktan bahsedilmez. Bu sebeple ayetin sonu, “onların korunanlardan olacakları umulur” diye biter. Hâlbuki Bakara 82 gibi daha kısa ayetler, “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.”

Allah’ım, bu dünyaya güzel eserler bırakabilmemiz için, bizlere mücadele azmi ver, irade gücü ver.

İnsanlığa, Senin yolunda adaletle hizmet edebilmemiz ve önder olabilmemiz için, mülk ve saltanat ver.

Bu yazı Cemaat, Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.