SON ANDA İMAN İŞE YARAR MI?
Bu konuda bir fikir yürütebilmek için, Yüce Yaradan’ın gönderdiği kutsal kitaplardan, değiştirilemeyen kitabı Kur’an’ın ilgili ayetlerini irdeleyelim.
Bilindiği gibi tarih içerisinde insanların bir kısmı, Tanrı’nın görevlendirdiği peygamberleri kabul ederken, çoğunluğu itiraz etmişlerdir. Buna rağmen Yüce Yaradan, gerek peygamberleri ve gerekse kutsal kitapları aracılığıyla insanları uyarmaya ve imana davet etmeye devam etmiştir. Tek olan Tanrı, hemen her davetinde, bağışlayıcı olmasından ve rahmetinin genişliğinden bahsetmiştir. Yüce Yaradan’ın, gönderdiği peygamberlerine ve kitaplarına yapılan saldırıları görmesine rağmen, yenilerini görevlendirmesi, insanlara olan rahmetinin genişliğini gösterir.
Allah’ın bağışlayıcılığından bahseden ayetlerin sayısının çok olması, insanların bazılarında gevşekliğe sebep olmuş olabilir. Gevşemiş olan bu insanların bir kısmı, peygamberlerin anlattıkları cezaların veya mükâfatların, öldükleri dönemde kendilerine de gösterilmesi durumunda, “itiraz ettiğimiz şeylerin gerçekliğini gördüğümüzde, biz de iman ederiz” diye düşünmüş olabilirler. Böylece, son anda da olsa, iman ettikleri için, tek olan Tanrı’nın bağışlayıcılığını ummuş olabilirler.
Yüce Yaradan, böyle düşünenlerin bağışlanmayacaklarını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Fecr Suresi 89/22-23: “Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak?”
Benzer ifadeleri Mümin Suresinin 40/85inci ayetinde de şöyle vurgulamıştır: “Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. Allah’ın, kulları hakkındaki geçe gelen kanunu budur. İşte iman etmeyenler bu noktada hüsrana düştüler.”
Konumuzla ilgili olan diğer bazı ayetler de benzer şeyleri vurgularlar. Dolayısıyla, imanın kabul olunması için, kutsal kitaplarda bahsedilen gerçekleri göreceğimiz bir ortamı beklemek hatalıdır. Ayetlerde bahsedilen bu hakikatler, sadece kıyamet zamanıyla ilgili değildir.
Kur’an’daki Yunus Suresi 10/90ıncı ayet, firavunun, suda boğulmaya başladığında iman ettiğini söylediğini anlatır. Ama ona 91inci ayette firavuna verilen cevap, olumsuzdur. “Ya şimdi mi! Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun” denilir.
Demek ki, göreceğimiz hakikatler, sadece kıyametle ilgili olmayabilir. Firavunun durumunu bahseden ayetteki gibi, kendi ölümümüzle ilgili olabilir. Bir başka açıdan bakarsak, bize en yakın kıyamet, kendi ölümümüzdür. Tıpkı, Nasrettin Hoca fıkrasında olduğu gibidir durum. Hocaya bir gün sormuşlar. “Hocam kıyamet ne zaman kopacak?” Hoca da demiş ki: “Küçük kıyamet, hanım ölünce, büyük kıyamet de ben ölünce“ Hocanın şaka yollu ifadesindeki gibi, bizim kıyametimiz, ölümümüzdür. Çünkü ölümümüzden sonra, Yüce Yaradan’ın huzuruna vardığımızda, hatamızı düzeltmek için geri dünyaya dönme isteğimizin kabul edilmeyeceği Kur’an’da defalarca belirtilmektedir. (Müminun 23/99-100, Secde 32/12, Enam 6/27-28) Dolayısıyla, öldükten sonra kendimizi düzeltmek için hiçbir fırsatımız kalmamış olacağından, bu dünyadan ahirete göçümüz, bizim için kıyamet sayılır.
Peki, hayatının geçmiş döneminde iman etmemiş bir kişi, ölümünün ne zaman olacağını bilemeyeceğine göre, ne yapmalıdır. Umutlu olmamalı mıdır? Benzer şekilde, iman ettiğini diliyle söylemesine rağmen, davranışlarıyla, inançsız insanlar gibi hareket ettiğini fark eden şahıs da umudunu yitirmeli midir?
Yüce Yaradan, Kur’an’ında, bizlere hep umut aşılamaktadır. Sapkınlardan başkasının umudunu kaybetmeyeceğini ifade etmektedir.
Eğer, umudumuzu kaybetmeyeceksek ve ölümden hemen önce iman ettiğimizi söylememiz bir işe yaramayacaksa, nasıl bir yol izlemeliyiz?
Tek olan Tanrı, kullarına bu konuda da şöyle yol gösteriyor: Enam Suresi 6/158: “(İnanmak için) ille meleklerin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini, ya da Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabbinin (azap) işaretlerinin geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: “Bekleyin; biz de beklemekteyiz.”
Ayet, net bir şekilde, son anda iman edenle, imanıyla bir hayır kazanmamış olanı aynı kefeye koyuyor. Bu kefe, cezalandırılacakların kefesidir. Buradan ayrılıp, Yüce Yaradan’ın bağışlamasını umabilmemiz için, ölmeden önce, imanımızı, insanların da görmesini sağlamalıyız. İmanımızın gereği olan güzel işleri yapmalıyız. İnsanlara iyilik ve hayır yapmalıyız. Geçmişte kötülük yaptığımız insanlardan, yanlış davranışlarımız için özür dilemeliyiz. Bütün bunları yapmamız durumunda, insanlar da bizim imanımızı göreceklerdir. Yine de asıl olan, tek olan Tanrı’nın bilmesidir. Çünkü insanlar kandırılabilir, fakat Yüce Yaradan, asla kandırılamaz.
Enam Suresinin bu ayeti, sadece iman etmeyenlere yönelik değildir. Ayetin öncesindeki 154-155-156-157inci ayetlere bakılınca, bu uyarının, Yahudilere, Hıristiyanlara ve “bize de kitap indirilseydi” diye isteyenler de dâhil, herkese yapıldığı anlaşılıyor.
Allah’ın rahmetine sığınabilmemiz için, bazı şeyleri görmemizi beklemeyerek, Yüce Yaradan’ın bize bildirdiği gaybla, yani bilinmeyenle ve gelecekle ilgili mevcut delilleri yeterli görmeliyiz. Tanrı, bütün evrende ve insanın kendisinde, delillerini, aşikâr bir vaziyette göstermektedir. Yüce Yaradan’ın bu delilleri, aslında, başımıza gelecek azapların veya güzelliklerin de kanıtlarıdır. Bu sebeple, olacak azaplardan ve zarardan kurtulmayı ummanın yolu, önceden hareket etmektir.
Önceden hareket edebilmek, kolay değildir. İnsan olarak sahip olduğumuz yapımız, bazen, bizim uhrevi düşünmemize engel olmaktadır. Örneğin, bir hastayı ziyarete gittiğimizde, ona “vah, vah” derken, çoğumuz, aynı duruma kendimizin de, hem de kısa bir süre içerisinde düşebileceğini düşünmeyiz. Bir cenazeye katıldığımızda, mevtanın yerinde kendimizin olmuş olabileceğini aklımıza getirsek bile, çoğumuz, cenaze töreni bittikten sonra unuturuz. Cenaze töreni sırasında, mevtanın yerinde bizim yatıyor olabileceğimizi düşünenlerimizin aklına, kendi yaptığı kötülükler gelir. Kötülük yaptığı, yalanlarıyla aldattığı insanlardan helâllik istemesi gerektiğine karar verir. Fakat çok azımız bu kararını uygular. Çoğumuz, kötülükler yaptığımız insan cenaze töreni sırasında yanımızda olsa bile, özür dilemeyiz. Hiçbir şey yapmayız. Tören bitince eski günahkâr hayatımıza geri döneriz.
Eğer, bir hastalığın veya ölümün bize hemen gelmeyeceğini zannediyorsak, eğer, yalanlar söyleyerek kandırdığımız ve kötülük yaptığımız insanlardan özür dileyemeyeceğimizi düşünüyorsak, yapılabilecek bir şey yok demektir. Bu durumda isek, bize kimse yardım edemez. Ne diğer insanlar, ne de Yüce Yaradan, yardım edebilir.
Demek ki, yaşadığımız sırada iman etmek ve imanımızın gereğini yapmak, tamamen bizim kararımıza bağlıdır, bizim elimizdedir. Dolayısıyla seçim tamamen bize aittir.
O halde, şimdiden tezi yok, hemen icraata başlamalıyız. Kandırdıklarımızdan özür dilemek zor geliyorsa, önce ayna karşısında kendimizden özür dilemeli ve Yüce Yaradan’dan merhamet istedikten sonra, hemen güzel işler yapmaya başlamalıyız. Eğer bu ilk adımı atarsak, inşallah, devamının seri bir şekilde geldiğine şahit olacağızdır.
Son anda ve sadece dil ile iman etmenin bir işe yaramadığını, imanımızın gereğini yaşarken yapmamız gerektiğini unutmayalım. Dolayısıyla gereğini yapalım. Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl, vicdan ve iradeyi kullanalım. Bu konuda Tanrı’dan yardım isteyelim. Aksi halde, hem bu dünyada, hem de ahiret hayatında göreceğimiz cezalara itiraz etme hakkımız kalmamış olur.