SEVİYORUM, O HALDE VARIM
Yukarıdaki söz, Decartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” ifadesindeki eksikliği ortaya koymak içindir. Bu konuda Decartes’tan önce Aristo fikir beyan etmiştir. Aristo’ya göre, insan düşünen bir hayvandır.
Bilindiği gibi, Aristo’nun yaşadığı dönemde Atina’da yaşayanların çoğunluğunu köleler teşkil ediyordu. Atina şehrinin ezeli rakibi olan Sparta’nın ise yaklaşık yüzde doksanının köle olduğu ifade edilir. Aristo’nun kölelere bakışı ise nettir. Ona göre köleler, insan değil, hayvandır. Bu ifadesinden anlaşılan o ki, Aristo, tıpkı kendileri yani insanlar gibi vücutları olan, kendileri gibi yeyip içen yani fiziksel ve biyolojik olarak kendilerine benzeyen kölelerden faklı yönlerini aramış. Sonunda onlardan farklı tarafını, düşünüyor olması olarak belirlemiş.
Düşünür olarak bildiğimiz felsefecilerin bazısı, insanların hayvanlardan farkını, konuşmaları olarak görmüşlerdir. Bu nedenle de, Aristo’nun bakış açısından biraz farklı olarak, “insan, konuşan bir hayvandır” demişlerdir.
Aristo’dan uzun yüz yıllar sonra Decartes, var olmayı, düşünmekle özdeşleştirmiştir. Ona göre, düşünmeyen insan yok hükmündedir. Peki, bir insanın düşünen biri olup olmadığını nasıl anlayacağız? Yüce Yaradan hemen her insana akıl verdiğine göre, ya akıl sahibi olan her şahsı düşünen insan olarak niteleyeceğiz veya sadece bizim gibi düşünenleri, var yani yaşayan olarak kabul edeceğiz.
Decartes’ın sözünün bu cephesi, ayrı bir yazı konusudur. Biz bu makalemizde, yukarıdaki sözlerin başka açılardan irdelemesini yapmaya çalışacağız.
Felsefecilerin yukarıdaki sözleri, insanı basite indirgemektedir. Bu anlayış, insanı biyolojik hücreler düzeni gibi görmektedir. Hücrelerden oluşan insanı, fiziksel bir nesne gibi algılamaktadır. Tıpkı, aralarında onları birbirinden ayıran boşlukların olduğu atomlar şeklinde düşünmektir.
İnsan, gerçekten de, atom gibi, zerre gibi, tektir. Benzersiz bir zerre görünümündedir. Bu haliyle algılanışı, güçsüzdür. Hâlbuki insanda, bazen sınırı bile çizilemeyen güçler vardır. Akarsulardan, çağlayanlardan daha güçlüdür. Okyanusların gel-gitlerinden daha güçlü duygulara sahiptir. Sevgisiyle, nefretiyle güçlüdür. Bilhassa sevgisiyle, okyanus dalgaları gibi güçlüdür. Düşünüyor olması, insanı, çoğunlukla bu güce ulaştırmaz.
Dolayısıyla insan, fizikçilerin tarifindeki atom veya zerre değildir. İnsan, dalgalar oluşturabilecek zerredir. İnsanın oluşturduğu dalgalar, fizikçilerin tanımıyla, damlaların toplamından oluşmuş bir yapı değildir. Damlaların, yani zerrelerin bir araya gelmesinden güç oluşmaz. Gücü meydana getiren, zerrelerin yani insanların arasındaki ilişkiler ve duygulardır. Duygular olmadan güç oluşturamayız. Duygularımızın içerisinde en etkili güç meydana getireni, sevgidir. Nasıl, damlalar dalga oluşturmak için rüzgârın desteğine ihtiyaç duyarsa, insanlar da duygularından güç alırlar. Dalgaların oluşumunda, fırtına veya dipten gelen bir deprem ne görev ifa ederse, insanların güç oluşturmalarında sevgi de aynı görevi ifa eder.
Bazı felsefecilerin, yukarıda bahsettiğimiz insana bakışları, insanı bir “nesne” olarak görmek şeklindedir. İnsanı nesne olarak görürsek, nesnelerin bir araya gelmesinden oluşan topluluk, bir araya gelmiş hayvansal organizmalar konumunda olur. Dolayısıyla hiçbir ciddi güç oluşturamaz. Çünkü bu nesnelerin her biri, kendisi dışındaki bir güce bağlıdır. Eğer, bağlı oldukları güç veya makamdaki kişi de “nesne” gibi ise, durum hepten anlamsızlaşır.
Eğer insanı, biyolojik hücreler düzeni olarak görürsek, toplumu da biyolojik hücreler birliği olarak görmemiz gerekir. Hâlbuki hepimiz iyi biliyoruz ki, toplumlar, biyolojik hücreler birliği değildir.
Fakat şahısları, “insan” olarak yani “ilâhi yüzü olan insan” olarak görürsek, böyle insanların oluşturdukları topluluğun gücünün sınırı tahmin edilemez.
O halde, bir insan, konuşuyorsa ve hattâ düşünüyorsa değil, seviyorsa anlam ifade eder. Bir topluluk, birbirlerini görmeseler bile, duygusal bağlarla birbirlerine bağlanmışsa, güç ifade eder. Çünkü onlar, sahip oldukları ilâhi yüzlerini öne çıkarmışlardır. Onlar düşünceleriyle duygularını birleştirmişlerdir.
Elbette nefret duygusu da, insanlara ve topluluklara güç verir. Fakat onları anlamlı kılmaz.