ŞEFAAT KONUSU ÜZERİNE
Bu konuyu ele almamızın sebebi, bazı ünlü! hocaların yazılı ve görsel basında insanlara “kıyamet günü peygamberimiz (s.a.v.) şefaat edecek ve kalbinde iman kırıntısı olan cennete girecek” demeleridir.
Konuyu Kur’an’dan ayetlerle irdeleyeceğiz. Ama meseleye önce, bir başka açıdan bakalım. Hepimiz, kendi yaşadığımız bu dünya hayatını düşünelim. Bir insanın bize “bunlar senin dediklerini yapmadılar, hattâ aksini yaptılar, ama onları affet” diyebilmesi ve bizim de en suçlu olanları bile affetmemiz için, bize affet diyen kişinin konumu bize göre nasıl olmalıdır? Hiyerarşik yapıda bizden alt görevde birisi böyle söylediğinde biz genelde ne yaparız? “Sen kendi işine bak” demez miyiz? Bizim amirimiz olan birisi böyle söylediğinde ne yaparız? “Başüstüne” diyerek dediğini yapmaz mıyız?
Görüldüğü gibi, ünlü! hocaların kendilerinden emin bir edayla “kalbinde iman kırıntısı olan cennete girecek” şeklindeki ifade tarzları, şirki yani Allah’a ortak koşmayı da aşarak, yaratılanları, onları yaratan tek Yaratıcının üzerine çıkaran bir aymazlıktır. İnşallah bu hocalar Allah’ın kelâmı olan Kur’an’ı dikkatlice okurlar da, bu yanlış söylemlerinden vazgeçerler.
Şimdi, şefaat konusuyla bağlantılı bazı ayetleri yorum yapmadan sıralayacağız. Yorumu sizlere bırakacağız.
Yunus Suresi 49. Ayet: “(Muhammed) De ki; ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar, ne de bir menfaat verme gücüne sahip değilim”
Bakara Suresi 48. Ayet :“Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse kimsenin cezasını çekmez, kimseden şefaatte kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz”
Bakara 254: “Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir. “
Zumer Suresi 44: De ki: “Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.”
Enbiya Suresi 47: “Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.”
Bakara 255: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir…”
Meryem Suresi 87: “(O gün) Rahman’ın katında bir ahit almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.”
Enbiya 27: “Onlar (26ıncı ayete göre melekler) Allah’ın sözünün önüne geçmezler, hep O’nun emriyle hareket ederler.”
Enbiya 28; “Allah, onların (meleklerin) önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar (melekler), Allah’ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O’nun korkusundan titrerler.”
Müddesir Suresi 48: “Artık onlara (Önceki 41-46 ayetlere göre; suçlular, yani namaz kılmayanlar, yoksulu yedirmeyenler, ceza gününü yalanlayanlar) şefaatçilerin şefaati fayda vermez.”
Konuyu yine Kur’an’a bağlı kalarak bir başka açıdan irdeleyelim. Allah’ın peygamberlerinden olan Hz. Nuh, Kur’an’a göre 950 yıl yaşamıştır. Bize bildirilenlerin içerisinde en uzun ömürlü olan peygamberdir. Yani, Yüce Yaradan’ın sevdiğini belli ettiği bir peygamberdir. Bu sevginin derecesini, bir başka açıdan yine Kur’an’dan anlıyoruz.
Nuh Suresi 26: Nuh dedi ki: “Yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bırakma.” Bilindiği gibi, Hz. Nuh’un bu yakarışını Allah kabul etmiş ve Nuh Tufanını dediğimiz olayı oluşturmuştur. Bu olay, Yüce Yaradan’ın Hz. Nuh’a verdiği değerin bir ifadesi olarak düşünülebilir.
Bu değerli konumuna rağmen Hz. Nuh, tufan sırasında oğlunu kurtaramadı. Karısı da cezalandırılanlardan oldu. Hz. Peygamberin, oğlu için yaptığı duaya Allah ret cevabı verdi. Bunun üzerine Hz. Nuh şöyle dua etti: Hud Suresi 47: Nuh: “Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum.”
Görüldüğü gibi, bir duasıyla tufan oluşturulan Hz. Nuh’un, kendi oğlu için yaptığı şefaat duası kabul edilmiyor ve peygamber Allah’tan özür dileyerek bağışlanması için dua ediyor.
Diğer taraftan Kur’an’da övülen bir diğer peygamber, Hz. İbrahim’dir. Kâbe’yi ilk inşa eden odur. Soyundan çok sayıda insana peygamberlik verilmiştir. Dolayısıyla kendisine çok nimet verilmiştir. Bu sebeple Müslümanlar namazlarında, “Allahümme salli ve Allahümme barik” ile başlayan duaları okuyarak Hz. İbrahim’e verilenlerin Hz. Muhammed’e de verilmesini isterler.
İşte böylesine nimet verilen Hz. İbrahim bile, babası için bir şey yapamayacağını ifade etmiştir. Mümtehine Suresi 4: “İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.” Yalnız İbrahim’in babasına: “Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez.” demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır.”
Allah’ım, bizlerin şefaat beklentisiyle gevşek davrananlardan olmayıp, Kur’an’ı anlamaya yönelerek, Kur’an’ı içselleştirebilmemiz için, bizlere irade gücü ver.