DİNLERDE CİHAT KONUSU

DİNLERDE CİHAT KONUSU

 

Bu sitedeki daha önce yayınladığımız “İslâm’da Cihad” başlıklı makalemizde cihat konusunu irdelemeye çalışmıştık. Arapça cihad kelimesinin “cehede” kökünden geldiğini ve “gayret etmek” anlamında olduğunu ifade etmiştik. İslâm’da emredilen büyük cihadın, insanın kendi nefsine karşı yaptığı mücadele olduğunu vurgulamıştık. Ancak cihat kelimesinin, “savaş” anlamının da olduğunu belirttik. Allah’a inananlara karşı savaşanlara karşılık verilmesinin istendiğini ayetlerle aktarmıştık. Bu anlamıyla İslâm’daki savaşın amacının barışı korumak olduğunu, yine ayetlerden örneklerle göstermiştik.

İnsanın kendi nefsine karşı savaşması gerektiği, bunu başarmanın büyük erdem olduğu, hemen bütün dinlerde ve öğretilerde vurgulanmıştır. Bu nedenle biz cihadın, başkalarına karşı savaşmak anlamının üzerinde duracağız.

Günümüzde yaşayan semavi dinlerden Yahudilikte de, cihat emri vardır. Bu hususta Kur’an’da verilen bilgi, en güvenilir kaynaktır.

5 Maide Suresi 21: “(Hz. Musa) Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.”

24: Dediler ki: “Ey Musa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”

21inci ayette Yüce Yaradan, İsrailoğullarına vatan olmasını düşündüğü kutsal toprağı işaret ediyor. Oraya gidip savaşmalarını ve yerleşmelerini istiyor. Fakat İsrailoğulları, Rablarının bu talebini reddediyor. Bunun üzerine Yüce Yaradan onları cezalandırıyor:

26ıncı ayet: Allah, şöyle dedi: “O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme.”

Demek ki, Yahudilik olarak bilinen Allah’ın dininde de savaş emri var.

Hristiyanlıkta da savaş konusunun işlendiğini Matta İncilinden anlıyoruz. 26/52inci bölüm: “Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek” İncil’deki ifadede kılıç çekmeyenlerle ilgili bir ibare yok. Bu hususta benzer bir ifadeye, Saint Matthieu’nun X(10) 34 üncü kısmında rastlıyoruz: “Ben (Hz. İsa), size sulh getirmeye değil, kılıç getirmeye geldim.”

Buradaki kılıç ifadesi, kuvvetle ihtimal, mecazi anlamdadır. Sulhu insanların sağlayacağı, bunu temin için de, mücadele azimlerinin olması gerektiği vurgulamak istenmiş olabilir. Belki biraz daha farklı bir anlamı olabilir. Ama doğrudan kılıcın kendisini getireceği anlamı olamaz.

Matta İncilinin 26/52inci bölümündeki ifade, Kur’an ayetleri ile benzeşmektedir. Allah’ın yolunda gidenlere karşı kılıç çekenleri, aynı şekilde karşılık vererek, kılıçla öldürmeye izin verilmiştir. Kur’an’daki benzer ifade şöyledir.

Hacc Suresi 40: Onlar “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan mescitler elbette yıkılırdı. Şüphesiz Allah kendi(dini)ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok kuvvetlidir (her şeye galiptir).

Hıristiyanlar, İncillerde cihat emrinin olmadığını düşünseler idi, Haçlı Seferlerini düzenlerler miydi? Bilindiği gibi Haçlı Seferlerinin tertipleyicisi ve toparlayıcısı, Kilise ve Papalık olmuştur. Bu seferler Müslümanlara karşı yapılmıştır. Fakat Hıristiyan halk, “kâfirlere” karşı savaşmak için çağrılmıştır.

Semavi dinlerin dışındaki en eski inanış Hinduculuktur. Bu dinin temelini teşkil eden Vedaların vahiy ifadeleri olup olmadığı tartışmalıdır. Hinduculukta din işlerini Brahmanlar, devleti ise Kshatriyalar yönetir. Brahmanların görevi, insanın kendi nefsiyle yaptığı savaşı yönetmektir. Kshatriyaların görevi, dışarıya karşı yapılan harbi idare etmektir.

Brahmanlar arasında kurbancı olanlar vardır. Kurbancı Brahman, elinde tuttuğu tahta kılıcı salladığı vakit, bu, artık onun, düşmana karşı fırlattığı bir yıldırım anlamına gelir. Tahta kılıç uygulaması İslâmiyet’te de vardır. Din adamının tahta kılıcı kullanması, muhtemelen devlet yöneticisini savaşa çağırmak anlamındadır.

Brahmanlarda kılıç, yıldırım ile bir tutulurken, Şintoizm’de kılıç, şimşekten türemiştir.

Aslında bütün dinlerin temeli kendi nefsinle mücadeleyi emrederken, dışarıya karşı barışçı olmayı öğütler. Ancak barışçı olmanın sınırlarını çizer.

Tarihte, bütün dinlerin mensupları içerisinden, barışçı olmanın sınırlarını, kendi amaçları doğrultusunda çizenler her dönem olmuştur. Semavi dinlerdeki bazı yanlış uygulamaları çoğumuz biliyoruz. Halen de yaşıyoruz. Diğer dinlerden Hinduculuk taraftarları dışarıya karşı pek savaşmamış. Sadece Hindistan’da ortaya çıkan Budizm’in ilk başlarında ve henüz güçlenemeden, taraftarlarını ülkeden kovmuşlar, rahatladıktan sonra da Müslümanlar gelene kadar savaş ihtiyacı duymamışlar. Çünkü yaşadıkları bölgeyi çevreleyen denizleri ve Himalayaları aşmaya çalışmanın bir anlamını görememişler. Ülkelerine gelen Türklere karşı savaşmak ihtiyacı duyduklarında güçleri yetmemiş. Aynı durum İngilizlere karşı da vuku bulmuş. Fakat onlar da, kendi insanları arasında kast sistemi oluşturarak, bir alt gurupta olanları ezmişlerdir.

En barışçı dinlerden olan Budizm, Çin’de yayılmış. Çinliler geniş ülkelerini çevreleyen denizleri ve kuzeydeki çölleri, dağlık bölgeleri aşmanın faydalı olacağına inanmamışlar. Kendi içlerinde mücadele etmişler. Budistlerin arasından, zaman içerisinde krallarla birlikte hareket ederek, kendileri dışındakilerle acımasızca savaşan Budist rahipler her dönem olmuştur. Bu hatalı tutum, günümüzde Sri Lanka ve Birmanya’da da görülmüştür.

Japon Budistleri içerisinde en savaşçı bilinenler, Zen tarikatının üyeleri olmuşlardır. Japonlar dış dünyadan habersiz yaşadıkları için, dışarıya karşı savaşmak ihtiyacını duymamışlar ve içlerinde mücadele etmişlerdir.

Eğer Hinducular, Budistler, Şintoistler, Avrupa veya Asya’nın içlerinde yaşasalardı, tarih, kuvvetli ihtimal, farklı gelişirdi. Onların da, dışarıya karşı cihatları hususunda çok sayıda örnekler oluşurdu.

Yaşayan bütün dinlerde savaş, eğer huzuru ve nizamı bozanlara, başkalarını ezenlere karşı yapılıyor ve onları tekrar düzene sokmayı hedefliyorsa, meşru görülür. Bu amaçla yapılan ve düşman teslim olduktan sonra sürdürülmeyen savaş, adaleti tesis etmenin hem bir aracı hem de göstergesi olarak değerlendirilir.

Bu yazı Dini, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.