DÜNYANIN İHTİYACI OLAN DEVRİM

BİLİM AHLÂKI VE TİCARET AHLÂKI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Batıda bilim ile Hıristiyanlık anlayışı birbirleriyle sürekli çatışmışlardır. Hıristiyanlığı anlatan kaynaklar sonradan yazılma oldukları, Hz. İsa’yı Tanrı gibi algıladıkları ve bazı kişilerin aktardıklarını, Hz. İsa’nın yani Tanrının sözü imiş gibi değerlendirdikleri için uzun süre bilimde ilerleme olmadı.

Çünkü Aziz Pavlus gibi bazı azizler, yaşamı hayattan çok bir ölüm gibi algılattılar. Gerçek Hıristiyan’ı bu dünyadan nefret eden kimse olarak tanımladılar. Aziz Pavlus “benim için ölmek bir kazançtır” dedi.

Erkeğin kadına el sürmemesi gerektiği, karısı olanların da yokmuş gibi davranmaları istenildi. Aziz Jerome, ikinci defa evlenen bir kadını, kusmuğunu yiyen bir köpeğe benzetti.

Aziz Augustin, insanların evlenmek ve çocuk sahibi olmak istememeye başlayacakları düşüncesi üzerine şöyle cevap veriyordu: “Keşke istemese, Tanrının ülkesi daha çabuk dolar.”

Batıdaki değişme yeni toprakların keşfiyle başladı. 1492 keşiflerinden sonra bazı insanları ve devletleri kâr hırsı bastı. Onlar kazandıkça bilim de gelişmeye başladı. Ama bu yapıdaki insanlar ve devletler, bilimi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiler.

Sonunda 1. Ve 2. Dünya Savaşları oldu. İnsanlık tarihinin en büyük felâketleri yaşandı. Ahlâkı olmayan bilim ve ticaret, döndü, bilimin ve ticaretin ahlâkı olmaz diyenleri vurdu.

Bilimdeki bu hırslı gelişmeler bazı bilim adamlarını bile isyan ettirdi. Pascal bile “Bilim insanın harcı değildir, insan bilimi bilmekle cehaletinden daha çok insanlığını yitirir” dedi.

20. yüzyılın en büyük fizikçisi Albert Einstein ise şöyle diyordu: “Bilim bugüne kadar köleler yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Savaş zamanında bizi zehirlemeye, param parça etmeye yarıyor; barış zamanında da yaşamımızı çekilmez ve daha kararsız hale sokuyor.”

Hatta Einstein daha ileri giderek şöyle diyordu: “Bilimler bir beladır”.

Hâlbuki Müslüman ve Türk dünyasında bir zamanlar bilim çok gelişmişti. Türklerde bilimde gelişmenin sürdüğü 16. Asrın sonlarına kadar, bilim ile dini bilgiler arasında Batıdaki anlamda bir çatışma yaşanmadığı gibi, bilimsel gelişmeler insanlığın zararına -bazı özel durumlar hariç- kullanılmadı.

Diğer taraftan Türkler İpek Yolu ticaretini kontrol ediyorlardı. Yeni gittikleri ülkelerde öncelikle, cami ile birlikte kervansaraylar yapıyorlardı. Fakat Türklerin ticari anlayışında itibar sahibi olmak kâr etmekten önce gelirdi. Dolayısıyla gittikleri hiçbir ülkeyi Batılıların anlamında sömürmediler.

Demek ki bilim ve ticaretin ahlâkı olabiliyormuş. Bu ahlâk anlayışının olabilmesi için bilimin ve ticaretin tanımını iyi yapmak gerekiyor.

Bilim, Allah’ın kâinatta ve tabiatta kurduğu düzenin nasıl işlediğini anlama çabasıdır. Deneyseldir. Tanrıyı, ruhu, gaybı anlama çabası değildir. Bu konularda açıklamalar yapmaya çalışan felsefi düşünce akımları iddiacı olmaları dolayısıyla, neredeyse toptan yok olmaya mahkûmdurlar.

Yüce Yaradan, insanların araştırmalarında faydalanabilmeleri için, evrende ve doğada bizlere örnekler oluşturmuş. Milyonlarca çeşit canlıların farklı özelliklerinden, cansız varlıkların ilginç özelliklerine kadar her şey bizim yararlanabilmemiz için araştırma ve incelemelerimizi bekliyor.

Araştırmaktan, sorgulamaktan bıkmayacağız. Araştırmalar sadece madde bazında değil, madde ve manâ arasındaki ilişkiler bazında da olmalıdır. Kur’an’da Zumer Suresi 9. ayette: “…….hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?…..” denilmektedir.

Ama biz bir yaratılan olduğumuzu, yaratılanın yaratamayacağını, ancak Allah’ın yarattıklarının çalışma sistemlerini anlamaya çalışabileceğimizi unutmayacağız. Yine Kur’an’da “Allah’ın ilmini yazmak için bütün denizler mürekkep olsaydı yetmezdi” denilmektedir. Biz Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl ölçüsünde ilerleyebiliriz. Bizim ilmimiz, bize verilen akıl ile sınırlıdır.

Kâinattaki ve tabiattaki sistemleri, hesapları, kuralları, işleyişleri değiştirmeye çalışmamızın insanlığın bile sonunu getirebileceğini ise, hiç unutmamalıyız.

İşte bilim ahlâkı burada devreye girer. Evrendeki var olan işleyişleri anladıkça bulduğumuz yeni bilgileri, insanlığın yararına değerlendirmek bilim ahlâkının bir sonucudur.

Ticari ahlâk ise, dünyanın ticari bir hapishaneye dönmesini engellemek, insanların mutsuzluklarını azaltmak için elzemdir. Yüce Yaradan bizlerden rızkımızı kazanmak için çalışmamızı emrediyor. Öğlen vakti kılınan Cuma namazından sonra yeryüzüne yayılın rızkınızı arayın diye bizlere yol gösteriyor.

Geçimimizi sağlarken insanlara faydalı olacak yolları kullanmamızı istiyor. Kimseye kazık atılmamasını, ölçü ve tartıyı tam tutmamızı istiyor. Kazandıklarımızı harcarken de, cimrilik etmememizi, ama saçıp savurmamamızı emrediyor.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) iki sözü bizlere ışık tutuyor. “İlim Müminin yitiğidir. İlim Çin’de de olsa gidiniz bulunuz” ve “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın”

İnsanlığı kurtaracak tek devrimin, ahlâk devrimi olduğu savunulur. İlk bakışta doğrudur. Fakat tek başına ahlâk devrimi uzun ömürlü olmaz. Bu sebeple bilim ahlâkı ve ticaret ahlâkını oluşturmak zorundayız. Madam Curie, Pasteur gibi bilim insanları, Bosch gibi “itibarımı kaybetmektense, para kaybetmeyi yeğlerin” diyen ticaret adamları bizlere örnek olmalıdır. “Kişi vicdanını kendine gözcü yapar” diyen esnafların piri Ahi Evran örnek olmalıdır. Her alan için de bizlere, Kur’an rehber olmalıdır.

Allah’ım bizlere rızkın da, bilimin de, hayatın da en hayırlısını ver.

Allah’ım faydasız ilimden, Senin tasdik etmeyeceğin kazançtan Sana sığınırız.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.