ÜRETİM OLMADAN HALKA HİZMET OLMAZ

ÜRETİM YETERSİZSE, GERİSİ BOŞ SÖYLEMLERDİR

 

Bu sitede ekonomi hususunda ilgili yazılarımızda, buhranların ortak sebeplerinin mali konulardan kaynaklandığını ifade etmiştik. 1719 yılında Fransa’daki Missisipi şirketinin, Amerika’daki Missisipi vadisiyle ilgili hisse senetleri balonunun patlaması ile Fransa uzun süren bir ekonomik sıkıntının içerisine girmişti.

1824-28 yılları arasında İngiltere’de çıkan ekonomik buhran daha geniş alana yayıldı. Bazı İngiliz bankaları, Latin Amerika’daki yatırımların hisselerini sattılar. Yapılan reklamlar sonucunda, halk hisseleri kapışınca dolandırıcılara gün doğdu. Şişen hisse fiyatları, sonunda ekonomik sıkıntılara yol açtı. Brezilya hariç, bütün Latin Amerika ülkeleri zarar gördü.

1857 yılında ABD’ de ortaya çıkan ekonomik buranın sebepleri yine şişirilmiş hisse senetleri idi. Ama sadece Amerika’da etkili oldu. Bu krizden sadece 16 yıl sonra 1873 yılında Viyana Borsasında başlayan çöküş, bütün Avrupa’ya sıçradı. Hattâ Osmanlı Devleti, ABD ve Paraguay gibi ülkeleri de etkiledi. Buhranın geniş alana yayılmasının, dünya tarihine bir başka yönden önemli etkisi oldu. O güne kadar önemsenmeyen ve çok dar bir çevrede kalan Karl Marks’ın fikirleri, dikkatleri çekti. Sadece 5 yıl sonra bütün dünya,1848’deki Komünist Manifestosundan sonra halen  maddeten zor şartlarda yaşamakta olan, Marks’ın adını duydu.

1907 yılındaki ekonomik sıkıntıyı ortak hareket ederek atlatan ABD bankaları, gayrimenkul hisselerini şişirerek satmaya devam ettiler. Ama 1929 yılında halkın bankalara hücum etmeleri karşısında bir şey yapamadılar. ABD’de başlayan çöküş, hemen hemen bütün dünyayı etkiledi. Fakat 2008 ekonomik buhranı, bütün ülkeleri, az ya da çok, etkisi altına aldı.

Dikkat edilirse yaşanan bütün ekonomik buhranların temelinde, aynı düşünce yatıyor. Çalışmadan, emek harcamadan, oturduğumuz yerde ve sadece yatırım yaparak zengin olmak hevesimiz, bütün buhranların temel sebebidir.

Bütün ekonomik buhranların derinleşmelerinin sebebi de, yine aynıdır. Yatırım yaptığımız hisselerin değerlerinin çok şiştiğini gördüğümüz anda, düşünmeden harekete geçmemizdir. Hisse değerleri yükselirken kâr ettiğimiz halde, ilk düşüşler başlayınca heyecana kapılıp, zarar ediyoruz endişesiyle hemen satışa geçmesek, yaptığımız kârların bir kısmını kaybetmeyi göze alsak, kuvvetle muhtemeldir ki, ortalık durulacak. Biz de daha az zarar edeceğiz.

Fakat bizdeki oturduğumuz yerden para kazanma anlayışımızla birlikte şartlar, bizim mantıklı düşünmemize engel olmaktadır. Çünkü elimizdeki varlığımız, üretimimiz sonucu oluşmuş malzeme gibi somut bir şey değildir. Dolayısıyla, bekleyelim denilebilecek bir ortam yoktur.

Bu anlayış bizi ve ülke ekonomisini kısır bir döngünün içerisine sıkıştırmaktadır.  Biz elimizdeki sanal varlıkları elden çıkarmaya çalıştıkça, elimizdeki kâğıtların değerleri düşmektedir. Elimize daha az para geçtikçe, harcamalarımızı kısarak krizi atlatmaya çalışmaktayız. Biz harcamalarımızı kıstıkça, zaten az olan üretim de düşmeye başlamaktadır. Üretim azaldıkça, haliyle işsizlik de artmaktadır. İşsizlik arttıkça, ülkedeki insanlarda gerçek fakirlik hali oluşmaktadır. Sonuçta kısır bir döngünün içerisine girilmektedir.

1929 ekonomik buhranında Keynes, hükümet harcamalarını artırarak ekonomiyi tekrar toparlayabileceğimizi iddia etmiştir. Keynes’in gösterdiği yolu uygulamak hükümetler için çok zordur. Çünkü halkın gelirinin azalması, aynı zamanda hükümetlerin gelirlerinin de azalması demektir. Ekonomik krizin başlangıcında hükümetlerin geliri hemen düşmez. Ama var olan geliri uygun bir şekilde harcamazlarsa, hükümetler kısa sürede ve daha zor duruma düşebilirler.

Nitekim Fransa Kralları, 1719 Missisipi Buhranında, hisseleri devlet olarak satın alma hatasını işlediler. Sonunda Fransa bunun cezasını daha önceki bir yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Amerika’yı İngiltere’ye terk ederek ve diğer sömürgelerinin bazılarında gerileyerek ödedi. Dolayısıyla, oturdukları yerden para kazanmak isteyenlerin cezasını sonraki nesiller çekti.

Keynes’in şansı, II. Dünya Savaşı ortamının oluşması ve uzun süren büyük bir savaşın çıkmasıdır. Savaş ortamında silah sanayine yatırım yapmak için her türlü şartları zorlayan hükümetler, harcamalarını Keynes’in düşündüğünün çok üzerinde yapmak zorunda kaldılar.

Günümüz hükümetleri, Keynes’in gösterdiği zor yola gitmiyorlar. Onlar çok kolay bir yol buldular. Karşılıksız para basıyorlar. İnsanların anlayışları değişmediği için, basılan paraların az bir kısmı üretime yönleniyor. Büyük bir bölümü yine sanal ekonomi ortamına veya gayrimenkul piyasasındaki sanal kazancın peşine gidiyor. Bu anlayış, ekonomik buhranların oluşları arasındaki süreyi kısaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Bütün dünya her an yeni bir ekonomik buhran çıkacak diye tetikte bekliyor. Ama sadece bekliyor. Çözüm üretmiyor.

Kapitalizm anlayışında olmayan ülkelerin durumunu incelersek, yine aynı sonuca ulaşırız. SSCB’nin gerilemesinin ve uzun harpler sonunda elde ettiği yerlerden savaşsız bir şekilde çekilerek kendisini dağıtmasının sebebi, üretim azlığıdır. 1914 yılındaki rakamlarla, 1928 rakamları karşılaştırıldığında SSCB bünyesindeki üretimin çok fazla azaldığı görülmektedir. 1914 yılında Rusya’daki kişi başına üretim verimliliği, Japonya’dakine göre 3,5 kat fazla idi. 1928’e gelindiğinde Japonların verimliliği, SSCB vatandaşlarını 4’e katladı. Yani aradaki fark 14 kat değişti. Bu durum Stalin’i çok rahatsız etmiş olmalı ki, sanayileşmek uğruna milyonlarca işçinin ölmesine yol açacak uygulamalar yaptı. Çin’de aynı komünist anlayışla hareket eden Mao, 1961 de fikirlerinde kısmen yenileşme yaptı. Küçük özel mülkiyetlere izin verdi. Fakat çok yetersiz bir hamle olarak kaldı.

Günümüzde Rusya, doğal kaynaklarını satarak yaşıyor. Çin ise, üretimini artırarak hayata tutunuyor. Dünyanın en büyük ekonomisi olma yolunda hızla ilerliyor.

Demek ki, asıl olan üretimdir. Üretim içerisinde motor güç, sanayidir. Günümüzdeki Apple’ın, Microsoft’un ve benzerlerinin hisse değerlerinin çok fazla artmış olması, bizleri kandırmamalıdır. Bu gibi teknolojik üretimler değerlerinin çok üzerinde fiyatlara satılmaktadır. Durum, aynı hisse senetlerindeki şişkinlik gibidir. Sahiplerinin elinde elle tutulur bir mal varlığı yoktur. Onların bu teknolojik üretimlerinin de, halkın işsizliğine, gıdasına, giyinmesine ve rahatına bir katkısı yoktur.

O halde yapacağımız üretim öyle olmalı ki; hem yaptırana, hem üretimde çalışan kişilere, hem de kullanan halka faydalı olmalıdır. Bu açıdan bakılınca öncelik sanayinin olmalıdır. Sanayide de öncelik, bilhassa daha fakir ülkeler için, tarıma yönelik sanayi olmalıdır. Bu konularda “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımın “Üretim” bölümünde daha geniş bilgiler verilmiştir. Bu nedenle başka bir yazımızda ele alınacaktır. Fakat şimdiden söylenebilecek ve gerçekle bağlantılı olan şu sloganları ifade edebiliriz:

Her atölye bir kaledir.

Sanayiciler, bir ülkenin görünmeyen kahramanlarıdır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün şu veciz sözü de, konumuzla bağlantılıdır: “Köylü (tarım üreticisi), milletin efendisidir.”

Bu yazı Ekonomi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.