ŞERİAT HAKKINDA

ŞERİAT HAKKINDA

 

Şeriat kelimesi, Sünni gelenekten gelen İslâm’da çok sık kullanılır. Ancak, kelime, Kur’an’da şeriat olarak geçmez. Kur’an’daki ifade, “şir’a” dır. Maide Suresinin 48inci ayetinde geçen bu kelimenin sözlükteki anlamı, “su içmek için suyun kaynağına götüren yol” şeklindedir.

Şeriat kavramının geleneksel İslâm’daki karşılığı, İslâm kanunu veya ilâhi kanun anlamındadır. Nitekim halk arasındaki en yaygın kullanımı, “şeriatın kestiği parmak acımaz” şeklinde olup, bu anlamı vurgulamaktadır..

Maide Suresi 48inci ayetin Arapçasında “şir’aten ve minhaca” ifadesi geçer. Minhac, kelimesinin sözlükteki karşılığı, vazıh, yani açık, belirgin yol anlamında imiş. Ayetin bu bölümünün tercümesi şöyle: “…her biriniz için bir şir’a ve bir minhac belirledik…”

Şir’a ve minhac aynı anlamda olsaydı, ayette ayrı ayrı bahsedilmezdi. Ayetin bu bölümünün yorumunda en az hata yapmak için, hem ayetin tamamının mealini, hem de Kur’an’ın özünü (lafzını değil) dikkate almamız faydalı olacaktır.

Maide Suresi 5/48: “Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları muhafaza eden Kitabı (Kur’an) hak ile indirdik. Onun için, aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat sizin her birinize verdiği şeyde sizi imtihan etmek istedi. Öyleyse davranın hayırlarda yarış edin. Nihayet dönüşünüz hep Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.”

Ayetin başlangıcındaki ifadelerden anlaşıldığına göre Kur’an, kendinden önceki kitapları hem tasdik eden hem de onları muhafaza eden bir kitaptır. Kur’an’ın bu özelliği, Enam Suresi 6/92 inci ayette de vurgulanmıştır.

Ayete göre Kur’an, evrenseldir. Bereket kaynağıdır. Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanlığı uyarmak için indirilmiştir. Bilindiği gibi, diğer kutsal kitapları insanlar sonradan tahrif etmişlerdir. Belki de bu sebeple ve son kitap olması dolayısıyla, Yüce Yaradan, Kur’an’ın muhafazasını Kendi üzerine almıştır. Hicr Suresi 15/9: “Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”

Diğer kitaplardaki tahrifatı en iyi bilen bizzat Yüce Yaradan’dır. Fakat buna rağmen Maide 48’de şu ifade vardır: “…Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat sizin her birinize verdiği şeyde sizi imtihan etmek istedi…”

Demek ki tek olan Tanrı, ayrı ümmetler halinde olan bizi, her birimize peygamberleri aracılığıyla gönderdiği şeylerle imtihan edecek. Peki, geçerli olan kutsal kitap Kur’an ise, bu nasıl olacak? Diğer kitaplardaki ifadelerin içerisinden Kur’an’ın tasdik etmedikleri geçersiz ise, farklı ümmetler kitapların hangisine uyacak?

Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek için, ayetleri Kur’an’ın özünün ışığında irdelemeye devam edelim.

Enam 92 ile Maide 48 birlikte değerlendirildiğinde, şir’a (şeriat) ile minhac (vazıh yol) anlamları arasında fark olduğu anlaşılmaktadır. Anlaşılan o ki, Yüce Yaradan, bilhassa kitap verdiği her peygamberi aracılığıyla, o dönemin anlayışına uygun çözümler üreten şir’a (şeriat) göndermiştir. Her birimizi, bize gönderilen şir’aya göre imtihan edecektir. Ancak tek olan Tanrı, her birimize de bir minhac (açık, belirgin yol) göstermiştir.

İşte, dönemin anlayışına uygun şir’alar farklı olmasına rağmen, Yüce Yaradan’ın gösterdiği minhacın, yani vazıh yolun, bütün peygamberlere aynı olarak vahyedildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, hem şir’a (şeriat) hem de minhac  (açık, belli yol) ilâhi kurallardır. Ancak, şir’alar (şeriat), o dönemin ortamına göre sadece o peygambere vahyedilmiştir. Minhac ise, zaman ve mekân üstü olan evrensel nitelikli ilâhi kanunlardır. Bu nedenle, diğer kutsal kitaplardaki minhaclar (ilâhi kanun), Kur’an tarafından tasdik edilmedikçe veya Kur’an’ın özüne aykırı olmadıkça geçerlidir. Aksi takdirde, geçersizdir.

Peki, Kur’an haricindeki kutsal kitaplar tahrif olduklarına göre, onlarda bahsedilen şeriatlar nasıl bilinecektir? Burada da esas olan, kutsal kitaplarda bahsedilen bu şeriatların, Kur’an’ın özüne ve Yüce Yaradan’ın iradesi olan salih amelleri yerine getirmek için takip edilecek olan vazıh yola, yani minhaca uygun olmalarıdır. Tek olan Tanrı’nın, Kur’an’da gösterdiği yola aykırı olan şeriatlar, geçersizdir.

Eğer geçerli olsaydı, Maide 48’de: “…Onun için, aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma…” denilerek Hz. Muhammed uyarılmazdı.

Demek ki şir’a (şeriat), yani “su içmek için suyun kaynağına götüren yol”, her döneme göre değişmektedir. Böyle olması normaldir. Çünkü insan topluluklarındaki anlayış, değişkendir. Dolayısıyla, sorunlar da değişkenlik arzetmektedir. Kur’an’daki anlatımlara bakarak bu konuda örnek verilebilir.

Hz. Musa’ya verilen on emir içerisinde, dördüncüsü olan “Cumartesi yasağı” hariç, diğerleri Hz. Muhammed’e de emredilmiştir. Demek ki Cumartesi yasağı, bir ümmete ait şir’a yani şeriat hükmündedir. Hz. Muhammed’in ümmetine ise, Cuma günü için bir hüküm gönderilmiştir. Cuma Suresi 62/9: “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı zaman, Allah’ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” Demek ki Cuma namazı hususu da Hz. Muhammed’in ümmetine uygulanacak bir şeriat hükmüdür.

Yine Kur’an’a dayanarak, şeriatla ilgili bir başka örnek, oruç konusunda verilebilir.  Bakara Suresi 183üncü ayete göre oruç, Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin ümmetlerine de farz kılınmıştır. 183: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” Fakat oruç tutulan saatler bittikten sonra eşlerin birbirlerine yaklaşmaları konusunda ümmetler arasında farklı bir uygulama olduğu Bakara Suresi 187inci ayetten anlaşılıyor. 187: “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı…” Demek ki önceki peygamberlerin ümmetlerine konulan yasak, Hz. Muhammed ümmetine uygulanmayarak kaldırılmıştır.

Diğer taraftan Yüce Yaradan, peygamberlerine farklı yönlerden yardımcı olmuştur. Bu konuda da Kur’an’ın anlatımlarından örnekler verilebilir. Hz. Musa’nın yaşadığı dönemde sihirbazlık çok yaygın idi. Tek olan Tanrı, peygamberini, sihirbazları alt edecek bir olayla desteklemiştir. Hz. İsa döneminde, hastaları iyileştirdiğini iddia edenler çoğalmıştır. Yüce Yaradan da, peygamberini, hastaları iyileştirerek desteklemiştir. Hz. Muhammed döneminde, Mekke bölgesinde şairler çoğalmıştı. Tek olan Tanrı da peygamberini, Kur’an gibi çok uzun ve matematikle iç içe olan şiirsel söylemli bir eserle desteklemiştir.

Yüce Yaradan’ın, farklı dönemlerde değişik yöntemler uygulaması bizlere bir yol göstermedir. Bizler de, her devirde yaşanan sorunların çözümü için, o dönemin şartlarına uygun fikirler üretmeye çalışmalıyız. Ancak, her devirdeki meselelerin halledilmesi için geliştirilen düşüncelerin dayandığı temel, aynı olmalıdır. Bu temel, Allah’ın insanlara öğütlediği ve tek olan Tanrı’nın iradesi olan, açık ve doğru yol (minhac) üzerindeki salih amellerdir.

Bu amellerden en önemlisinin “iyilik yapmak” olduğunu, bu makalemizde irdelemeye çalıştığımız Maide 48’deki “…Öyleyse davranın, hayırlarda yarış edin…” ifadesi, net bir şekilde anlatıyor.

Ayetin sonundaki, “…Nihayet dönüşünüz hep Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir” ifadesi de, bizim yukarıdaki şeriat ve şeriatın dayandığı temel hususundaki yorumumuzu desteklemektedir.

Takdir edileceği gibi, Yüce Yaradan’ın, insanları önceden uyarmadığı bir hususta onları yargılaması düşünülemez. Dolayısıyla, farklı kutsal kitaplara uymaya devam edenlerin aralarındaki ihtilafları, onlar ahirette huzuruna geldiklerinde haber verebilmesi için, tek olan Tanrı’nın, bir mihenk taşı, yani bir referans noktası belirlenmiş olması gerekir. İşte bu mihenk taşı, muhafazasını tek olan Tanrı’nın üstlendiği Kur’an’dır. Bu sebeple, Kur’an indikten sonraki dönemde, diğer kutsal kitapları takip edenlerin, Hz. Muhammed’in getirdikleri hakkında ihtilafa düştükleri hususlarda, konunun çözümünü ahirete bırakmayarak, Kur’an’ı mihver olarak almaları kendilerinin menfaatinedir..

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.