AKIL-VAHİY DAYANIŞMASI

AKIL-VAHİY DAYANIŞMASI

 

Muhtemelen bütün semavi dinlerde, aklın mı önde olduğu, yoksa imanın mı önde olduğu tartışılmıştır. Akıl-vahiy konusuyla ilgili en geçerli kaynak Kur’an olmasına rağmen, en çok tartışma da Müslümanlar arasında olmuştur.

Bu sitedeki bazı yazılarımızda belirttiğimiz gibi, Eşarilere göre, “insanlar akıllarıyla, iyi ve kötüyü bilemezler. Bilebilmeleri için peygamberlerin gelmesi gerekir.” Bu durumda, “çok uzun dönemdir peygamber gelmeyen topluluklar nasıl akıllı işler yapabilmektedir?” sorusu akla gelmektedir. Akla gelebilecek bir diğer soru da şudur: “Eğer dini konularda, akıl ve mantık ile fikir yürütülemezse, İslâm ile Kilise söylemleri arasında ne fark kalır? Kilise söylemleri geçerliyse, Allah niye yeni bir elçi göndermiştir?”

Diğer taraftan Mutezileye göre, “insan her şeyi akılla bilebilir.” Bu durumda sorulacak soru, “her şeyi akılla bilebiliyorsak, peygamberlere ne gerek vardır?” Hattâ akla şu soru da gelir: “Her şey akılla bulunabilecekse, İslâm ile felsefe arasında ne fark vardır?” Veya bazı İslâm âlimlerinin dediği gibi, eğer halk aklını kullanamaz, ancak ulema kullanabilirse, “peygamberler sadece halk için mi gönderilmişlerdir?”

Bu konuda Maturidi orta bir yol izlemiştir. Maturidi, dini tebliğ olmasa bile, düşünen bir insanın, Allah’ın verdiği akılla, Yüce Yaradan’ı bulabileceğini savunur. Ancak Maturidi yine de sadece aklın yetmeyeceğini düşünür. Çünkü ona göre bilginin kaynakları üçtür. Bunlar beş duyu, doğru haber ve aklın tefekkürüdür. Buradaki haber, zaruri ilim ve vahiy yoluyla Allah’ın kullarına aktardıklarıdır. O halde, akıl ve imanın birleşmesiyle en doğru yol elde edilir.

Maturidi’den çok önce Türk tarihinde yaşanmış iki olay, onun bu sözlerini onaylamaktadır. Birincisi, Göktürklerin 730’lu yıllardaki Orhun Anıtlarından: “Zamanı Tanrı yapar, Tanrı yaşar. İnsanoğlu ölümlüdür.”

Diğer örnek, Balkan Bulgar Türklerinin Hakanını Kurum Han’ın 810’lu yıllarda, eski Türk dinine inanırken söylediği bir sözdür: “Doğru insanı ve yalancıyı Tanrı bilir. Biz Bulgarlar, Hıristiyanlar için çok iyilikler yaptık. Ancak onlar bunu çabuk unuttu. Fakat Tanrı biliyor.”

İbni Rüşd’e göre, Kur’an; akıl, düşünme gibi kavramları sıkça kullanır. Bunlar tamamen, mantık ilkelerinin de kurallarıdır. Dolayısıyla Kur’an yani vahiy, mantığın kurallarını teşvik etmektedir. Çevremizdeki varlıklar üzerinde, mantık yoluyla düşünmemizi istemektedir. Ona göre; “Eğer aklın verdiği bilgi ile vahyin verdiği bilgi birbiriyle çelişirse, vahyin verdiği bilgi tevil edilmelidir. Çünkü vahyin verdiği bilgi ile aklın verdiği bilgi çelişiyor gibi görünse de, bu vahyin halk yığınlarına hitap eden zahiri (sembolik) üslubundan kaynaklanmaktadır.”

Bu sitede daha önce yayınladığımız “Aklın yolu bir midir?” başlıklı yazımızda şöyle demiştik:

“Doğa bilimleri, sosyal bilimler, ekonomi ilmi farklı rasyonalitelere sahiptirler. Bunlar bir tek akıl ilkesine irca edilemezler. Diğer taraftan akıl yürütme; insanın bilgisine, görgüsüne, nefsine hâkimiyetine, içinde bulunduğu ortama göre insandan insana değişir.

Eğer aklın yolu farklı ise, insanların huzuru bulabilmeleri için gerekli olan şey nedir? İnsanların akılları ve duyuları sayesinde sahip oldukları bilgi ve özellikler, huzuru bulabilmeleri için yeterli midir?

İnsanlık tarihine bakıldığında, yeterli olmadığı net bir şekilde müşahede edilir. Akla yol gösteren iradedir. İradenin beslendiği kaynak sadece pozitif bilimler ve duyular olursa, akıl yolunu şaşırır.”

Yüce Yaradan Kur’an’ında Zumer Suresi 9uncu ayetinin sonunda, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar.” diyerek bilginin önemini vurgulamaktadır. Bilgi sahibi insanın, ancak akıl sahibi insanlar olacağını ifade ettikten sonra, konuları sadece temiz akıl sahiplerinin yani, özü temiz olanların anlayabileceğinin vurgusunu yapmaktadır. Özü temiz olmak, nefsine, iradesi ile hâkim olabilmek anlamındadır.

Sıradan bir insanın iradesine hâkim olabilmesi için, nakli ilimlerle desteklenmesi gerekir. Çünkü asıl olan, bir kişinin toplum içerisindeki davranışlarının yani dışarıdan algılanışının iyiliği ve güzelliği değildir. Hiç kimsenin görmediği ortamlarda, o kişinin yaptıklarının ve aldığı kararların iyiliği ve güzelliği önemlidir. İslâm âlimlerine göre, nakli ilimlerin (dini bilgiler) insandaki merkezi, kalptir. İşte bu sebeple Kur’an’a göre, kalbi temiz olmayan, aklına hükmedemez. Dolayısıyla akıl, nefsin hâkimiyetine girer. Güzel düşünemez.

Demek ki, yukarıda bahsedilenlerden anlaşıldığına göre, insan, Yüce Yaradan’ın verdiği aklıyla düşünerek bir yaratıcının olduğunu bulabiliyor. Yaratıcının Kendisinde, zaman kavramı olmadığını düşünebiliyor. Yaratıcının, insanların her yaptığını kayda aldığına inanıyor. Bu kayıtların sonunda mükâfat veya ceza olacağını düşünebiliyor. Aklını kullanarak dünya hayatının mücadelesini veriyor. İyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, haklıyı-haksızı ayırt edebiliyor. Toplumsal ahlâk düzeni kurmak için gayret sarf edebiliyor. Aklını çalıştırarak dünyadaki ve evrendeki fiziksel, kimyasal, biyolojik vb kurallar ve işleyişleri hakkında bilgilerini artırabiliyor.

Fakat insanlar aklını kullanarak, ceza ve mükâfat düzeninin, hem bu dünyada hem de öteki dünyada, nasıl işlediğini bilemez. Ölümden sonra tekrar diriltilmenin nasıl olacağını bilemez. Ahiret hayatının nasıl işlediğini düşünemez. Meleklerin nasıl olduğunu ve nasıl işlem yaptıklarını bilemez. Aklıyla, Allah’ı tasavvur edemez. Akıl yoluyla bu dünyada niçin var olduğunu, bu hayatı niçin yaşadığını bilemez.

Diğer taraftan, insan aklı, eğer bir destek almazsa, insanın nefsinin doğrultusunda düşünmeye meyleder. Dolayısıyla kişinin aklı, nefsini yönetemez. Arzuları, aklını yönetir. Böylece hem kendisi hem de toplum zarar görür.

İşte bu sebeple Yüce Yaradan, yarattığı insanların, algılamalarına ve huzurlarına yardımcı olmak durumundadır. Bu görevin sebeplerini “Allah, Rahmeti Kendi Üzerine Farz Kılmıştır” başlıklı yazımızda ifade etmiştik.

Sonuç olarak vahyin ayrıntıya girmediği, genel olarak kabul edilmesini istediği konularda, akıl yürütmenin gereği yoktur. Vahyin ayrıntıya girmediği emir ve yasaklar konusunda da, akıl yürüterek ayrıntıya girilmemelidir. Vahyin bize, üzerinde düşünmemizi istediği konularda ise, mutlaka akıl yürütülmelidir. Böyle konularda akıl yürütmezsek, aksine Kur’an’ın emirlerine aykırı davranmış oluruz.

Hatta Kur’an’da geçen ve bize gelecek için araştırılacak yollar gösteren her konuda akıl yürütülmelidir. Örneğin; Kur’an’da, mağarada 309 yıl uyutuldukları söylenen gençlerin durumu bile, ilim insanları için bir araştırma konusu olabilir.

Akıl-vahiy dayanışması, insanları huzura götüren en uygun yoldur.

Bu yazı Dini, KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.