EKONOMİDEKİ KISIR DÖNGÜ

ÜLKELERİN EKONOMİK ALANDAKİ YANLIŞLARI

 

Kalkınmış ülkelerin hepsinin ekonomik geçmişlerinde benzer uygulamalar var. Hepsi de sermaye birikimini sağlamak için önce devlet kuruluşları kurmuşlar. ABD ise, eyaletler şeklinde başlayıp sonradan birleşik devlet olduğundan, onlar biraz daha farklı bir yol izlemek zorunda kalmışlar. Onların da diğer gelişmiş devletlerle ortak yönleri var. Hepsi de kendi sanayilerini ve tarım üreticilerini korumak için gümrük duvarlarını yükseltmişler. Ama kendileri geliştikten sonra küreselleşmeyi savunmaya başladılar. Diğer ülkelere kalkınma stratejilerini tavsiye ettiler. Kendileri kalkınmış olduklarından diğer ülkelere yaptıkları tavsiyeler dikkate alındı.

Önce devletin ekonomiden çekilmesi gerektiğini savundular. Her şeyin özel sektöre bırakmasını istediler. Özelleştirme sloganı bütün zihinlere nakşedildi. Böylece nasıl olursa olsun devlet kurumlarının özelleştirilmesinin kârlı olduğu imajı oluşturuldu.

Sonra yabancı yatırımcıların ülkeye getirilmesinin şart olduğu işlendi. Yabancı yatırımcılar yerlilerden farklı tutularak göklere çıkarıldı. Elbette yabancı da olsa yatırım iyi bir şeydi. Ama yatırımlar ülkenin öncelikleri belirlenmeden yapıldı. Yatırımlarda yol, liman, elektrik santrali, baraj gibi konularla gayrimenkule ağırlık verildi. Çünkü bu alanlarda iş bittikten yıllar sonra yapılanların hesabını yapmak zordu. Böylece rüşvetin karşılıklı olarak rahatça döndüğü bir ortam oluşuyordu.

Sonuçta hem ülkenin yöneticileri, hem işe aracılık eden yerli özel sektör, hem de yabancı sermaye para kazanıyordu. Bu paralar borç olarak alındığından, halkı doğrudan etkilemiyordu. Aksine, halktan ağır vergilerle para toplanmadığı ve yapılan yatırımlardan halk bedava yararlandığı için sonuçtan halkta memnun oluyordu.

Ama alınan borçları; öncelikle teknik eğitime, üretime, arge çalışmalarına aktarmayan ekonomilerde giderek kırılgan bir yapı oluşuyordu. Çünkü yapılan devasa ve güya uzun dönem gelecek de düşünülerek yapılan alt yapı yatırımlarından geri dönüşüm, alınan borçların faizlerini bile ödemeye yetmiyordu.

Kırılganlık arttıkça, yani borçlar ödenemez oldukça, artık yabancı yatırımcılardan ülkeye yatırım yapmaları da istenmemeye başlanıyordu. Bu arada az sayıda ülkede üretim tesisi kuran yabancı yatırımcıların da ülkeye bıraktıkları zaten çok az oluyordu. Çünkü yabancı yatırımcıların kurdukları fabrikalar kazandıklarının vergilerini, en az vergi alan veya vergiden muaf tutan ülkelerdeki naylon şirketleri aracılığıyla oralarda ödüyorlardı. Yani fabrikaların olduğu ülkelerde ödemiyorlardı.

Dolayısıyla bu şekilde davranan ülkelerin yöneticileri, konumlarını sürdürebilmek için yabancı yatırımcıdan yatırım değil, sıcak para getirmesini istemeye başladılar. Ancak sıcak para ‘kara kaş kara göz’ için gelmezdi. Bu sebeple alınan borçlarla yapılan yol, liman, santral gibi yerler sıcak para getirenlere devredilmeye başlandı. Ama ülkeler çok sıkıntıya düştüklerinde sıcak para sahipleri karşısında direnemiyorlardı. Yapılan bu devirler çok düşük paralarla yapılıyordu. Yap-işlet-devret modellerinde de yatırımcıya ileride devlete büyük yükler getirecek garantiler veriliyordu. Sonuçta sistem yanlış kurulduğundan kırılganlık yine artmaya devam ediyordu.

Bu defa borsa, faiz, gayrimenkul alımı gibi konular için para getirmeleri istenmeye başlanıyordu. İşte asıl sıcak para, bu yolla gelen paraydı.

Bu hale gelmiş bir ülke artık, tam bir ekonomik kargaşa ortamına girmiş oluyordu. Bu durumda ülkenin karşısında iki seçenek kalıyordu. Birincisi Dünya Bankası ve IMF den yardım istemekti. Diğeri ise, dünyadaki kara para sahipleriyle anlaşmaya çalışmaktı. İlkini yaparlarsa, olumsuz cevap alma ihtimalleri kuvvetlidir. Bu cevap ekonominin kötü yönde fitilini ateşler. Halkta biat kültürü etkili olan ülkelerde pek bir farklılık olmaz. Sadece kapalı kapılar arkasında söylenmeler olur. Ama biat kültürü yoksa, halk hareketleri başlar. Ve o ülke gelişmenin bedelini daha hızlı bir düşüşle öder.

Bir ülkeye sıcak para şeklindeki yabancı sermaye akışının artması, o ülkenin yöneticilerinin üzerindeki yapancı baskısını daha da artırır. Çünkü ülkeyi yönetenler, yabancıların paralarını ülke dışına çıkarmaları durumunda iktidarda kalamayacaklarını bilirler. Dolayısıyla kısır bir döngünün içerisine girerler. Çemberin içi bataklıktır. Kurtulmak için çırpındıkça batma artar.

Ülkelerin bu durumlara düşmesindeki asıl sebep, modern küreselleşmiş mali sermaye sistemidir.

Bu sistem, bütün ülkelere benzer politikaları tavsiye eder. Asıl düşman olarak enflasyonu gösterir. Onun yok edilmesini ister. Ama bunu yapmak için gerekli politikaları da bilerek veya bilmeyerek yanlış uygulatır. Ticaretteki sınırlamaları kaldırtır. Sanayiyi özelleştirmelerini tavsiye eder. Ekonomiyi yeniden düzenletir.

Gerekenden, ihtiyaçtan daha büyük altyapı yatırımları yaptırır. Daha az vergilendirilme yapılmasını ister. Böylece zenginleri kollar. Genelde de kendi yandaşlarını ayrıca kollar. Vergi gelirlerinin dolaylı yollarla elde edilmesini öğütler. Böylece vatandaşın aldığı her tüketim malına yüksek vergiler konulur ve vergiyi zenginler değil vatandaşlar öder. Ama doğrudan ödemeyip mal alımında ödediği için, vatandaş da itiraz etmez.

Sonuçta ekonomiyi düzeltme için tavsiyeler yapanlar, o ülkeyi daha fazla borçlandırırlar. Bütün bu ve benzeri uygulamaları yaparken sabite yakın bir kur sisteminin korunmasını tavsiye ederler. Kur sistemini korumak için katı bir mali disiplin gerekir. Bu disiplinli uygulama vatandaşı ezer. Vatandaşın tepkisini azaltmak için bazı hükümetler, fakirlere maddi yardım yaparlar. Böyle yapan ülkelerde bir süre kargaşa olmaz. Aksine kendilerine yardım yapan yöneticileri desteklemeye devam ederler. Halka yardım yapmayan ülkelerde vatandaş sokaklara dökülür.

Hükümet yetkilileri ise; başlangıçtaki şişirilmiş gelişmeleri, Dünya Bankası ve IMF gibi yabancı kuruluşların da övmelerini fırsat bilerek, uygulamaların sonucunu değil, o dönemdeki elde edebilecekleri politik çıkarları düşünür.

Sonunda kabak vatandaşın başına patlar. Çünkü mevcut yönetim iktidardan gitse bile kendilerinin ve destekçilerinin zenginlikleri, şatafatları aynen sürmektedir. Hattâ kendileri iktidarda iken bazı muhalefeti de zengin ettiklerinden, muhalefet iktidara gelince onlara maddi destek vermeye devam eder.

Hiçbir ülkenin ekonomik durumu kalıcı olarak iyi değildir. En güçlü ekonomiler bile savaşlara gerek kalmadan, sadece bölgesel bir krizin etkisi ve dedikodu ile çökebilir. Çünkü en kalkınmış ülkenin borçlarının GSMH’sına oranları, çevrilmesi zor ve kırılgan bir yapı oluşturmaktadır.

Kurtuluş reçetesi, bütün dünyanın zengin-fakir ayrımı yapmadan ortak hareket etmeleridir. Çünkü herkes aynı gemidedir. Ayrıca zenginlerin kaybedecekleri, fakirlere göre çok fazladır.

Bu yazı Ekonomi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.